Ya başarısız olsaydı?

Hedefini tutturamasaydı, madalyayı alamasaydı… 
Aman Allah’ım, ondan kötüsü yoktu.
Neler derlerdi neler…
“Bu ne böyle, ne bu laubalilik!”
“Fırına ekmek almaya gider gibi olimpiyatlara gelmiş.”
“Ekipmanın nerede senin? Gözlüğün nerede, kulaklığın nerede?”
“O eller ne öyle cepte? Öyle atış mı yapılır!”
“Ne biçim askersin sen!”
“Bu be disiplinsizlik!”
“İşte böyleleri yüzünden bir yere gelemiyoruz biz.” 
“Yine yaptınız yapacağınızı, dünyaya rezil ettiniz ”
Daha neler neler…

Ama yaptı, başardı, kaptı gümüş madalyayı. Başaramasaydı mahallenin en vasıfsız insanından nasihat dinleyecekti. Ama ne oldu, dahi girişimci Elon Musk bile tebrik etti, hatta Twitter’da kanka oldular. Şimdi dünya Yusuf Dikeç’i konuşuyor, konuşacak da. Teklifler yağıyordur. Muhtemelen büyük gözlük firmalarından… 
Demek ki neymiş; havada kaç takla attığın değil, yere konup konmadığın önemliymiş. Hatice değil netice önemliymiş. Çıktığın yolun kıymetini, mücadelenin anlamını ulaştığın sonuç belirlermiş. 

Demek ki neymiş; kitlelerin yargısı bu kadar ince bir çizgiymiş. Kalabalıkların gönlünü fethetmek işte böylesine ince bir ayar gerektiriyormuş. Tıpkı sevgi ile nefret gibi… 

Dikkat ederseniz, altın madalyayı alan rakibini konuşan yok. Ben yüzünü bile hatırlamıyorum. Neden biliyor musunuz? Yusuf Dikeç ezberleri bozdu. Kabzayı kavradı, eller cepte, soğukkanlı bir tavırla tabancayı kaldırdı, hedefe odaklandı ve baam!

Ne mi yaptı? Dereceye girmek şartıyla daha önce yapılmayanı yaptı. Karizmatik tarzı, buz gibi bakışlarıyla hafızalara kazındı. Gözlüğünü, kulaklığını takıp altın madalyayı alsaydı, eminim bu kadar ses getirmeyecekti. Ne oldu? Sıradan bir altın, sıra dışı bir gümüşün yanında pek bir sönük kaldı. Zaten bu hep böyle değil midir? Kendine has olmak, ezber bozmak, değerliyi değersizden ayırmaz mı?
Gelelim, bu satırları kaleme almamın nedenine…

Ne yazık ki bize hayatımız boyunca sıradanlık öğretildi. ‘Paketlenmiş insan’ dedikleri, bize herkes gibi olmamız öğretildi. Sıra dışı bir fikir söylediğiniz de pişman etmediler mi sizi? En iyimser haliyle sizinle dalga geçmediler mi?

“Eller cepte atış mı yapılır?” dediler. “Tak şu gözlüğü, tıka kulaklarını yarış!” dediler. “Herkes gibi atış yap” dediler. “Diğerleri gibi film çek” dediler. “Öyle şarkı söylenmez, bak nasıl söylüyorlar, sen de öyle söyle” dediler. “Gazetecilik böyle yapılır” dediler. “İhracat şöyle yapılır” dediler. “Ekonomi böyle yönetilir” dediler. “Birileri boşuna koymamış bu kuralları, bunlara uy, icat çıkarma başımıza” dediler. Eller cebinde atış yapınca azarladılar, yapmaya ısrar edince de takımdan çıkardılar. 

Demek ki neymiş; gözlüklü, kulaklı atış yapmak ya da basmakalıp doğruları uygulamak önemli değilmiş. Seni sen yapan, özgünlüğünü ortaya koyabileceğin performansını bulup kendi rotanı çizmekmiş mesele. 
İyi ki varsın Yusuf Dikeç. Bu millete bir nebze de olsa özgün olmayı sevdirebildiysen ne mutlu sana… 

Gururumuzsun…