“Neylersin ölüm herkesin başında,
Uyudun, uyanmadın olacak.
Kim bilir nerede, nasıl, kaç yaşında?
Bir namazlık saltanatın olacak,
Taht misali o musalla taşında” mısraları dökülmüş Cahit Sıtkı Tarancı’nın kaleminden.
Kim bilir? Nerede? Nasıl? Kaç yaşında?
Kim bilirdi? Kim bilebilirdi o sabah, boğucu İzmir sıcağında uyanan Özge’nin bu dünyadaki son günü olduğunu? Kim bilebilirdi İnanç’ın, o gün son şarkısını dinlediğini? Hayalleri vardı, umutları vardı, planları vardı. Yeni başlangıçların günü müydü? Uzun zamandır küs olduğu eski bir dostuyla geçmişe sünger çekip bir kahve mi içeceklerdi? Borçlarını mı ödemişti? Yeni bir kıyafet mi almıştı?
Hayat bu, tramvayda askerlik arkadaşını mı görmüştü? Metroda çocukluk arkadaşıyla mı karşılaşmıştı?
Kim bilir?
Yeğenimden biliyorum; tıbbı kazanmak, tıp okumak hakikaten alkışlanacak bir çaba. Daha önce yüzünü bile görmediği insanların hayatını kurtarmak için bu mesleği seç, sonra bir karış suda can ver. Hiç tanımadığı, daha önce yüzünü bile görmediği Özge’yi kurtarmak için bir saniye düşünmeden elini uzatan ve el ele can veren İnanç kardeşim de öyle… Hani diyor ya Nazım; “İnsanlar için ölebileceksin. Hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için. Hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken.”
Allah rahmet eylesin ana kuzularına, ailelerine sabır versin. Çok zor.
Yarım kaldı hayatları. Tıpkı yarım kalmış bir şarkı gibi.
Beni her zaman hüzünlendirir bu dünyadan zamansız göçenler…
Babam gibi…
Küçük-büyük önemli değil, onun da hayalleri vardı bizimle ilgili, kendiyle ilgili. Bir sabah evden çıktı, bir daha gelmedi.
Tam 14 yıl önce, bunaltıcı bir 15 Temmuz sabahı hayalleriyle güne uyandı. Gece muhabirliği yaptığım için beni uyandırmamak için itina gösterdi. Çok sessizdi. Uykum çok hafiftir, yine de tıkırtısını duydum. Bu dünyadaki son lokmasını; çok sevdiği karpuzdan bir dilim yedi, çıktı.
Yarım saat sonra babamın telefonundan bana ulaştı polis; ‘Falanca yerdeyiz, gelin’ dedi. Hemen anladım. Olduğum yere çöktüm. Bir yudum su içtim. Topladım kendimi. Dediği yere gittim. Ambulans daha yeni ayrılıyordu. Çok uğraşmış kadın doktor. Olmamış. Yaşatamamış. Babam bize dönmeyi o kadar istese de Allah izin vermemiş. Kalp krizi dediler. Gitti…
Baktım uzanmış yatıyor. Gözlüğü kırılmış, suyu düşmüş. Bedeni hala sıcak, yanında taşıdığı suyu hala buz gibi. Soğuk ve sıcağın zıtlığı ilk defa böylesine ürküttü beni. Gitti…
Yarım kalmış hayalleri, yarım kalmış şarkısıyla…
Cana yakındı babam. Şakacıydı. Gençlerle iyi anlaşırdı. Arabasını temizlemeyi çok severdi. Bir insanı sevmek, bu dünyadan göçse bile saygıyla anmaktan çok onu yaşatmaktır. Onun gibi yaşamaktır. Ben de onun hayattayken yaptıklarını yapıyorum.
Benim gibi babasını yitiren, annesini, kardeşini, evladını kaybedenlere, bu satırları okuyanlara tavsiyem, kaybettiklerinizin yarım kalmış şarkılarını tamamlayın. Umarım benim de sizin de yarım kalmış şarkılarınızı tamamlayacak birileri çıkar.
Kim bilir?
Nerede, nasıl, kaç yaşında?