Sabahın beş buçuğundan beri ayaktayım. Bütün gün çalıştım. Kafam patates gibi. 40 derece İzmir sıcağında gün boyu kulaklarım uğuldadı. Şarjım bitmek üzere. Şarj derken telefonumun şarjından bahsetmiyorum. Yüzde 2’lik bir bataryam var, onunla da akşam yemeğini yiyip bir çay içeceğim. 
Saat 18.15. Metrodayım. Ayaktayım. Kalabalık…
Orta bölümde müzisyen (!) bir abimiz belirdi. Bağdaş kurup oturdu. Yavaşça sazının kılıfının fermuarını açtı. Özenle çıkardı. Hafif bir akort, sonra vurdu teline… 
Güzel çalabiliyor mu? Eh. 
Sesi nasıl? İyi değil. 
Detone mi? Evet.
Esere hakimiyet? Yaani…
Önce “Uzun ince bir yoldayım” dedi. İçimden ‘Ben de’ dedim. Hesap yapıyorum; kalan yüzde 2’lik şarjımın 1’ini bu güzel türkünün içine girebilmek için harcarsam kalan yüzde 1 beni idare edebilir. Ta ki o ikinci parçayı duyana kadar…
‘Maaavi maaavi masmaviiiii’ 
………………….
Güzel abim, n’olur yapma! Kaçta kalktın bilmiyorum ama ben çok yorgunum. Eminim en önemlisi, senin önemlindir. Eminim çok emek vermişsindir bu dünyaya ama beni de düşün.
Emekse emek tamam ama her icra alkışlanır mı?
Para versem, dilenci değil. 
Olmamış ki! Yapamamışsın ki! Güzel, uyum, his, derinlik… Bu kavramları nasıl dolduracağız?
Lütfen biraz sanata saygı mı?
Amenna…
O konuda hiç şüpheniz olmasın. Sanatı eğlence aracı değil, uygarlık kervanının ilerleyebilmesi için gereken dinamiklerden bir olarak gören ben, elbette sanata saygılıyım. Savaşlarda ve krizlerde göz ardı edilen sanatın, aksine savaşlarda ve krizlerde lazım olduğuna inananlardanım. Titanik batarken keman çalan müzisyenler misali…
Ama önce ortada bir sanat olması lazım. 
Tıpkı yıllar önce tanık olduğum o üç Roman gencin performansı gibi.
Ilık bir bahar gecesi. Vakit gece yarısına yakın. Alsancak’ta bir sokak. Henüz 20’lerinde üç Roman genç, gecenin ve boş sokağın muhteşem akustiğiyle sanat yapıyor. Biri keman çalıyor, diğerinde darbuka var, üçüncünün eli boş. Üçü de takım elbiseli. Bir yandan çalıyorlar, bir yandan söylüyorlar, bir yandan yürüyorlar, bir yandan da ellerinde içkileri, ufak ufak demleniyorlar.
‘İstanbul sokakları’nı söylüyorlar. 
Aman Allah’ım! Bir şarkı bu kadar mı güzel söylenir.
Bir şarkı ancak bu kadar güzel söylenebilir.
Bu kadar güzel çalınabilir, bu kadar yürekten söylenebilir. 
Hele o birbirlerine pas atmaları. Parmakları görülmeyecek kadar hızlı kullanan gencin darbukaya son vuruşu, kısa bir es ve top soloda:
“Onu beendeen siz aaldınıııızz…” 
Üçü birden, naranaranaranaranaaam.
Tekrar solo; “Onu bendeeeen siz çaaaaldınıııız…” 
Üçü; naranaranaranaranaaam
Sonra üçü, ben ve bütün sokak; İstanbuuuuuuul sokaaaakları…
Ben hayatım boyunca bu kadar güzel icra edilmiş bir şarkı dinlemedim. Üzerinden yıllar geçti, hala dinlemedim.
Allah aşkına bir daha söyleyin diyecektim utanmasam. Alın şu parayı bir daha söyleyin. 
‘Mavi mavi’ diyen nerdeee, ‘Onu benden siz aldınız’ diyen nerde!
Sanatçı baştacımız. Yeter ki sanatın insanda uyandırdığı güçlü duyguları bize hissettin.
Yeter ki onu bizden siz almayın!