2025 yılına doğru adım adım ilerlerken, asgari ücret ve en düşük emekli maaşlarına yapılacak zamların oranı herkesin dilinde. Ancak bu tartışmaların içinde gözden kaçan önemli bir gerçek var: Zamlar, maaşları artırmanın ötesinde, enflasyonu körükleyen ve bu kesimlerin alım gücünü hızla eriten bir sorun haline gelmiş durumda. Maaşlar artarken, temel ihtiyaçlar başta olmak üzere ürün ve hizmet fiyatlarındaki güncellemeler, bu artışı neredeyse başlamadan bitiriyor.
ZAM YAĞMURU
2025 yılının ilk gününden itibaren hayatımıza girecek zamlar, asgari ücretliler ve emekliler için maaş zamlarının sevincini kursakta bırakacak gibi görünüyor. Elektrik, doğalgaz, ulaşım, akaryakıt, kira artışları derken, maaşlar güneş altındaki kar gibi eriyor. Bu durum, maaş tartışmalarını bir kayıkçı kavgasına dönüştürüyor; asıl çözüm olan fiyat artışlarının kontrol altına alınması gerektiği gerçeği ise gölgede kalıyor.
Ekonomideki kronikleşmiş bu kısır döngü, yalnızca maaş artışlarıyla kırılabilecek bir yapıda değil. Maaşlara yapılan zamlar, ardından gelen kamu zamlarıyla işlevsiz hale gelirken, vatandaş daha maaşını cebine koyamadan alım gücünü kaybediyor. Bu süreç, aslında enflasyonun hem nedeni hem de sonucu olarak karşımıza çıkıyor.
KAMU ZAMLARI
Sorunun çözümü, yalnızca maaşlara zam yapmaktan ibaret olmamalıdır. Özellikle kamu hizmetlerine ve vergilere yapılan zamlar, asgari ücretlilerin ve emeklilerin yaşam standartlarını ciddi şekilde düşürüyor. 2025 yılında temel ihtiyaçlar üzerindeki kamu kaynaklı zamların frenlenmesi, alım gücünün korunması için kritik önemde.
Vergi oranlarında düzenlemeler, elektrik ve doğalgaz gibi temel hizmetlere yapılan zamların yavaşlatılması veya kontrol altına alınması, vatandaşın üzerindeki yükü hafifletebilir. Ayrıca, bu dönemde fiyat istikrarı politikalarının sıkı şekilde uygulanması, enflasyonun hızını kesmek için bir zorunluluk haline gelmiştir. Aksi halde, maaş artışları ne kadar büyük olursa olsun, zam yağmuru altında anlamını yitirecektir.
ALIM GÜCÜ
Asgari ücret ve en düşük emekli maaşları tartışılırken, gözden kaçırılan bir diğer nokta, bu maaşların alım gücüdür. Maaşların yüksek görünmesi, ancak reel alım gücünün düşük kalması, aslında sadece bir göz boyamadan ibarettir. Çözüm, maaşları nominal olarak artırmak yerine, alım gücünü artıracak politikalar geliştirmekten geçiyor.
Bu, yalnızca fiyatların kontrol altına alınmasıyla değil, aynı zamanda tüketici üzerindeki dolaylı vergi yükünün azaltılmasıyla mümkündür. Tüketim mallarındaki yüksek vergiler, gelir dağılımını daha da adaletsiz hale getiriyor ve en kırılgan kesimleri zor durumda bırakıyor.
ENFLASYON DÜŞMEDEN
Türkiye ekonomisinde, enflasyon düşmeden maaş zamları gerçek bir çözüm sunamaz. Maaş artışları, fiyat artışlarını yakalamaya çalışırken, fiyatlar maaş zamlarının yaratacağı yeni talebi karşılamak için daha da yükseliyor. Bu kısır döngüden çıkmanın yolu, üretim maliyetlerini azaltacak, piyasalarda fiyat istikrarını sağlayacak ve kamu harcamalarını disipline edecek bir ekonomik reformdan geçiyor.
2025 yılı yaklaşırken maaş artışlarına dair yapılan tartışmaların ötesine geçmek ve zamların kaynağını kontrol altına almak gerekiyor. Maaşlar artıyor ama alım gücü düşüyorsa, bu yalnızca kağıt üzerinde bir çözüm olur. Gerçek refah, yalnızca vatandaşların maaşlarının erimediği bir ekonomik düzenle mümkündür.
TAM ZAMANI
Sözün özü, ne emekçinin yüzü gülüyor ne de esnafın. Herkes kendi hayatta kalma mücadelesini verirken, sistemin getirdiği kısır döngüde birbirini rakip olarak görüyor. Oysa çözüm, adil bir ekonomik düzenin tesisiyle herkesin birlikte kazandığı bir yapı oluşturmaktan geçiyor. Rahmetli Kemal Sunal'ın dediği gibi, "Zama da zam" diyerek bu kısır döngüye teslim olmaya devam edersek, ne yarınlara umut bırakabiliriz ne de gelecek nesillere huzur. Şimdi, bu çarkı kırıp gerçekçi ve sürdürülebilir çözümler üretmenin tam zamanı.