Türkiye, 1982 Anayasası ile uzun yıllardır yönetiliyor. Ancak bu anayasa, bugüne kadar 223’ün üzerindeki yerinde yapılan değişikliklerle tam anlamıyla bir "yamalı bohça" haline gelmiş durumda. Sık sık dile getirilen yeni anayasa talepleri, özellikle 2010’lu yıllardan bu yana ülkenin siyasi gündeminin baş köşesinde yer aldı. Şimdi ise Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, “AK Parti ve Cumhur İttifakı olarak yeni anayasayla ilgili olarak elbette biz kendi hazırlıklarımızı, hem de çok titiz bir şekilde yapıyoruz. Yeni anayasanın kutuplaştırıcı değil uzlaştırıcı, ayrıştırıcı değil birleştirici, yasakçı değil özgürlükçü olması, farklılıklarda değil ortak noktalarda buluşturması temel ve sarsılmaz ilkemizdir” söylemiyle bu tartışmalar yeniden alevlendi. Peki, bu yeni anayasa gerçekten halk için mi olacak, yoksa siyaset sahnesindeki bazı figürler için yeni kapılar mı aralayacak?

HALK ODAKLI

1982 Anayasası’nın, askeri darbe sonrasında kabul edilmesi, onun halk nezdinde meşruiyetini her zaman sorgulattı. İlk başlarda askeri yönetimin kontrolünde olan Türkiye, zamanla demokratik reformlarla anayasayı güncelledi. 2004 yılında idam cezasının kaldırılması, 2010 referandumunda darbecilere yargı yolunun açılması ve 2017'de Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'ne geçilmesi gibi birçok önemli değişiklik yapıldı. Ancak, her değişiklikle birlikte anayasada eklemeler ve yamalar birikti. 1982 Anayasası, artık halkın taleplerini tam anlamıyla karşılayamıyor olabilir. Ancak bu eksikliği gidermeye yönelik yapılacak bir anayasa çalışmasının da gerçekten halk odaklı olması gerektiği ortada. Ama bu değişiklik “AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan ne söylerse bizim için doğrudur. CHP lideri ne söylerse söylesin bizim için yanlıştır” diyebilen  anayasa hukukçusu nezaretinde olmamalıdır. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçişle birlikte, yönetim modeli tamamen değişti. Bu sistemin mimarları, bu geçişi daha hızlı ve etkili bir yönetim şekli olarak lanse etse de, halkın önemli bir kısmı bu sistemin demokrasiye zarar verdiğini, denge ve denetleme mekanizmalarının zayıfladığını düşünüyor. Anayasa değişikliklerinin yapıldığı her dönem, siyasi iktidarlar bu değişiklikleri kendi pozisyonlarını güçlendirmek için kullanmakla eleştirildi. Peki, şimdi bu yeni anayasa çağrısı gerçekten halkın taleplerini karşılamak için mi yapılıyor, yoksa siyasi bir hesap mı var?

Yeni anayasa tartışmaları, Türkiye’nin sadece yönetim biçimiyle değil, bireylerin hak ve özgürlükleriyle ilgili de köklü bir reform gereksinimi olduğunu gösteriyor. Ancak burada asıl soru şu: Bu anayasa çalışması ne kadar halkın sesini dinleyerek şekillendirilecek? Eğer anayasa, sadece belli siyasi çıkarlar doğrultusunda bir metin haline getirilirse, bu halkı değil, sadece belirli güç odaklarını memnun edecek bir adım olur.

1961-1982 ANAYASALARI

Türkiye'nin tarihine baktığımızda, anayasa değişikliklerinin genellikle büyük siyasi dönüşümler ve darbelerle geldiğini görüyoruz. 1961 ve 1982 Anayasaları, askeri darbelerin ardından kabul edildi. Her iki anayasada da halkın talepleri göz ardı edilerek güç, belirli otoritelere teslim edildi. Bu yüzden, 2025’te yapılacak olası bir anayasa değişikliğinin gerçekten halk odaklı olması, geçmişte yapılan hataların tekrarlanmaması açısından kritik.
Halkın istediği nedir? Halk, hukuk önünde eşitlik, ifade özgürlüğü, demokratik katılım ve güçlü bir hukuk devleti istiyor. Halk, her şeyden önce adaletin yerini bulduğu bir ülke hayal ediyor. Ancak bugüne kadar yapılan anayasa değişiklikleri, genellikle siyasi iktidarların güçlerini pekiştirmesi ve yönetim erkini daha da merkeziyetçi hale getirmesiyle sonuçlandı. Bu yüzden, bu yeni anayasa çağrısı gerçekten halkın taleplerini karşılayacak bir zeminde mi olacak, yoksa sadece belli siyasi aktörlere yeni bir dönem mi açacak?

Yeni anayasa çağrısı, kuşkusuz olumlu bir adım gibi görünüyor. Ancak bu tartışmaların, geniş bir toplum kesiminin katılımıyla, gerçek anlamda demokratik bir süreçle şekillenmesi şart. Anayasa, sadece bir siyasi iktidarın ya da belli bir grubun ihtiyaçlarını karşılayan bir belge olmamalı. Aksine, toplumun her kesiminin, kadınların, gençlerin, işçilerin, emeklilerin, çiftçilerin ve daha nicelerinin haklarını güvence altına alan bir metin olmalı.

Sözün özü, Türkiye'nin yeni bir anayasa ihtiyacı olduğu bir gerçek. Ancak bu anayasa, halkın taleplerine mi odaklanacak, yoksa siyasetçilerin çıkarlarına mı? Eğer bu soru doğru cevaplanmazsa, Türkiye bir kez daha "yamalı bohça" diye tabir edilen bir anayasayla yola devam eder ve halkın beklentileri yine göz ardı edilmiş olur. Öyleyse, anayasa süreci gerçekten demokratik ve katılımcı bir zeminde yürütülmeli; sadece bir dönemi değil, ülkenin geleceğini şekillendiren bir adım olmalıdır.