Ülkemizde aylardır tartışılan bir konu var: Gerçek enflasyon TÜİK’in mi yoksa ENAG’ın verilerinde mi saklı? Hükümet, Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) açıkladığı enflasyon oranlarını referans alırken; vatandaş, halk pazarında, market raflarında ve cüzdanındaki eksilmeden, TÜİK’in verilerinin hayatına pek de denk düşmediğini hissediyor. ENAG’ın açıkladığı enflasyon oranları, halkın yaşadığı gerçeklikle daha uyumlu gibi görünüyor. Bir tarafta, resmi rakamlarla ekonomide her şey güllük gülistanlık gösterilirken; diğer yanda, maaşıyla ay sonunu getiremeyen emeklinin, asgari ücretlinin sesini yükselttiği gerçek bir ekonomik bunalım var.
'DUT YEMİŞ BÜLBÜL'
Bu ekonomik sıkışıklık içinde, asgari ücret artışı konusu herkesin gündeminde. Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek ile Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Başkanı Fatih Karahan’ın uluslararası finans çevrelerinde asgari ücrete yapılacak düşük zammı dillendirdiği öne sürülüyor. Ancak ülke içinde bu konular gündeme geldiğinde yetkililerin söylemlerinde aynı açıklığı göremiyoruz. Tabiri caizse, yurtdışında asgari ücretle ilgili mesajları verirken, yurtiçinde bu konuda dut yemiş bülbüle dönüyorlar. Bir yandan uluslararası finans çevrelerinin güvenini kazanmaya çalışırken diğer yandan asgari ücretle geçinmeye çalışan milyonları da ürkütmemek gibi bir denge oyununa girişmiş durumdalar. Fakat bu denge, halkın alım gücü tükenirken uzun vadede sürdürülebilir olmaktan çıkıyor.
Hükümete yakın kaynaklardan sızan bilgilere göre, 2025’te yapılacak asgari ücret artışının yüzde 20-25 seviyelerinde kalacağı, en fazla yüzde 30’a kadar çıkabileceği konuşuluyor. Geçmişte cumhurbaşkanlarından Turgut Özal’ın “tepki ölçme” stratejisini anımsatan bir şekilde, bu oranlar toplumda test edilip geri dönüşler ölçülüyor gibi bir izlenim var. Hükümet, emekçi kesimden gelecek tepkiyi sınayarak adım atmayı planlıyor; ancak bu arada halk günlük hayatın içinde her geçen gün daha da zorlanıyor.
465 TL PİDE
Geçtiğimiz günlerde bir dostum, sade bir lokantada yediği bir pide için 465 TL ödemek zorunda kaldığını söyledi. Arkadaşım emekli maaşı olarak aylık 12 bin 500 lira alıyor. Günde sadece bir öğün pide yiyerek yaşamını sürdürmek istese maaşı ayın 25. günü bitiyor. Kalan günlerde aç kalmak zorunda olan emeklinin durumu, sadece tek bir öğünde ödenen bu fahiş fiyatla bile gözler önüne seriliyor. Hayat pahalılığı altında ezilen emekliye layık görülen bu tablo, ülkenin ekonomik yönetiminde ciddi sorunların varlığına işaret ediyor. Hükümet, 2025 yılına yönelik yüksek hedefler içeren ekonomi politikaları açıklamaya devam ediyor. Fakat bu hedeflerin uygulanabilirliği, mevcut ekonomik koşullar karşısında halk tarafından oldukça şüpheyle karşılanıyor. Bir yandan enflasyon hedefleri sürekli güncellenip revize edilirken, diğer yandan asgari ücrete yapılacak zam oranlarının da bu hedeflerin çok altında tutulacağı söylentisi, asgari ücretli ve emekliye 2025’te yapılacak maaş artışlarının tatmin edici olmayacağı yönünde endişeleri artırıyor.
Bu çelişkili tabloya bakılırsa, hükümet emekli ve emekçiye yapılacak düşük oranlı zamlarla “ölümü gösterip sıtmaya razı etmek” gibi bir strateji izliyor. Muhalefet partileri, bu sürece itiraz ederek kendi seçmenlerine, vatandaşların haklarını savundukları mesajını verme niyetinde. Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Özgür Özel başta olmak üzere, muhalefet partileri ve sendikalar bu konuda seslerini yükseltmekte kararlı görünüyor. Ancak son karar yine Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın masasında olacak. Tüm bu tartışmaların sonunda emekliye yapılacak zam oranında küçük bir iyileştirme yapılarak, adeta “ölümden dönüp sıtmaya razı” edilen bir toplumsal kesim yaratılacak gibi duruyor. Bu süreçte, emekçi ve emekli yine ekonomik zorlukların ağırlığı altında ezilecek. AK Parti ve MHP dışındaki partiler ise, bu zorlu dönemde eleştirilerle vatandaşın sesi olmaya çalışırken, iktidar bloğu, maaş artışları konusunda halkın tepkisini yönetmek için siyasi manevralar sergileyecek. Ancak bu noktada asıl kaybeden, ne yazık ki emekli ve asgari ücretli vatandaş olacak.
Seçimlerin uzakta olduğu bu dönemde, iktidar için halkın tepkisini çok da önemseme gereği görülmeyebilir. Kısa vadeli çözümlerle idare edilen bu tabloda, emekçinin alım gücünü yükseltecek gerçekçi adımlar atılmadığı sürece, ülkenin refah seviyesine ulaşma hedefleri sadece kağıt üzerinde kalmaya mahkum görünüyor.