Tevfik Fikret, 1915’te hayata gözlerini yumduğunda edebi mirasının düşünürlük düzeyinde etkiler bırakacağını belki bilmiyordu. Aradan geçen 109 yıl onun aydınlanma çizgisinin gücünü ortaya koyuyor

“Hababam Sınıfı Sınıfta Kaldı” filminin meşhur şakasıdır. Edebiyat öğretmeni Semra Hoca, Tevfik Fikret’in ölüm yıl dönümünü hatırlamadığı için Hababam Sınıfı’nın oyununa gelir ve onların maça kaçmasına istemeden yardımcı olur. Sınıfın öğrencileri “Edebiyat hocası olmuş, Tevfik Fikret’in ölüm yıl dönümünü bilmiyor” der. Semra Hoca da, Kel Mahmut’un yanında ağlarken, “Her şeyi geçtim ben nasıl olur da Tevfik Fikret’in ölüm yıl dönümünü unuturum” diye kendine kızar. 

Şimdilerde sosyal medyayı aktif kullanmak için herkes herkesin ölüm yıl dönümünü biliyor gibi. Doğrusu, bunun gibiden fazla olmasını can-ı gönülden isterim. Küfürlü konuşmak yerine, “aynen” deyip durmak yerine şairlerden, yazarlardan konuşmak elbette hayatımızı daha da güzelleştirecektir. Diğer yandan 1970’lerin Hababam Sınıfı’nda Tevfik Fikret’in ölüm yıldönümünü bilmek aslında bir düzeyi de ifade ediyor. Şair mezarlarını ziyaret eden öğrenciler ve öğretmenler varmış. Ne kadar güzel. 

Gelelim Tevfik Fikret’e…Türkiye’nin kurucu önderi Mustafa Kemal Atatürk’ü çok etkilediğini biliyoruz. Bunun dışında padişahlık ve devlet olguları konusunda çağdaşları gibi açmazları olsa da o devrimci bir şairdir. Baskı rejimine de İttihatçılara da muhalefet etmekten kaçınmamıştır. 

“YAĞMUR” ŞİİRİ

Politik şiirleri olduğu kadar aşk şiirleri de var. Ben yine de “Yağmur” şirini çok severim. Günümüz Türkçesiyle şöyledir:

Küçük, tekdüze, ürkek vuruşlar/Kafeslerde, camlarda titreşerek/Durmadan türkü söyler, ağıt yakar/Kafeslerde, camlarda titreşerek/Küçük, tekdüze, ürkek vuruşlar//
Sokaklarda seller ağlaşır/Ufuk yaklaşır, yaklaşır, yaklaşır;//
Bulutlar karardıkça zerrelere bir/Ağır, olgun dalgalanma gelir;//
Bir soğuk gölge çevreyi bürür,/Gündüzden gece yarısı görünür.//
Söner şimdi, görünürken demin/Maddesi karşımda bir alemin//
Açılmaz ne bir yüz, ne bir pencere;/Bakıldıkça vahşet çöker yerlere.//
Geçer boş sokaktan, hayalet gibi/Koşarak bir çocuk, başı örtülü//
O sıra, andığım gece, solgun ve bitkin,/Sürür bir kara çarşafı bir kadın//
Saçaklarda kuşlar - acıdır bu pek! -/Susarlar, uzaktan ulur bir köpek./Öter ruhumun kulağında boş bir inilti,/Boğuk bir sessizlikle tınlamanın çelişkisi//
Küçük, istek dolu, inci gibi damlalar/Sokaklarda, damlarda hep titreşir/Ezgi söyler durmadan, ağıt yakar/Sokaklarda, damlarda hep titreşir/Küçük, istek dolu, inci gibi damlalar...

MEMLEKETİN ÜZERİNDEKİ “SİS”

“Sis” şiirini ilk defa Rıfat Ilgaz’ın “Bu da Bir Özgürlük Şiiri” adlı şiirinde duydum. “Seviyoruz her zamandan fazla Fikret'i/Yeni anlaşıldı manâsı "Millet Şarkısı"nın,/Aynı "Sis"tir memleketin üzerindeki” diyor şiirde. Vedat Türkali, ünlü “İstanbul” şirinin başına “"Sis" şairine ithaf edilmiştir” yazar. Fikret, aydınlanmacı olmakla birlikte sosyalist şairleri de etkilemiştir. 

Devrimci bir şiirden fazlası var gibi geliyor bana “Sis”te. Şöyle diyor Fikret:

“Ey savlet-i evham ile bî-tâb-ı tahassüs /Vicdanlara temdîd edilen gûş-ı tecessüs; /Ey bîm-i tecessüsle kilitlenmiş ağızlar;/Ey gayret-i milliye ki mebgûz ü muhakkar /Ey seyf ü kalem, ey iki mahkûm-i siyâsî;/Ey behre-i fazl ü edeb, ey çehre-i mensî;”

Günümüz Türkçesiyle, “Ey kuşkuların saldırması ile duygulanmaya mecali olmayan,/Vicdanlara uzatılan tecessüs kulağı;/ey tecessüs korkusundan kilitlenmiş ağızlar;/ey sevilmeyen ve hakaret gören milli gayretler;/ey kılıç ve kalem, ey iki siyasi mahkum;/ey bilgi ( fazilet ) ve edebiyatın ( terbiye ) nasibi, ey unutulmuş yüz; ]” der. 

Bir sitem de var o dönemin politik ve sanat ortamına. Sanki yanılmış ve hayal kırıklığı yaşamıştır. (İnan, Haluk, ezeli bir şifadır aldanmak). 
19 Ağustos 1915’te vefat eden Fikret’in hayatına kısaca bakalım: 

TEVFİK FİKRET KİMDİR?

24 Aralık 1867’de İstanbul Aksaray’da doğdu. Asıl adı Mehmed Tevfik’tir. Babası Hâriciye Kalemi’nde memurluk ve çeşitli vilâyetlerde mutasarrıflık yapan Çankırılı Hüseyin Efendi, annesi Sakız adası Rumları’ndan mühtedi Hüsrev Bey’in kızı Hatice Refîa Hanım’dır. Öğrenimine Aksaray’da Mahmudiye Vâlide Rüşdiyesi’nde başlayan Mehmed Tevfik, mektebin Doksanüç Harbi’nin ardından Rumeli’den gelen muhacirlere tahsis edilmesi üzerine Mekteb-i Sultânî’ye (Galatasaray) gönderildi. Bu mektebin onun şahsiyeti üzerinde büyük etkisi vardır. Hacca giden annesi bir kolera salgınında Hicaz’da öldüğünden (1879) Tevfik’in gençlik yılları büyükannesinin yanında geçti. Öğrencilik yıllarında disiplini, çalışkanlığı ve kişiliğiyle hocalarının dikkatini çekerken bir yandan da mektep arkadaşlarının sevgisini kazandı. Galatasaray’da devrin tanınmış hocalarından Muallim Feyzi, Recâizâde Mahmud Ekrem ve Muallim Nâci’den ders gördü. Edebiyata ve özellikle şiire karşı yeteneği bu yıllarda ortaya çıktı. Hocalarının teşvikiyle yazdığı eski tarzdaki ilk şiirleri Muallim Feyzi vasıtasıyla Tercümân-ı Hakîkat’ta yayımlandı (1884-1885).

1888’de Mekteb-i Sultânî’yi birincilikle bitirdikten sonra aynı yıl Bâbıâli Hâriciye Odası’nda çalışmaya başladı. Buradaki görevinden hoşlanmadığı için Sadâret Mektubî Kalemi’ne geçti; ancak verilen maaşı az bularak eski memuriyetine döndü (1889). 1890’da dayısının kızı Nâzıme Hanım’la evlendi. 1891’de İsmâil Safâ’nın neşrettiği Mirsad dergisinin açtığı tevhîd ve sitâyiş-i hazret-i pâdişâhî yarışmalarında birinci seçildi. 1892 yılına kadar devam eden memuriyeti sırasında Gedikpaşa’daki Ticaret Mektebi’nde Fransızca ve hüsn-i hat dersleri de verdi. 1894’te arkadaşları Hüseyin Kâzım Kadri ve Ali Ekrem’le (Bolayır) birlikte Ma‘lûmât dergisini çıkardı; burada bazı şiirleriyle tercümeleri yayımlandı. Aynı yıl Mekteb-i Sultânî’de açılan Türkçe muallimliği imtihanını kazanarak bu okula tayin edildi. Ancak hükümetin memur maaşlarında kesintiye gitmesi üzerine istifa etti. Ardından hayatının sonuna kadar sürdüreceği Robert College’da Türkçe hocalığına başladı.

1896 yılı başlarında edebiyatta yenilik yapmaya hevesli gençlerle yeni bir edebî topluluk kurmayı arzu eden Recâizâde Mahmud Ekrem, öğrencisi Ahmed İhsan’ı (Tokgöz) yayımlamakta olduğu Servet dergisini Servet-i Fünûn adıyla edebî bir dergi haline getirmeye ve ardından Tevfik Fikret’i bu derginin başına geçmeye ikna etti. Servet-i Fünûn böylece Tevfik Fikret’in yönetiminde Şubat 1896 tarihli 256. sayısından itibaren edebiyatta ve özellikle şiirde yenilik yapmak isteyen gençlerin toplandığı bir edebiyat mahfili durumuna geldi. Topluluğa katılanlardan Cenab Şahabeddin, Hâlid Ziya (Uşaklıgil), Mehmed Rauf, Hüseyin Cahid (Yalçın), Hüseyin Suad, H. Nâzım (Ahmet Reşit Rey), A. Nâdir (Ali Ekrem Bolayır), Ahmed Şuayb, İbrâhim Cehdî (Süleyman Nazif), Süleyman Nesib, Faik Âli (Ozansoy) ve İsmâil Safâ’nın yanı sıra Sâmipaşazâde Sezâi ile Recâizâde Mahmud Ekrem ve Abdülhak Hâmid Servet-i Fünûncuları destekledi.

Türk edebiyatı tarihinde birinci ve ikinci Tanzimat neslinden sonra edebiyatta Batılı anlamda asıl yenilikleri gerçekleştiren Servet-i Fünûn (Edebiyât-ı Cedîde) topluluğunun bütün faaliyeti büyük ölçüde Tevfik Fikret’in yönetimindeki bu dergi etrafında gerçekleşti. Ancak bir süre sonra babasının görevle Hama’ya bir nevi sürgüne gönderilmesi, 1898’de İsmâil Safâ’nın evinde yaptıkları bir toplantı sebebiyle birkaç gün tutuklanması mizacı aşırı derecede hassas olan Tevfik Fikret’i büsbütün tedirgin etti. Başta kendisi olmak üzere istibdat idaresinden şikâyetçi olan Servet-i Fünûncular, Yeni Zelanda’ya göç ederek orada daha rahat yaşama hayaline kapıldılar; fakat hayallerini fiilen gerçekleştiremeyeceklerini anlayıp bu teşebbüsten vazgeçtiler. Bu defa Hüseyin Kâzım’ın Manisa civarında Sarıçam köyündeki çiftliğine gitmeyi düşündülerse de bu tasavvurlarını da gerçekleştiremediler. Fikret’in “Bir Mersiye” ve “Yeşil Yurt” adlı şiirleri hayalini kurduğu bu kaçma düşüncesiyle ilgilidir.

1900 yılında İngiltere’nin Güney Afrika’da Boerler’i mağlûp etmesi üzerine bu galibiyeti tebrik etmek, bu vesileyle ülkede hüküm süren istibdat idaresine karşı İngiltere’nin baskı uygulamasını sağlamak amacıyla hazırlanıp İngiliz sefâretine verilen bildiride Tevfik Firket’in imzasının da bulunması dolayısıyla bir süre Mâbeyin Dairesi’nde sorgulandı. Tedirginliğini büsbütün artıran bu olayların arkasından bir süre toplumdan uzaklaştı ve sadece şiirle uğraştı. Aynı yıl, ilk şiirleri dışında büyük ölçüde Servet-i Fünûn döneminde yazdığı şiirlerden meydana gelen Rübâb-ı Şikeste’yi yayımladı. Eser ilgi görünce hemen ikinci baskısı yapıldı. Ancak bütün bunlar onun huzursuzluğunu gidermeye yetmedi. Aynı günlerde, topluluk mensuplarından Ali Ekrem’in başta Cenab Şahabeddin olmak üzere diğer Servet-i Fünûn şairlerini ağır bir dille eleştirdiği “Şiirimiz” adlı makalesini bazı değişikliklerle Servet-i Fünûn’da neşretti ve bu davranışı büyük bir tepkiyle karşılandı. Tevfik Fikret’in makalede değişiklik yapmasına öfkelenen Ali Ekrem yazının aslını Baba Tâhir’in Musavver Ma‘lûmât dergisinde yayımlayınca topluluk içinde ilk çözülme başladı. H. Nâzım, Sâmipaşazâde Sezâi ve Menemenlizâde Tâhir, Ali Ekrem’i destekleyip Servet-i Fünûn’dan ayrıldılar. Bir süre sonra idarî bir mesele yüzünden Ahmed İhsan’la araları açılınca Tevfik Fikret de mecmuayı terketti (1901). Hüseyin Cahid’in Fransızca’dan çevirdiği Fransız İhtilâli’ne dair “Edebiyat ve Hukuk” adlı yazısı yüzünden dergi hükümet tarafından kapatıldı; böylece topluluk fiilen dağılmış oldu.

Tevfik Fikret 1905 yılında kısa aralıklarla babasını ve kız kardeşini kaybetti. Görünürde bir sebep yokken babasının Anadolu’ya sürgün edilmesi ve orada ölmesi, Müftüoğlu Ahmed Hikmet’in kardeşi Refik Bey’le evli olan kız kardeşinin acıklı ölümü Tevfik Fikret’in ıstıraplarının daha da artmasına yol açtı. Aynı yıl Aksaray’daki konaklarını satıp Rumelihisarı’nda Robert College yakınlarında planlarını kendisinin çizdiği ve Âşiyan adını verdiği evi inşa ettirerek burada bir nevi inzivaya çekildi. 23 Ağustos 1908’de Tanin’de yayımlanan bir yazısında heyecanlı bir dille anlattığı Robert College’da edindiği yeni çevre Fikret için bir sığınak olmuştu. Özellikle Âşiyan’a yerleştikten sonra gerek istibdat rejimine gerekse içinde yaşadığı çevreye karşı giderek artan bir kin ve nefret duymaya başladı. Ülkede yaşanan siyasal ve sosyal olayları uzaktan takip ettiği bu günlerde II. Meşrutiyet’in ilânına kadar elden ele dolaşan “Sis” (1902), “Sabah Olursa” (1905), “Târîh-i Kadîm” (1905), “Mâzî-Âtî” ile (1906) II. Abdülhamid’e bombalı suikast hazırlayan Ermeni komitacılarını alkışladığı “Bir Lahza-i Teahhur” (1906) gibi manzumelerini yazdı. Bunlar arasında özellikle II. Abdülhamid dönemi İstanbul’una lânetler yağdıran üslûbuyla “Sis” edebî çevrelerde geniş yankılar uyandırdı. “

24 Temmuz 1908’de II. Meşrutiyet’in ilânı üzerine büyük bir sevinçle inzivadan çıkan Fikret “Millet Şarkısı” adlı manzumeyi kaleme aldı. Bir kısım öğrencileri ve yakın çevresinin ısrarı ile Galatasaray Mekteb-i Sultânîsi’ne müdür oldu (28 Aralık 1908). Aynı zamanda Dârülfünun ve Dârülmuallimîn’de ders verdi. Mekteb-i Sultânî’de o döneme göre modern eğitim sistemi için disipline dayalı yeni bir düzen kurdu. Yaptığı yenilikler dolayısıyla hakkında çıkan dedikoduların artması yüzünden dört ay sonra müdürlükten istifa etti ve Robert College’daki hocalığına döndü. Bu münasebetle Hüseyin Cahid’e yazdığı mektupta geçen, “Bugün sa‘y ü irfânım tebdîl-i tâbiiyyet etti” ifadesi ve bir süredir genel anlamda din karşısında olumsuz bir tavır takınması devrin muhafazakâr çevreleri tarafından aleyhinde bir kampanyanın başlatılmasına yol açtı. Tanin’in İttihat ve Terakkî Cemiyeti’nin yayın organı haline gelmesi üzerine 1910’da gazete ile bütün ilişkisini kesti; aynı yıl Dârülfünun ve Dârülmuallimîn’deki görevlerini de bıraktı. 1912’de Meclis-i Meb‘ûsan kapatılınca “Doksan Beşe Doğru” ve İttihatçılar aleyhine “Hân-ı Yağmâ” gibi manzumelerini kaleme aldı.

Uzun süredir şeker hastalığına müptelâ olduğu anlaşılan Fikret, hastalığı zamanında teşhis ve tedavi edilmediğinden 1915 yılı başlarında âniden yatağa düştü ve 18-19 Ağustos gecesi öldü. Cenazesi aile mezarlığının bulunduğu Eyüpsultan’a gömüldü. Vasiyeti gereği mezarı daha sonra İstanbul Belediyesi tarafından Edebiyât-ı Cedîde Müzesi haline getirilen (1945) Rumelihisarı’ndaki Âşiyan’ın bahçesine nakledildi (1962). 

NOT: Hayatı için İslam Ansiklopedisi’nden faydalanılmıştır.