İzmir’in tanınmış isimlerinden avukat, Milli Kütüphane Vakfı Başkanı Ulvi Puğ’un siyasal mizah eleştirisini önceleyen çalışması “İncir, Çuval ve Sen” kitabı okuyucuyla buluştu

Ulvi Puğ’u her an sokakta görebilirsiniz. Sadece sokakta değil, Milli Kütüphane’de konuk ağırlıyordur. Sahnede şiir okuyordur. Köylerde bir sanat etkinliğindedir. Şimdi de bir yazar olarak kitabıyla karşımıza çıktı. “İncir, Çuval ve Sen” Yakın Kitabevi etiketiyle basıldı. Bize de kitapla ilgili söyleşmek düştü. Sözü Ulvi Puğ’a bırakıyoruz. 

-Ulvi Bey, “İncir, Çuval ve Sen” kitabınız elimize ulaştı ve doğrusu tebessüm ederek okudum. Kitabın arkasına yazdığınız “Belki de o sizsiniz! Başlıklı anekdotta ise tevazu ile karışık sizi kimsenin okumayacağını ifade ediyorsunuz. Oysa İzmir’de Milli Kütüphane Vakfı Başkanlığı, sosyal demokrat partilerde siyasetçi, hukuk insanı, sahnelerde şiir okuyan bir Atatürkçü olarak epeyce tanınıyorsunuz. Neden sizi bir kişinin okuyacağını düşündünüz?

Aslında beni bir kişinin okuyacağını düşünmedim. Konu, Yakın Kitabevi sahibi değerli kardeşim Levent Salıcı ile kitap basma konusunu ilk konuşmamızda ortaya çıktı. Sağ olsun, bir yayınevi sahibi olarak, bütün masrafı üstlenerek kitabımı basma cesareti gösterdi. ‘İlk baskıyı kaç kitap yapalım’ diye sorduğunda, ‘Vallahi ben bir kitap satışını dahi garanti edemem’ diyerek arka kapak fıkrasını anlatmıştım. Bir nebze tanınan ve tanıyanların çoğu tarafından sevilen bir kimse olduğumun ben de farkındayım. Belirttiğiniz gibi, bu şehre, bu vatana, bu dünyaya borcumu ödeyebilmek için, fırsat bulduğum her mecrada elimden geleni yapmaya çalışıyorum. Benim etkinliklerimde salonlar dolar. Sosyal medyada yazılarım çok okunur ve paylaşılır. Ama bunların hepsi ücretsiz hizmetlerdir. 
Ben geçimimi sağladığım avukatlıktan başka hiçbir etkinliğimden bir kuruş ücret almam. O yüzden, ilk defa dostlarımızın para vererek satın alacakları bir ürün çıkardık. Bunda başarılı olup olmayacağımızın bir deneyi yoktu. Bu yüzden arka kapakta, yazdığı ilk kitabı, bir tek kişinin satın aldığı Temel fıkrasını yazdım. 

BİR ÇUVAL İNCİRİ BERBAT EDENLER

-Kitapların adıyla ilgili mesajı sormayı önemli bulurum. “İncir, Çuval ve Sen” başlıklı yazının içeriği 2023 14-28 Mayıs seçimlerine doğru giderken reel siyasette yaşanan “Altılı Masa”nın hali. İttifak ortağı siyasetçilerden birinin masadan kalkması. Oysa yazının başlığındaki mesajın daha derin ve genel olduğunu düşündük. Siz, ne dersiniz?

Siyaset hayatında bir çuval inciri berbat edenler hep olmuştur. Aslında bir çuval inciri değil, neredeyse Cumhuriyetimizin bütün kazanımlarını yok edenler de belli. Ancak onlardan kurtulmaya, yani iktidarı değiştirmeye çok yaklaştığımız, değiştireceğimize inandığımız ve seçmeni de inandırdığımız bir dönemde,  Sayın Meral Akşener’in Altılı Masa’dan kalkmasına çok kızdım ve üzüldüm. Biz Altılı Masa’ya oturanların yaptıkları Sivas Belediye Başkanlıklarını da bakanlıklarını da oy oranlarını da biliyorduk. Ama Cumhuriyetimizin 2. Yüzyılına Atatürk’ün kurduğu bir parti iktidarında  girmek arzusuyla, tüm bildiklerimizi,  hırsımızın değil, aklımızın değerlendirmesine tabi tuttuk ve Altılı Masayı destekledik. Fakat bizi de seçmeni de hayal kırıklığına uğrattılar. Neticede iktidar değişmedi ama bu sonucun doğmasının iki temel sorumlusu Sayın Kemal Kılıçdaroğlu ve Sayın Meral Akşener değişti, iki partide de iki yeni genel başkan var. 

KIRK KATIR MI KIRK SATIR MI?

-Yazdıklarınızın önemli bir kısmı sosyal medya hesaplarınızda yer almış. Sosyal medya, uzunca yazılara tahammülün az olduğu bir mecra. Siz, bu alanda hem kendinizi okutacak bir tarzı yakaladınız hem bunları kitap olarak karşımıza çıkardınız.  Okunmayı, bu alanda okunmayı başarmak nasıl bir duygu?

Öyle bir çağda yaşıyoruz ki birisi bize; “Kırk katır mı, kırk satır mı?" diye sorsa, çoğumuz hemen kırk katırı tercih ederiz. Çünkü kıtır kıtır kesilmek de, 10 satırdan uzun bir yazıyı okumak da en nefret ettiğimiz şeylerden oldu. Bu internet çağında herkes kopyala yapıştır filozofu olmuş durumda. Laptopunu önüne alan herkes konferans veriyor. Herkes her konuda yazı yazıyor.  Okuyucu ise yazı hap gibi olsun diyor. Yani en az kelimeye en çok bilgi sığsın, istiyor. Ben okuma alışkanlığına küçük de olsa bir katkı olması için işin zor olanını seçip bilinçli olarak uzun yazılar yazdım. Okuyucu vitaminini, mineralini bir haptan değil, bir yemekten alsın istedim. Yemeğin okuyucu tarafından yenmesi için de fıkralarla tatlandırmaya çalıştım. Bazı okuyucularım başta biraz şikayet etse de sonunda onlar da alıştılar.  

-Temel-Dursun fıkraları sözlü-yazılı mizahımızın önemli bir parçası. Siz, “Ulvi Puğ” tarzıyla bu fıkraları bir daha yaratarak siyasal bir eleştiri yoluna da gidiyorsunuz. Muhaliflerin hoşuna gidecek bir tarz olduğu aşikar. Peki, iktidara yakın insanlar yazdıklarınızı nasıl karşıladı? Siz meclis üyeliği yaptınız yakın zamana kadar. Örneğin aynı meclislerde oturduğunuz iktidar mensuplarının bakış açısı nasıldı?

Ben tüm yazılarımı herkese açık ve herkesin yorumuna açık olarak paylaşırım. Belediye meclis üyesiyken yaptığım konuşmalarda da konferanslarımdaki konuşmalarımda da fikrimi samimiyetle söylerim. Bugüne kadar hiç bir konferansımda da mecliste de sosyal medyada yazılarımın altına yapılan yorumlarda da bir küfür de bir hakaret de duymadım, görmedim. Ben de zaten hakaret dilini kullanmam. Belediye meclisinde de özel hayatımda da tüm partilerden arkadaşlarım vardır ve sohbetimiz iyidir. 

OKUMA ORANI YÜZDE 125!

 -İzmir’in tarihsel-kültürel vahası olan İzmir Milli Kütüphanesi’ne büyük emek veren vakfına başkanlık yapan biri olarak şimdi kitabınız var. Bu kadar kitapla iç içe olup ancak 2024’te kitap yazmak… Neden bu kadar beklediniz?

Bir konferansında, “İzmir’de kitap okuma oranı kaç?” diye sormuşlardı. Ben de yüzde 125 demiş ve eklemiştim; yüzde 100’ümüz kitap yazıyor, yüzde 25’miz de okuyoruz. Kitap yazmak çok ciddi bir iştir. Ben aslında bir kitap yazmadım. Sadece, sosyal medya için yazdığım yazılardan derlenen bir kitap çıkardık. Aslında bunu en çok sosyal medyada beni sıkı takip eden dostlarımız istemişti. Yoksa, yazdığım şiirler, öyküler de var ama onları kitaplaştırmayı hiç düşünmedim. Kafamda yazdığım kısa bir romanım da var. Ama  konuşmaktan henüz tam olarak yazmaya fırsat bulamadım. Yazabilirsem, Yakın Kitabevi’ne götürür Levent kardeşime teslim ederim. Basıp basmamak yine onun işi. 

-Yazdıklarınız içinde örneğin Ramiz Dayı benzetmesi de var! Gördüğüm kadarıyla popüler kültür temsillerini de iyi takip ediyorsunuz. Yazılarınızla ilgili okuyucular böylesi benzetmelerle ilgili size geri bildirimde bulundu mu?

Çok güzel geri dönüşler oluyor. Sadece yazılarımın altına yapılan yorumları kastetmiyorum. Yolda karşılaştığımız insanların sarılmalarını, dertleşmelerini kastediyorum. Bir gün yolda yürürken, bir araba çok sert fren yapıp durdu ve içinden adam atlayıp üzerime doğru koştu. Ben de her türlü görüşmeye hazır bir şekilde durdum. Adam elini uzatıp; “Merhaba Ulvi Bey!” dedi “Ben emekli general …yım. Yazıklarınızı her gün okuyorum. Görünce elinizi sıkıp, teşekkür etmeden geçemedim” 

Beni en çok duygulandıran geri dönüşlerden biri de İngiltere’de yaşayan bir vatandaşımızdan gelmişti. Akil insanlarla ilgili bir yazımı o kadar beğenmiş ki yazdığı e-postasına “Ellerinizden öperim!” diye başlamış, iltifatlarla sürdürmüş. Asıl gözlerimi dolduran kısmı da “Bu satırların yazarı 98 yaşında bir adamdır ama  dediğim gibi, yaşı kaç olursa olsun bu yazıyı yazanın eli öpülür!” yazan cümlesiydi. 

Bir de benim torunum için yazdığım özlü sözlerim vardır. Bunları da yazanın adı önemli değil, anlamında en sevdiğim düşünür Fa-Lanca (ki yazıldığı gibi okunur) adında paylaşırım. Bir gün bir dostumuz Fa-Lanca’nın mezar taşının fotoğrafını göndermiş. Tabii taşın üzerinde eski Türkçe yazdığı için, ölü müyüm sağ mıyım anlayamamıştım. 

-Bu arada yazılarınızın on yılı bulan bir zaman diliminde yazıldığını görüyorum. Az önce de ifade ettiğim gibi mizahla siyasal iktidar eleştirisi denebilir. Siz, günümüz kültürel ortamında mizahın bu alandaki etkinliği ve etkisiyle ilgili neler söylersiniz?

Her zaman şunu söylerim; siyaset ciddi bir iştir ama ciddi işler asık suratla yapılır diye bir kural da yoktur. Bence mizah en keyifli ve en etkili bir mücadele yöntemlerinden biridir. En sert diktatörler bile mizahtan nasibini almışken, günümüzde popüler mizahçıların çoğu, sanki bu ülkede yaşamıyorlarmış gibi ve sanki mizahın tek görevi güldürmekmiş gibi davranmayı tercih ediyorlar. Ama sanatçı cesur ve akıllı olmalı.  O yüzden genç siyasetçilere ve mizahçılara hep şu iki nasihati veririm. Bir, siyasette söylediğiniz şeylerin mutlaka doğru olması gerekir. Ama siyaset bildiğiniz her doğrunun ulu orta söyleneceği bir alan da değildir. İki, siyasette de mizahta da başarıya giden yol üç basit cümleden geçer.  

Sevmeyi bilmek. Bilmeyi sevmek. Cesurca uygulamak. Dilerim bu söyleşiyi okuyanların da  yüreklerinden sevgi, içlerinden ümit, yüzlerinden tebessüm eksik olmasın. 

Ulvi Puğ, İncir Çuval ve Sen, Yakın Kitabevi Yayınları, 2024, İzmir