Ah şu performans, şu performans var ya sağlık sistemimizi etik kuralların dışına çıkardı. Hep söyledik, sağlıkta performans olmaz diye. Dinleyen olmadı. Dinleyenin olmadığı gibi hemen her yapılan işe de performans getirildi. Aile hekimliğine bile. Asli görevi 1. Basamakta koruyucu sağlık hizmeti vermek olan aile hekimlerimize bile günlük ortalamanız 76 hasta bakmazsanız daha az para alırsınız diye performans getirildi.
Performansla birlikte, hepimizin gittiği devlet hastaneleri, adeta ticarethaneler haline dönüştü. Sağlık sistemimiz her geçen gün içinden çıkılmaz bir hal aldı. Hani cesur bir savcımızın gayretiyle ortaya çıkan bebek cinayetleri konusu var ya, emin olun ki, sağlık sistemimizde ona benzer sayısız sıkıntılı durum var.
O ve benzeri ortaya çıkan bazı olaylar buz dağının sadece görünen yüzünden ibaret. Sağlıkta performans yaklaşık 20 yıldan bu yana devam ediyor. Performans sisteminden önce doktorların maaş ve emeklilik gibi özlük hakları, hâkimlerle savcılarla yaklaşık aynı düzeydeydi. Performanstan önce sağlık çalışanlarına üç ayda bir cüzi miktarda döner sermaye ödenirdi. Sonra bakanlık performans sistemini getirdi. Ancak kısa sürede işler çığırından çıktı. Doktorlar, tavandan döner sermaye alabilmek ve daha fazla hasta çekebilmek için birbirleriyle yarışmaya başladı. Deontoloji rafa kalktı, meslek etiği zarar gördü ve doktorlarımız adeta birbirine rakip oldu. Performans sistemiyle sezaryen ameliyatlarının puanı yükseltildi, doğum oranlarının yaklaşık % 50’si sezaryen ameliyatıyla oldu. Sezaryen ameliyatın puanı düşürüldü doğumlar normal oldu. Avrupa Birliği ülkelerinde bu oran bizim ülkemizden yaklaşık %50 daha düşük.
Üroloji uzmanı, 35 yaş üstü herkese sistoskopi yapmaya başladı. Performans puanını tavana çıkarmanın en kolay yoluydu; puan getirisi oldukça yüksekti. Döner sermaye tavandan yatmaya başladıkça hekimlerimizin keyfi yerine geldi. Beyin cerrahlarımız için ise bel fıtığı ameliyatı yapmak neredeyse rutin hale gelmişti. Acil servislerde, gece yarısından sonra, yani ortalık sakinleştiğinde, hastalar üzerine nöbetçi doktor adına kesi süturasyonu ve apse drenajı eklendiğini duyardık.
Hastane gelirini artırmak için hastalar, adeta tahlil, röntgen ve işlem bombardımanına tutuldu. Normal bir akciğer filminde aldığınız ışının yüzlerce katını tomografide alırsınız. Eğer tomografi çektirdiyseniz, mecbur kalmadıkça 6 ay boyunca tekrar tomografi çektirmeniz tıbben uygun değildir. Ancak hastane geliri artsın diye, her gittiği doktor hastalara tekrar tekrar tomografi çektirdi. Mamografide meme büyük bir basınçla sıkıştırılır ve ışın bombardımanına tutulur. MR’da ise hücrelerin ne kadar ısındığını kimse söylemez.
Hastalar, bakanlık tarafından korkutularak hastanelere yönlendirildi: ‘Tarama testlerinizi yaptırın, vitamininize, kolesterolünüze sürekli baktırın!’ diye defaten uyarılar yapıldı. Sonuç olarak, insanlar poşet poşet ilaç kullanmaya ve durmaksızın hastanelere akın etmeye başladı. Oysa bütün ilaçlar aslında birer kimyasal zehirdir; dikkatli kullanılmalıdır. Ama ne görüyoruz? Vatandaş her gittiği doktordan poşet poşet ilaçla çıkıyor.
Peki sonra ne mi oldu? İnsanlarımız sağlığını kaybetti. Kanser vakaları katbekat arttı. Hani diyorlar ya, ‘Kanser çevresel etkenlerden, sağlıksız beslenmeden arttı,’ diye; yalan söylüyorlar. Kanser vakalarının bu denli artmasının en büyük sebeplerinden biri de performans yasasıyla gelen yanlış tedavi yöntemleridir,
İşin en korkutucu yanı ise halkın bu durumdan memnun olmasıydı. Doktorların kendisiyle ne kadar ilgili olduğunu düşünüyor, tekrar tekrar kontrole çağrılmaktan hoşlanıyordu.
Halka göre sağlık sistemi çağ atlamıştı! Ancak zamanla şu korkunç tablo ortaya çıktı: Doktora gitmezsem, tahlil yaptırmazsam yaşayamam; kolesterolüm sınırda, vitaminim sınırda diye gezen bir toplum oluştu. Ve beklide binlerce insanımız performansın getirdiği yanlış uygulamalardan dolayı hayatını kaybetti. Bilin istedik.