Dolaylı etkiler, iklim değişikliğinin çoğaltan etkisine konu olan mevcut ekonomik, toplumsal ve siyasal sorunlar bağlamında karşımıza çıkmaktadır. Gıda fiyatlarındaki artıştan su kıtlığına, ekonomik daralma ve işsizliğin artışından sağlık sorunlarına kadar çok sayıda sorunun bir şekilde iklim değişikliği ile bağlantısı bulunmaktadır

İklim değişikliği günümüzün en önemli küresel sorunlarından birisidir. Çözümü her geçen gün daha acil hale gelen iklim sorunu, sadece gelecek kuşaklara yönelik bir tehdit oluşturmuyor. Bugün dünyanın her bölgesinde insanlar, iklim değişikliğinin etkilerini bizzat deneyimliyorlar.

Bu deneyim kimi zaman aşırı hava olayları, taşkınlar, sıcak dalgaları, kuraklık, deniz seviyesinin yükselmesi gibi somut iklimsel olaylar üzerinden doğrudan yaşanırken kimi zaman ise daha dolaylı etkiler üzerinden yaşanmaktadır. İster doğrudan ister dolaylı yollardan olsun iklim değişikliğinin olumsuz etkilerine en fazla maruz kalan toplumsal kesimler çoğu durumda sorunun ortaya çıkmasında en az payı olanlardır. Failleri ile kurbanları arasındaki orantısızlık, iklim sorununun en çarpıcı niteliklerinden birisidir. Dolayısıyla, iklim sorununa yaklaşımda hem sorununun ortaya çıkardığı doğrudan ve dolaylı etkilere hem de tüm bu etkilerin en çok kimleri ve ne şekilde etkilediğine bakılması önemlidir. İklim sorununun sadece teknik bir sorun olmadığı, aynı zamanda toplumsal adaletle yakından ilişkili siyasal bir sorun olduğu gerçeği, ancak bu tür çok yönlü bir bakış açısı ile kavranabilirİklim değişikliğinin toplumsal sonuçlarından birisi de göç hareketleridir. İklim değişikliği, ani veya yavaş gelişen olaylar nedeniyle göçe sebep olabildiği gibi mevcut göç hareketlerinin kentsel dinamikler üzerindeki etkilerini de artırmaktadır. Bugün dünyanın pek çok bölgesinde iklim değişikliği ile göç arasındaki çok boyutlu ilişkinin somut sonuçları gözlenmektedir. Bu sonuçların ileride daha da artacağı açıktır. İklime bağlı göç hareketlerinin bir kısmı zorunlu yer değiştirmeler olarak, bir kısmı da uzun süreli iklimsel etkiler nedeniyle isteğe bağlı göçler şeklinde gerçekleşmektedir. Zorunlu ya da isteğe bağlı bu göçler, kalıcı ya da geçici nitelikte olabildiği gibi, bazen ülke içinde, bazen de sınır ötesi hareketlerdir. Dahası, iklimsel afetler sonrası risk azaltımı ve yara sarma çalışmaları kapsamında kamu eliyle yapılan planlı yer değiştirme uygulamaları da iklime bağlı göçün bir türü olarak kabul edilmektedir.

BAKIŞ AÇISI

İklim değişikliği ve göç arasındaki ilişkinin ele alınmasında çok yönlü bir bakış açısına gereksinim duyulmaktadır. Aksi takdirde iklim değişikliğini sadece bir göç etmeni olarak ele almak gibi bir durum ortaya çıkar ki bu da konunun eksik biçimde kavranması anlamına gelir. İklim değişikliği, farklı türde göç hareketlerine neden olabildiği gibi, her ne nedenle göç etmiş olursa olsun bir bölgede yeni bir yaşam kurma arayışında olan göçmenler üzerinde olumsuz etkileri olan bir çevre sorunudur. Anayurtlarından farklı ve külfet ve zorluklar nedeniyle göçmenler ve mülteciler, tüm dezavantajlıalışkın oldukları toplumsal ilişki ağlarından uzak bir ortamda yaşamak zorunda kalmanın getirdiği ek gruplar içinde iklim değişikliğine karşı çoklu kırılganlıklarıyla ön plana çıkmaktadır. Dil problemi, sosyal dışlanma, gelir ve geçim kaynaklarının düzensiz ve yetersiz olması, düşük nitelikli konutlarda yaşama ve benzeri sorunlar göçmen grupların kırılganlıklarını arttıran unsurların başında gelmektedir. Bu çerçevede, merkezi ve yerel yönetimlerin, iklim ve göç ile ilgili plan ve politikalarını geliştirirken göçmen ve mültecilere ilişkin çoklu kırılganlık durumlarını dikkate almaları gerekmektedir.

KAÇINILMAZ

Günümüzde iklim siyasetinin ana aktörlerinden birisi olan yerel yönetimlerin, özellikle de belediyelerin, göç yönetişiminde de önemli bir aktör oldukları açıktır. Göç yönetişimi alanındaki mevcut çalışmalar; iklim kaynaklı göçün olabildiğince azaltılması (engelleyerek değil göçe zorlayan nedenleri ortadan kaldırarak), göçün kaçınılmaz olduğu durumlarda ise göçmenlerin insan hakları esasına dayanarak korunmalarını esas alacak şekilde göç sürecinin yönetilmesi gerektiğine işaret etmektedir.

Gerek iklim değişikliğinden kaynaklanan olumsuz etkilerin azaltılması yoluyla insanların göç etmek zorunda kalmalarının önüne geçilmesi gerekse göç nedeniyle beklenmeyen nüfus artışı ile altyapı ve kentsel hizmetler üzerinde ortaya çıkabilecek baskının yönetilmesi belediyeler açısından önemli eylem ve politika alanlarına karşılık gelmektedir. Belediyelerin bir yandan iklim değişikliği ve beklenmeyen nüfus artışı nedeniyle ortaya çıkabilecek olumsuzlukları azaltmaya yönelik veri temelli ve planlı çalışmalar yürütmesi, diğer yandan hak temtemelli bir yaklaşımla göç yönetişimi sürecinde rol almaları beklenmektedir. Belediyelerin iklim kaynaklı göçü azaltabilmeleri için öncelikle yetki ve etki alanlarında iklim değişikliğinin olası etkilerini kapsamlı bir şekilde araştırmaları ve bu etkiler içinde göçe neden olma ihtimali olanları belirlemeleri gerekmektedir. Bu tespitlerin ardından, göçü tetiklemesi muhtemel iklimsel etkilere maruz kalacak bölgeler ile toplumsal kesimlere yönelik iktisadi, sosyal ve mekânsal politikalar geliştirilmelidir. Bu politikalarla, olası göç nedenlerinin ortadan kaldırılması ya da göçü tek seçenek olmaktan çıkaracak uyum seçeneklerinin sağlanması hedeflenmelidir.

GÖÇMENLERİN KORUNMASI

Göçmenlerin korunması ise göçün kaçınılmaz olduğu durumlarda göç etmek zorunda kalan kişi ya da grupların kendi kaderleri ile baş başa bırakılmamaları anlamına gelmektedir. Göç etmek ve bu yolla yeni bir yaşam arayışı içinde olmak, temel bir insan hakkı olarak görülmeli ve bu haktan yararlanmak isteyenlere destek olunmalıdır. Bu kapsamda belediyeler, yetki ve etki alanlarındaki göçmen grupların temel yaşamsal ihtiyaçlarını sağlayacak tedbirleri almalıdır. Bunun ardından, diğer dezavantajlı gruplarla birlikte göçmen grupların iklim değişikliği karşısındaki kırılganlıklarını tespit etmeli ve kırılganlıkları en aza indirecek, rezilyansı arttıracak eylem ve politika seçeneklerini geliştirip devreye sokmalıdır. Aksi takdirde, göçmenlerin ve diğer dezavantajlı grupların süreç içinde daha da marjinalleşmeleri ve kırılganlıklarının daha da artması kaçınılmaz olacaktır. Bu değerlendirmeler ışığında bakıldığında, iklim değişikliği ve göç olgularının belediyelerin omuzlarına ağır bir yük ve büyük bir sorumluluk yüklediği açıktır. Halihazırda kaynak ve kapasite sorunları başta olmak üzere pek çok sorunla karşı karşıya olan belediyelerin, iklim değişikliği ile göç ilişkisinden kaynaklı sorumluluklarını başta merkezi yönetim olmak üzere diğer paydaşlardan destek almadan yerine getirmeleri gerçekçi değildir. Bu nedenle, göç konusundaki uluslararası hukukun ve yönetişim çerçevesinin, iklim değişikliğini de gözetecek şekilde yenilenmesi her geçen gün önem ve aciliyet kazanmaktadır. Oysa bugün iklim değişikliğini göç etmeni olarak kabul eden ve iklim göçmenlerine koruyuculuk sağlayan, göç ettikleri ülkelerde destek görmelerine ve kırılganlıklarının azaltılmasına imkân veren bağlayıcı bir anlaşma bulunmamaktadır. Uluslararası düzeyde yeni hukuk ve yönetişim araçları gelişene kadar, eldeki mevcut araçların etkin kullanımı da belediyeler açısından önemli bir fırsat penceresi olarak görülmelidir. Bu fırsat penceresinin farkında olan bazı kentlerde iyi uygulamalar gözlenmektedir. Göçmenlere dil desteği sağlayan düzenlemeler, geçici barınma ve acil durum sığınma evleri oluşturulması, genç göçmenlere belli sektörlerde istihdam önceliği verilmesi gibi uygulamalar önemli örnekler olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu uygulamaların artırılması için belediyelerin proaktif bir politika yapma yaklaşımını benimsemeleri ve bu bağlamda mevcut plan ve politika araçlarını etkin bir şekilde kullanmaları gerekmektedir. Bunun akla en yatkın yollarından birisi, yerel iklim mücadelesi ile göç yönetişimi arasında güçlü ilişkiler kurmaktır. Belediyeler, yerel iklim mücadelesi kapsamında halen kullanılmakta olan bazı plan ve politika araçlarını, hem göçmen grupların iklim değişikliği karşısındaki kırılganlıklarını giderecek hem de iklime bağlı göçten kaynaklanacak olası sorunlara yanıt üretecek şekilde uyarlayıp kullanabilirler. Bu araçlar içinde en önemli ikisi; İklim Eylem Planları ve Risk ve Sosyal Kırılganlık Analizleri’dir. Bu koşullar arasında; planların doğru yöntem ve içerikte hazırlanmaları, kanıta dayalı olmaları ve yere özgü güncel veriden hareketle üretilmeleri yer almaktadır. Doğru yöntemle hazırlanan iklim eylem planları, belediyelere kendi bölgelerini tehdit eden iklim değişikliği etkilerini tespit etme ve bu etkiler içinde göç hareketlerine neden olma ihtimali olanları da belirleme olanağı verecektir. Göçün olabildiğince azaltılması hedefi doğrultusunda belediyeler, iklim eylem planlarında göç etmeni olarak tespit edilen iklimsel etkilere yönelik somut tedbir ve eylemleri geliştirebilirler. Bunların yeterli olmadığı ve göçün kaçınılmaz olduğu durumlar içinse, ilgili kesimlere “korunaklı göç” olanağı sağlayacak tedbir ve önlemlere iklim eylem planının önerileri arasında yer verebilirler.

BAĞLAYICILIK İLİŞKİSİ

İklim eylem planları kapsamında göçün ele alınışı yukarıda sayılanlarla sınırlı değildir. Bir yerleşmede gözlenen iklim değişikliği etkileri, o yerleşmede yaşayan tüm toplum kesimleri için olumsuz sonuçlar yaratmaktadır. Bu olumsuz sonuçlar, korunmasız ve dezavantajlı toplum kesimleri üzerinde daha orantısız bir biçimde kendisini göstermektedir. İklim değişikliği, çoklu kırılganlıkları sebebiyle göçmenleri, yerleşik gruplara kıyasla daha ağır ve şiddetli biçimde etkilemektedir. Dolayısıyla belediyelerin, yetki alanlarında kapsamlı risk ve kırılganlık analizleri yapmaları, iklim eylem planlarını hazırlamalarına da ciddi destek sağlayacaktır. Ancak her iki plan ve politika aracı arasında bağlayıcılık ilişkisi kurmak zorunlu değildir. İki çalışma birbirinden bağımsız olarak da geliştirilebilir. Risk ve sosyal kırılganlık analizleri iklim değişikliği bağlamında ele alındığında, belli bir bölgede olumsuz iklimsel etkilere maruz kalacak toplum kesimleri içinde en savunmasız olanların, diğer bir deyişle zarar görebilirliği en yüksek olanların tespit edilmesini amaçlamaktadır. Butespit, sadece ilgili toplumsal kesimlerin belirlenmesi ile sınırlı değildir. Her iki amaca yönelik olarak eylem ve politikaların geliştirilmesi ve uygulanması da ağırlıklı olarak belediyelerden beklenmektedir. Belediyeler, ulusal ve uluslararası yönetişim aktörleri üzerinde oluşturacakları baskı ve taleplerle, iklim değişikliği ile göç ilişkisinin yönetişimi alanındaki boşluğun giderilmesi için çaba göstermelidirler. Bunun yanı sıra, yerel iklim yönetişiminin mevcut plan ve politika araçlarını, iklime bağlı göçten kaynaklı sorunları ve göçmenlerin iklim değişikliğine bağlı kırılganlıklarını ele almaya olanak verecek şekilde uyarlamalı, geliştirmeli ve kullanmalıdırlar. Diğer bir deyişle, kitlesel göç alan belediyeler başta olmak üzere belediyeler, yerel iklim mücadelesi çalışmalarına daha fazla önem vermeli ve bu çalışmalar ile göç konusu arasında güçlü ilişkiler kuracak adımları atmalıdırlar. Sürdürülebilir bir gelecek kurmanın yolunun yerelden geçtiği, anahtarının ise yerel yönetimlerin ellerinde olduğu unutulmamalıdır.

KAYNAK : Osman Balaban, Busen Özgür, Begüm Sakar