Sevgili Dünyam,
Sana ettiğimiz kötülüklere cevap verdin. Aylardır tüm yeryüzün, bir aydır Anadolu diye bir yer, vatanımız, ıssızlık içinde. Aslında ıssız değil; sadece insansız… Sokağa çıkan pek az i...
Sevgili Dünyam,
Sana ettiğimiz kötülüklere cevap verdin. Aylardır tüm yeryüzün, bir aydır Anadolu diye bir yer, vatanımız, ıssızlık içinde. Aslında ıssız değil; sadece insansız… Sokağa çıkan pek az insan betonlar üzerinde özgürce ambara yiyecek taşıyan karınca kalabalığını görüp şaşırıyor. Tepelere kadar uzanan merdivenlere pek az insan ayağı değiyor ve insansız merdivenleri yosunlar kaplıyor. Kaldırım taşlarının arasından otlar, insan ayağından azade boy veriyor. Sen ıssız değilsin, Sevgili Dünyam. Sen bizsiz kaldın sadece.
Tramvay, otobüs, vapur saatlerine artık bakmıyorum bile. Zaten çok seviyordum bisikleti, şimdi onunla beraber olmanın kıymetini daha çok biliyorum. Mahallemde artık daha çok gördüğüm karıncalara, otlara, arabalardan ve insanlardan korkmadan yayılan kedi ve köpeklere bakıyorum. Ardımda bir rüzgar, Konak’a doğru bisiklet sürüyorum.
İşte Konak Meydanı. Bu şehre geldiğimden beri, bu meydan geçmek bana hep güç verdi. Sanki başka bir şey bulacağım burada. Sanki hayatımda eksik kalan bir şey var da burada bekliyor beni.
Şimdi bisikleti kenara çekip meydana bakıyorum. Her gün insan ayaklarının varlığına alışmış güvercinler bir mabede bakar gibi kıpırtısız duruyorlar. Yem satıcıları bir felaketin ortasında olduklarının farkında; ama dergahı terk etmek istemeyen müritler gibi kuşlara ve meydana bakıyorlar.
Kim bilir hangi dağ doruğundan, köylerden, yamaçlardan toplanıp esir edilen güvercinler, o dağ yalnızlığını hatırlıyor şimdi. Oysa onlar da meydandaki kalabalığa onların attığı yemin iyilik haline alışmış ve inanmıştı. Kuşlar, dağlardaki ıssızlığı değil, insan seslerini özlüyor. Ve biz insanlar kendimizi güvercinler kadar yalnız hissediyoruz.
Meydanı terk etmeyen bir kişi daha var. Bir kadın, bir gül satıcısı. Bisikletten inmeden meydana bakan ve bana doğru geliyor, “Abe, boyuna kurban olduğum. Sevgilin vardır bekleyen, alasın ona bir gül!”. Ben meydanın fotoğrafını çekmekle meşgulüm. Ona bakıyorum, duruyor bir an. “Alasın bir gül, ama çekmeyesin beni” diyor. Gülümsüyorum. Başka zaman olsa meydanda bize asılıp duran gül satıcılarının yüzüne bakmam. Şimdi bir insanın varlığının nasıl bir renk olduğunu bir daha görüyorum. Kadının yüzüne bakıyorum. Cegerxwin’in çok sevdiğim “Gül Satıcısı” şiirindeki satıcıya hiç benzemiyor. Ama o şiiri hatırlatıyor bana:
“Uykudan uyanınca/bir gül satıcısı gördüm/çok mutlu oldum/çünkü gönül verene/gül veriyordu (…) Ben de canı da gönlü de verdim/gönül haykırdı/Ey Cegerxwin/gönlü güle mi veriyorsun!/Gönlü güle mi veriyorsun”
Güllerin içinden bir tane seçtim. Gidecekken, “Sağ olasın Romanyalı paşası” dedi. Bisikletimin önüne koyduğum güle bakıp tebessüm ediyordum.
Gazetemin önüne geldim, canım Dünyam. İçeride çok az meslektaşım var. İçeri girmiyorum. Sevgili Aylin ablam balkonda.
“Nasılsın, Mazlum?”
“Türkiye gibiyim abla. Sen nasılsın?”
“Türkiye iyi be oğlum, dünya gibiyim”
İşte böyle Sevgili Dünyam, aslında hepimiz Türkiye kadar mahzun bir gül, senin kadar yorgun ve uykusuzuz. Ama umudumuz yerinde. Bekle bizi Dünya, seni ellerimizle sevgiyle saracağız, daha fazla.
Üzdük, kırdık seni. Ama sen de bizi bağışlayacaksın biliyoruz.
Yeniden “merhaba” diyeceğiz…