Gazeteci Adem Sarıkaya “Gediz’in Bitmeyen Kavgası” adlı belgeselinde İçbatı Ege’den başlayarak İzmir’e uzanan havzada doğanın ve tarımsal faaliyetlerin nasıl tükenme noktasına geldiğin...
Gazeteci Adem Sarıkaya “Gediz’in Bitmeyen Kavgası” adlı belgeselinde İçbatı Ege’den başlayarak İzmir’e uzanan havzada doğanın ve tarımsal faaliyetlerin nasıl tükenme noktasına geldiğini anlattı
İzmir’in tanınmış gazetecilerinden Adem Sarıkaya “Gediz’n Bitmeyen Kavgası” belgeselini tamamladı. Önümüzdeki günlerde ilk gösterimi Çiğli Belediyesi’nde yapılacak belgeselde Ege köylerinin maden alanları ve JES’ler başta olmak üzere yaşam alanlarında verdikleri mücadeleyi anlatıyor. Sarıkaya, “500 hayvanı olan adam, 300’e, 200’e indirmiş. 10 - 15 çobanın olduğu köyde, 2 tane çoban anca kalmış. Bu da Gediz’in beslediği toprakların talan edildiğini gösteriyor” dedi.
Sayın Sarıkaya, bize bu belgeseli çekme fikrinizden ve ekibinizden söz eder misiniz?Tabii, ben şimdi çocukluğumdan beri Gediz Havzası Bölgesi’nde yaşadığım için, yıllar içindeki değişimi de yakından gördüm. Havzadaki özellikle son 10 yıldır bu çevrenin yağmalanmasını, katledilmesini yakınen gördüm. Taş ocağı girmeyen nerdeyse dağ, tepe kalmamış durumda… Yani yol üstünde geldiğimizde bile en basiti JES’ler, ormanlardaki açılmaya çalışılan madenler… Bunları gördükçe doğaya karşı, çevremize karşı duyarlılık oluştu. Toplumda da bende de duyarlılık oluşmaya başladı. Oradan yola çıkarak böyle bir Gediz belgeseli yapmaya karar verdim. Aslında bir nevi kendi topraklarımı savunmak… Doğduğum, büyüdüğüm, ailemin, atalarımın doğduğu toprakları savunmak için bu işe girdim.
Bu duyarlılık kişisel bir duygusallıktan, etkiden mi yola çıktı, yoksa çevrendeki rahatsızlığı görmek mi bunu tetikledi?
Tabii yani şimdi birçok anımın olduğu yer var orada. Çocukluğumdan bu yana, gezdiğim gördüğüm, yaşadığım, arkadaşlarımla oturduğum yerlerden söz ediyorum. Arkadaşımla oturduğum bir çeşmenin başına gittiğimde yıllarca akan çeşmenin bir maden yüzünden kuruduğunu görüyorsun. Derelerin kuruduğunu görüyorsun. Yani anıların kayboluyor aslında. Geçmişin kayboluyor. Bu sadece doğaya yapılan, iki ağacı kesmek değil aslında. İnsanı da kökünden koparıyor.
Belgesel çekimi için kaç gün çalıştınız? Çalışma planınızda mülakat yaptığınız kişilere yol üzerinde rastlayıp ekledikleriniz oldu mu?
Şimdi tabii belgesel yapmak için ön çalışma aşaması oldu önce. Yaklaşık bir ay. Tabii benim geçmişten de tanıyıp, rastlaşıp yıllardır muhabbet ettiğim insanlardan, haber kaynaklarımdan da yer verdiğim oldu bu belgesel içinde. Ön çalışma sürecinden sonra yaklaşık bir buçuk 2 ay bir çekim sürecimiz oldu. Arkasından bir ay bir kurgu dönemimiz oldu. Yol üstünden eklediğimiz insanlar elbette oldu yani belgeseli yaparken, çünkü hiç gitmediğim yani gitsem de tanımadığım insanların olduğu bölgeler vardı. Örneğin, Gediz Çukurören’de vardı böyle bir şey. Biliyordum ama mesela Ömür Ağabey’i tanımıyordum ben. Oradakilerin yönlendirmesiyle o anda gelişen bir şeydi o.
TANIDIK ALANDA ÇALIŞMAK
Oralı olmanın, bir belgesel çalışmayı çekmenin rahatlığını tahmin ediyorum. Sonuçta bir akrabalık ilişkisinden tutalım sonuçta kişisel tarihinin geçtiği yer. Peki bir dezavantaj sezdin mi bu işi yaparken?
Tabii dezavantajı da var bu işin yani, bilmek bir artı ama bilmek aynı zamanda eksi de. Çünkü yeri geliyor, belli konulara yanlı da yaklaşabiliyorsun. Senin için önemli olan yer aslında bölge için çok önemli olmayabilir. Çünkü duygusal hisler. Duygusallık işin içine girmeye başlıyor. Duygusallıkta da mesela, belgeselde fark ettim; ben aslen Uşaklıyım. Uşak’a fazla yer ayırdım ben. Uşak bölgesine fazla yer ayırdım. Normalde İzmir’e daha az yer ayrıldı. Aslında İzmir’e daha çok yer ayırmam gerekiyordu. Bu bir dezavantaj oldu.
Zaman içinde bu eksikliği görüyorsunuz. Peki, toprağa ve hayvancılığa dayalı alanların daraldığı vurgusunu konuklarınız söylüyor. Peki insanların ekmeğini alan bu zehirli hâl karşısında toplumsal mücadele ne denli etkili ve sürekli?
Şunu söyleyeyim ben, insanların mesela hiç tepkinin gelmeyeceğini düşündüğü bölgelerde çok sağlam bir direnç oluşmuş durumda. Ama direncin oluşması gereken bölgelerde ise insanların biraz daha işi serdiklerini görüyoruz. Yani, mücadeleden kaçtıklarını görüyoruz. Mesela, İzmir’deki bu konudaki mücadele daha yüzeysel kalmış durumda.
Kırsalda mı daha etkili?Kırsalda daha etkili. Çünkü kırsalda insanların hayatını bire bir etkiliyor. Mesela, İzmir’deki insan parasını tarladan kazanmıyor, topraktan kazanmıyor. Bir şekilde sanayiden ya da ona bağlı yerlerden kazanıyor. Ama Uşak’taki, Kütahya’daki, Salihli’deki, Kemalpaşa’daki, Turgutlu’daki insan, bu mücadelenin içinde. Bire bir madenlerin, JES’lerin ya da taş ocaklarının, kirlenmenin daha somut sonuçları ile karşı karşıya kalıyor. Adamın mahsulü düşüyor. Ya da çiftçi eskiden koyununu, keçisini alıyormuş, dağa çıkarıyormuş. Dağda güdüyormuş, bu da tabii adamlar için bir artı ama maden gelmiş, yolu kesmiş ya da adamın hayvan güttüğü yerler artık maden alanı olmuş. Çıkamamaya başlamış. 500 hayvanı olan adam, 300’e, 200’e indirmiş. 10 -15 çobanın olduğu köyde, 2 tane çoban anca kalmış. Bu da Gediz’in beslediği toprakların talan edildiğini gösteriyor.
Şimdi diyelim ki bugün, Gediz Nehri üzerinde bu yapılanların hepsinden vazgeçildi. Öyle bir varsayımda bulunalım. Doğanın kendine gelmesi, bahsettiğin tarımsal yaşama bir parça dönülmesi diyelim. Ne kadar sürer? Bununla ilgili uzman görüşü alabildin mi?
Bu konudaki uzman görüşü, Çevre Mühendisleri Odası eski başkanı mesela, Helil İnay Kınay’ın söylediği bir söz vardı. “Biz şu anda doğru adımları yapsak, geri döndürmeye çalışsak bunun ilk etkisini 20 sene sonra almaya başlarız” diyordu. 20 sene çok uzun bir zaman dilimi ama aslında insanlık tarihinde de çok kısa bir zaman dilimi. Yani Gediz’de aslında hiçbir şey daha bitmedi. Gediz Havzası hem küresel iklim ısınması hem de bu maden ocaklarının yarattığı tahribata daha doğrusu maden ocaklarının demeyelim insanın yarattığı tahribata karşı henüz tamamen savunmasız değil. Kurtarılabilir, döndürülebilir. Tabii kucağımızda bulduğumuz şimdi maden havuzları da var. Bunları ne yapacağız? Bunlar çok daha uzun süreçler ama en azından yani belli yerlerde hapsedip daha büyük alanları kirletmesine engel olabiliriz biz.
YA ÇEVRE HABERLERİ?
Peki, meslektaşlarımız bu konuyu ne kadar gündemde tutuyor? Sen bu konuyla ilgili bir haber taraması yaptın mı, inceledin mi? Haber yoğunluğu nedir? Meslektaşlarımızın buna ilgisi ne?
Çevre haberleri yapmak diğer haberlere göre hem getirisi az hem de külfetli işler. Yani en basiti, Gediz Havzası ile ilgili bir haber yapmak istediğinizde günümüzün şartlarında arabaya binip, gitmesi gelmesi, orada vakit geçirmesi gerçekten ciddi tutarlar. Özellikle gazeteciler için. Bir de bu gazetecinin para kazandığı alanlara ters düşüyor. Para kazanamıyorsun bu alanda. Sana bir artı getirisi yok. Sen Gediz Havzası’nda bir çevre mücadelesi verirken bir kurum gelip de sana ‘Gel kardeşim, bu parayı vereyim, burada mücadele et’ demiyor. Hatta büyük şirketleri karşına alıyorsun. Belli yerlerde ilan aldığın insanlarla ters düşüyorsun. Çünkü insanın olduğu her yerde doğaya karşı tahribat var. İstese de istemese de… Önemli olan bunu minimuma indirebilmek. En aza indirebilmek. Ama burada bu haberi yaparken belli şekilde karşı karşıya geliyorsun insanlarla. Tarama yaptığımda, önceden yapılan çalışmalar var. Özellikle Gediz Havzası, Türkiye’de en fazla çalışma yapılan alanlardan biri. Hem haber hem araştırma hem dosya… Çok fazla var ama kesintiye uğramış. Bir devamlılığı yok bu işin.
ÖNERGELERİN İÇERİĞİ
Meslek örgütleri belgeselde epeyce yer alıyor. Onların görüşlerini dinledik. Peki Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde gündeme gelmesi konusunda bugüne kadar neler yapıldı? Yani soru önergelerine denk geldiniz mi örneğin? Bu sorun ne kadar tartışılmış Meclis’te?Bunu en fazla tartışan, baskıyı kuran, Gediz Havzası’yla ilgili bölge-şehir Uşak. Tabii Uşak milletvekillerinin, Kütahya milletvekillerinin, bölge insanının da talepleri doğrultusunda belli soru önergeleri var. Tunç Soyer’in bu konuyla ilgili çalışmaları var. Ciddi çalışmaları var, kamuoyuna yansıması konusunda. Verilen soru önergeleri var ama ben şunu görüyorum; şimdi -insanın karşısında- burada maden açan şirketler var. JES yapan şirketler var. Mücadele JES’e karşı veriliyor ama somut bir figür var aslında. O somut figürlerle uğraşan insanlar yok. Genelde, tepeden, yukarıdan genel soru önergeleri verilmiş. O şirketlerin oradan ne kadar para kazandığı ne kadar vergini verdiği bile konuşulmamış, tartışılmamış.
Son olarak belgesel ne zaman gösterilecek? Yaptığınız bu belgeselin görünür olmasının çevre mücadelesine nasıl bir katkı sunacağını düşünüyorsun?
Çiğli Belediyesi’nde ilk bu gösterimi yapacağız. Arkasından bölgedeki aktivistlerin hepsi benden belgeseli istiyorlar çünkü aktivistler şunu yapmak istiyor aslında; biraz da buna hizmet etmek içindi bu. Özellikle Kütahya, Uşak, Salihli bölgelerinde belgesel köy köy gezdirilecek, gösterilecek. Kahvelerde, derneklerde… Çünkü en basitinden mesela, Eğriöz Kütahya’da altın madeni açılması söz konusu. Orada bir mücadele var. Muratdağı’nda altın madenine karşı mücadeleyi kazanan Muratdağı’na Dokunma Platformu, EGEÇEP’e bağlı kurumlar ya da yan kuruluşlar Eğriöz bölgesinde bu belgeseli izlettirmek istiyor. Çünkü kazanılan bir mücadele var ve köylere bir umut bu. ‘Biz bu mücadeleyi kazandık ve arkadaşlar geldiler bu belgeseli çektiler. Aslında biz toprağımızda mücadele verdiğimiz anda bunu kazanabiliyoruz’ demek için. Salihli’de izletilecek JES’lere karşı çünkü yüzlerce JES kuyusu var. Daha ne kadar açılacağı belli değil ve bunun nereye varacağı belli değil. Oradaki insanların sorununu düşünen yok.