Geçtiğimiz hafta bu sütunda hayat pahalılığını yazmış, bunun gerek siyaset, gerekse sosyal hayatta ağır sonuçları olabileceğine işaret etmiştim. Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan herhalde beni...
Geçtiğimiz hafta bu sütunda hayat pahalılığını yazmış, bunun gerek siyaset, gerekse sosyal hayatta ağır sonuçları olabileceğine işaret etmiştim. Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan herhalde beni duymuş olacak ki, (tabii bu işin şakası) hafta içinde bu konuyla ilgili açıklamalar yaptı. Son olarak, BM toplantılarına katılmak üzere ABD’ye hareketinden önce de konuyu bir kez daha vurguladı.
Devlet dediğin, vatandaşını ezdirmez, ezdirmemeli. Devleti de milletin 5 yıllığına seçtiği iktidar yönetiyorsa, buna elbette kayıtsız kalamaz. Muhalefetin iddia ettiği gibi, “İktidar şatafat içinde saltanatını sürdürüyor. Milletin halinden anlayan yok!” tarifi belki gerçekleri tam da yansıtmıyor olsa da, bence tehlikeli bir gidişattır. Muhtemelen Cumhurbaşkanı ve kurmayları bunu gördüler ki, el koyma ihtiyacı duydular.
Ben Sayın Cumhurbaşkanı’nı bu konuda samimi buluyorum. Belki bürokrasi bugüne kadar olan serzenişleri duymamış veya kulak ardı etmiş olabilir. Ama, şikayetler Cumhurbaşkanı’nı rahatsız etti ise, bir çözüme ulaşılacağı konusunda ümit var olmak lazım. Zira, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile yönetiliyoruz. Ve bu sistem, tüm sorumluluğu, muhalefetin “Tek adam” dediği Cumhurbaşkanı’na yüklüyor. O’na de gereğini yapmak düşüyor.
Ancak ben bunun, yani “aşırı fiyat artışları”nın önüne nasıl geçileceğine bir türlü akıl sır erdiremiyorum. Devletin, her marketin, her AVM’nin önüne birer denetçi koyması mümkün değil. Peki ya nasıl olacak? Ben ne maliyeciyim, ne de muhasebeci ve mali müşavir. Bu konu elbette birer uzmanlık işi. Sanayii ve Ticaret Bakanlıklarımızın bu konuda uzmanları herhalde vardır diye düşünüyorum.
Yaşadığım basit bir “fiyat oyunu”nu hemen burada kısaca anlatayım. Alışverişlerimi genellikle dev bir süpermarket zincirinden yapıyorum. İki malın fiyatı ile alıcının hissetmeyeceği şekilde oynanıyor. Bir kez aldığınız malı ikinci kez almaya gittiğinizde arada 3-4 liraya yakın fiyat artışı olduğunu görüyorsunuz. Düşünün bir kere, o markette binlerce çeşit mal var.
Bir diğer oyun var ki, tam bir ahlaksızlık. Başıma geldiği için yazıyorum. Bazen raftan seçtiğiniz ürünün fiyatı, kasaya geldiğinizde üç beş lira birden oynayabiliyor. Eğer o gün sepeti hesap etmeden doldurup kasaya geliyorsanız ve elinize tutuşturulan fişe de bakmadıysanız yandınız. Bunu 3-5 malda yapsalar, milyonlarca lira haksız elde etmiş olurlar. Bunun önüne geçmek de alışverişi yapanın elinde. Siz siz olun, raf fiyatı ile kasa fiyatını mutlaka karşılaştırın.
Elbette kimseyi suçlamıyorum ama maalesef “çaktırmadan” hırsızlık yapmak bu ülkede toplumun her kesiminde alışkanlık haline gelmiş vaziyette. Bunun önüne geçmek, öyle eğitimle de ve dindarlıkla da felan olmuyor. İnsanlar bile bile hak etmedikleri paraları tüketiciden çatır çatır alarak “helal-haram”a bakmadan çoluk-çocuklarının kursaklarına gitmesine göz yumabiliyorlar.
Aslında bu yaşadıklarımız, böyle yüzde 99’u Müslüman olan bir ülkede nasıl oluyor, bunu da anlamak mümkün değil. “Kul hakkı” öyle kolay kolay ödenebilecek bir şey değil. Üzerinizde kul hakkı ile bu dünyadan göçüp giderseniz vay halinize. “Ya arkadaş, kul hakkına kim riayet ediyor ki” dediğinizi de duyar gibiyim. Olsun siz dikkat edin ki, ahiretinizi tehlikeye atmayın. Zira Yüce Allah (C.C.), “Bana kul hakkı ile gelmeyin!” diyor. Bizden hatırlatması…