Üzülüyorum yahu. Zira olan vatandaşa oluyor. Halkımız bir yanda ekonomik krizi iliklerine kadar yaşarken, kıt kanaat ödediği vergilerle hazineyi dolduruyor. O hazine ki hem iktidarın hem de yerel yönetimlerin harcamalarının kaynağı durumunda. Yani kaynak halkımız. Ama bu kaynağı harcayanlar ise bizi yönetenler.
Peki bizleri yönetenler bizden aldıkları bu vergileri, doğru yerde ve zamanda doğru hizmetlere harcıyorlar mı? Bu soruya tamamen "evet" veya "hayır" demek mümkün değil. Arada "elzem" olmayan işlere harcanan paralar olmuyor değil. Olmaz mı? Hem de pek çok. Yani "har vurulup harman savrulan" işler de oluyor ki, bu ekonomik krizde hiç de doğru bir şey değil bu. Beyt-ül Mal'i itinalı kullanmak gerek. Çünkü bunun büyük vebali var.
İsraf haramdır. Ama, "İsrafa dikkat eden var mı?" diye sorsanız kendim de dahil pek de olumlu cevap veremem. Maalesef eskiden "üretim toplumu" iken, bugün "tüketim toplumu" haline getirilmemizin sonucudur ki, toplumumuzda israf, kadına ve çocuğa şiddet, sıra dışı asayiş ve terör olayları yaşanmaktadır. Bunların toplamı bir "ahlak erozyonunun” sonucudur. Maalesef bilgi ve teknolojide ilerlerken, artması gereken "insani değerler" giderek yok olmakta, insan bir "canavar" veya "robot" haline gelmektedir.
Peki bu iş nasıl düzelecek? Biraz zor görünüyor. Hani geçmişte "Topyekün kalkınma" diye bir kavram vardı ya. Şimdi de "Topyekün ahlaklılaşma" ya ihtiyaç olduğu malum. Kul hakkının gözetilmesi, küçüğün büyüğe, büyüğün küçüğe saygı ve sevgi göstermesi, ana babaya saygı, onların hiçbir zaman yalnız bırakılmamaları, işyerinde hakka ve hukuka dayalı bir düzen. Devlete ve millete sahip çıkmak. Tüm bunlar bir ülkenin refahı için gerekli. Ancak zannediyorum ki biz bunlardan bir hayli uzaklaştık. O nedenle son zamanlarda başımıza gelmeyen kalmıyor.
İnsanlarımız, sosyal medyanın da körüklemesi ile, yaşanan olumlu veya olumsuz olaylardan anında haberdar oluyor. Geleneksel medyamız da bu olayları ve özellikle olumsuzluk içerenleri görevi gereği topluma yansıtmak zorunda kalıyor. Evet, abartılanlar, günlerce ekranlarda evrilip çevrilenler yok mu? Var. İşte tüm bunlar ister istemez insanımızın beyninde yer ediyor ve yoruyor. Nasıl bir akıllı cep telefonuna çok sayıda veri yüklersiniz de artık işlemez hale gelir. İşte o misal artık düşünemiyor ve muhakeme edemiyoruz.
Peki tüm bunlar bilinçli mi yapılıyor acaba? Bilinçli diyenler de var, mecburiyetten görenler de. Bilinçli diyenlerin savı, toplumun yaşadığı gerçeklerden uzak tutulması. Yani ekonomik kriz, hayat pahalılığı, yolsuzluk ve akçeli işlerden haberdar olunmaması için tüm dikkatlerin, ekranlarda konuşulanlara, manşetlerde verilenlere çekilmesi için. İyi de bu daha ne kadar sürecek. Zira “gerçeklerin bir gün su yüzüne çıkması gibi bir huyu vardır” demiyor muyuz hep.
Ancak siz ne derseniz ne söylerseniz söyleyin, bu memlekette herkes pervasızca bildiğini okuyor. Yazık! Koltuğu kapan, o koltuk sanki ebediyyen altında kalacakmış gibi davranıyor. Eline geçirdiği imkanları hovardaca kullanıyor. Etrafa emirler savuruyor. Hiç de o koltuğun bir sorumluluğunun olduğunun farkında olmuyor. O koltuğa güç vermesi gerektiği halde o koltuktan güç alarak, insana yapmadığını bırakmıyor. Orada bırakacağı izlerin, kendinden sonra geleceklere kötü örnek olabileceğini hiç mi hiç düşünmüyor. Ya sonra. O koltuktan düştükten sonra da maalesef yüzüne bakan olmuyor.
İşte tüm bunları yaşayan ve gören insanımız umutsuzluğa kapılıyor. Bir toplum için “umutsuzluk” en kötü durumdur. Ülkenin “beka” sorunudur. Giderek kötüleşen, birbirinin gırtlağına sarılan, öldürmeyi kendinde hak sayan bir dünyada, umutsuz olmak demek “yok olmak” demektir. Bunu bu topluma yapmaya kimsenin hakkı yoktur. Titreyip kendimize dönmek zorundayız. Tarihimiz, önderlerimiz ve asil kanımız buna müsait…