CHP’li 11 büyükşehir belediye başkanı, hafta içinde İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin ev sahipliğinde toplanarak, bundan böyle “su politikaları” konusunu masaya yatırdılar ve günün sonunda bir manifesto...
CHP’li 11 büyükşehir belediye başkanı, hafta içinde İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin ev sahipliğinde toplanarak, bundan böyle “su politikaları” konusunu masaya yatırdılar ve günün sonunda bir manifesto (kararlılık yemini) imzaladılar.
Bu toplantının İzmir’de yapılmasından ve de Türkiye’nin önemli illerini yöneten CHP’li büyükşehir ve diğer bazı belediye başkanlarını ağırlamaktan son derece mutlu olduk. Bu konularda, Başkanımız Sayın Tunç Soyer’in önderlik yapması da ayrı bir mutluluk kaynağı elbette.
Buraya kadar her şey çok güzel.
İzmir’in muhalefet milletvekilleri, (Yanlış anlaşılmasın AK Parti İzmir’de muhalefette olduğu için öyle yazdım) bu “Su zirvesi”ni kıyasıya eleştirdi. Yaşananlar ile gerçeklerin birbiriyle uyuşmadığını ileri sürdü. Hani haksız da değiller yani.
Maalesef Türkiye’de ister genel isterse yerel yöneticiler olsun yapılan böyle önemli toplantılarda türlü türlü kararlar alır ama o kararlar bir şekilde hayata geçirilemez. Yazılıp çizilenler toplantının ardından tozlu raflara kaldırılır veya sümen altı edilir.
Neyse biz eleştirileri bir kenara bırakalım da, gerçeklere bakalım.
Efendim, su deyince o kadar geniş bir konu ki. İçme suyu var, kullanma suyu var, sulama suyu var. Barajı, göleti, deposu derken, ülkenin su rejimi başlı başına bir derya. Hatta buna belki de denize muhtaç olacağımızı da düşünerek deniz suyunu da katmak gerekiyor. Hatta hatta yağmur suyunu da.
Peki, suyumuzu ne kadar koruyabiliyor, sahip çıkıyor, tasarruf yapabiliyoruz. Maalesef bu konuda içimizi ferahlatan veriler göremiyoruz. Hala hoyratça, bilinçsizce ve vahşice bir su kullanım alışkanlıklarımız var.
İlk önce evlerimizdeki çeşmelerimiz tasarrufa uygun değil. Bazı özel binalar ile lüks otellerde ancak fotoselli armatürleri görebiliyoruz. Örneğin yeni yapılan hastanelerimizde lavabolara konan bu tür aletler maalesef hor kullanılarak bir süre sonra iş görmez hale gelebiliyor.
Evsel ve endüstriyel atık sularımız, her ne kadar arıtma tesislerine gitse de burada bir nebze temizlenen bu sular hala tarımsal sulamaya kazandırılmış değil. Tarımda ise yıllardır “damlama, damlama” denilen sistem, daha yüzde 10 seviyesinde bile değil.
İçme suyunda en önemlisi ise hala kayıp-kaçak oranının yüzde 50’ler seviyesinde olması. Bu da tabii ki, şehir içi su şebekesinin bugüne kadar önemli ölçüde yenilenememiş olmasından kaynaklanıyor. Bu yüzden çoğu zaman patlayan su borularından tonlarca temiz suyun, cadde ve yollara akıp gittiğine şahit oluyoruz.
Bunları uzatabiliriz. Ancak ben de burada, yazımın başlığında ifade ettiğim gibi bir manifesto sıralaması yapacağım. İşte benim manifestom:
“Arıtılan suları en kısa zamanda tarıma kazandırmalıyız”
“Yeni barajlar yapmalı, var olanları temiz tutmalı, olanları verimli tutmalıyız”
“Yaz aylarında su patlaklarına süratle müdahale etmeli, içme suyu altyapısını hemen yenilemeliyiz”
“Yağmur sularını toplayacak sistemleri özendirmeli, damlama sulama sistemlerini yaygınlaştırmalıyız”
“Park ve yeşil alanlara suya fazla gereksinim duymayan bitkiler ekmeliyiz”
“Su tasarrufunu teşvik eden kampanyalar yapmalı, az su kullanan aboneleri ödüllendirmeliyiz”
“Su cihazlarında tasarruf sağlayan sistemleri özendirmeliyiz”
Bunları yaptığımızda belki de suyumuzu koruyabilir, kabus görmekten kurtuluruz!