Futbol dünyasında yaşayanların çoğunluğunun kendilerine önem verilmesini içtenlikle diledikleri, aralarından bazılarının onlar için neredeyse tüm zamanlarını harcamaya hazır olduğu, ancak kimilerinin ise beni bağışlayınız, sadece bedenlerinden yararlanılacak köle gibi gördükleri özel yetenekli çocuklardır alt yapının sakinleri. Yüzlerce merdiveni olan futbol gökdeleninin üst katlarına çıkabilmek için, genelde tanıdık birinin ellerinden tutması ile katıldıkları bir takımın tecrübe fırınında pişmeye başlarlar. Arada toplasanız iki üç varyete yaptı diye, yüzyılın yeteneği filminin yakışıklı jönü rolü ile hızlı bir asansörle yukarı çıkarılanlar yok değil. Ancak bunların bir ikisi dışında, kâh acımasız bir tekmeye kurban olmak suretiyle kâh vaktinden önce piyasaya sürüldükleri için kaybolanların sayısını unuttum. Hoş ağır ağır pişenlerde en şık sofralarda mı oturuyor derseniz, orası da ayrı muamma ama ülkemizde onlara tanınan şansların ne denli az olduğunu düşünürsek, bir elin parmaklarını geçeni göreniniz varsa bana bildirsin. Hele ki futbolda artık salt pazarlamacılığın ön plana çıktığı bir ortamda, reklamı yapılan ürünün “insan” olma olasılığı dikkate alınmadan yapılan satışlar bana nedense köleci düzeni hatırlatmakta ise de işin o kısmını daha sonra tartışalım. Ancak üzüldüğüm o dur ki, ürünün kendisi, yaşam şartlarının ağırlığı ve yedi sülalesinin istikbalini kurtarmak gerekçesi ile halkayı bizzat boynuna takmakta ve pazarlamacının özenle salladığı “Sen nerelere layıksın koçum” adlı mutluluk salıncağına binmeye itirazı yok ise sözü fuzuli yere uzatmanın anlamı kalmıyor.
TERAZİNİN KEFELERİ
Öte yandan, “Bir gün, alt yapıdan yetişme on bir oyuncum ile sahaya çıkmayı hayal ediyorum diyen ünlü teknik adamdan yana olursak, “o takım üçüncü ligde bile zor oynar” diyenlerle kavgaya gireceğimiz kesin. Çünkü terazinin kefelerine yerleştirilmiş iki farklı dirhemden hangisinin ağır bastığı, futbol kamuoyunda yıllardır şu başlıkla tartışılmakta. Ülke futbolunun gelişimi için on birin hepsi alt yapı mı olmalı, yoksa alt yapıda yetişmiş bir iki oyuncuyu serpiştirmek yeterli olabilir mi? Bu soru, yarışmacı kültürün endüstriyel kısmı dairesinde, sporseverleri ile taraftarlar arasında çok ciddi bir “başarı mı zafer mi” çatışması doğuracağından, konuyu şimdilik aklınızın bir köşesine sunmakla yetiniyorum. Düşünün, başka zaman hep birlikte tartışarak hallederiz. Bizim asıl derdimiz, alt yapının ne şekilde anlaşıldığı, neyi hedeflediği ve nasıl kullanıldığı. Alt yapı denilen, yarışmacı ekibin geleceğine olduğu kadar ülkemizin futboluna da hizmet eden bir hayat okuludur deniyor ise de bu tespit tek başına yeterli olsa, susup gidelim yolumuza. Oysa aysbergin asıl kısmı suyun altında elbet. Yaşayarak gördüğümüz üzere bankalara bilmem kaç milyar borçlu oldukları halde,“Şampiyonluk gelecek, bilmem kaçıncı yıldız bizim olacak” diye tepinerek bir türlü özüne dönmeyi düşünmeyen çok büyüklerimiz ile onlarla rekabet uğruna transferinden önce adını sanını duymadığımız ve sayıları bir türlü azaltılamamış yabancılara avuçla para dökmelerine karşın hala bir türlü istenen sonucu alamayan ötekilerin, pazarlamacılar ile kesişen gizli ekonomik menfaatleri dışında futbolumuza artı değer olarak ne vermiş olduklarının bir listesi yapılsa da görsek. Biliyorum yine” efendim biz alt yapıya şöyle önem veriyor, şu kadar harcıyoruz” denecek, yine alt yapı gelişimi için federasyondaki özel fona yapılan ödemeler önümüze konup ilahi kandırmaca sürecek. Bunun zevahiri kurtarmak adına günlük gevezelik olduğunu anlamak için daha ne kadar beklemeli?
Hani gören de bu kafadaki bütün takımlarımızın pahalı kadrolarının Avrupa’da aralıksız şampiyon, A milli takımı ise sürekli dünya kupası sahibi zannedecek. Şimdi hepinize birden sesleniyorum ey değerli takımlarımız. Ne olur kendi aranızda bir centilmenlik anlaşması yapmak suretiyle artık borç içinde yüzmek yerine eşit şartlarda yarışmaya yol açsanız. Ve ey Futbol Federasyonumuz, ne olur artık futbolun gelişimini ekonominin önüne alacak radikal kararları alsanız. Gün gelip milli takımı yüzlerce gencin yüzdüğü koca bir havuzdan seçme imkânı gözünüzün önünde dururken, sanki bu ülkede yerden fışkırıyormuş gibi yabancı oyunculara korkunç meblağda döviz sayarak nereye kadar yol alacağız? “Dünyanın her yerinde bu böyle paşam, milyarların döndüğü piyasada senin uslanmaz romantikliğine ancak gülünür geçilir” diyenlere Barcelona ile Real Madrid arasında, bu sezonun ilk yarısında oynanan maçın kasetini hediye etmek isterim. Bir kazanan Barcelona’nın ilk on birine, bir de yenilen Real Madrid’in on birine bakar mısınız? Bırakınız oyuna sonradan girenleri, kazananın ilk on birinde alt yapı patentli sekiz oyuncunun olması, az önce sözünü ettiğimiz terazinin hangi tarafının ağır bastığını gösteriyor dersiniz? Kazanmalarına çok sevindim ama çok. Çünkü perdenin önünde taraftarımıza zafer armağan ediyoruz masalını anlatıp, kuliste sermayelerin değerini kahkahalarla üçe beşe katlayan alış veriş uzmanlarının ipliği bundan daha güzel pazara çıkarılamazdı. Yetiştikleri arma uğruna savaşan gençler, başarıyı ancak paranın gücü ile elde eden teneke krallara hiçunutulmayacak bir ders vermişler ise bunu bizler de yapamaz mıyız? Yeter ki destek veriniz efendim. Yeter ki uzun vadede geleceği bilinen başarı için geçecek sürenin ihtiyaç duyduğu sabrı, gündelik hazlara tercih etmeyiniz. O sabır bir kez lütfedilirse görülecektir ki, bizim yetenekli aslan parçası gençlerimiz, futbol gökdeleninin çatı katına en hızlı asansörden bile daha hızlı çıkarlar.