Bir tümsek bulup üzerine çıkan herkesin kendisini çok önemli kişi sayarak nutuk atmaya pek meraklı olduğu bir ülkede sporun, özellikle de spor denince dünya ölçeğindeki yeri itibariyle akla ilk gelen futbolun bundan nasibini almamış olması mümkün mü sizce? Bulunmaz hint kumaşından dikilmiş bir takım elbiseniz, ciddi meblağda para veya nüfuz ve kendinizden önceki örneklerden kalma tanıdık bildik cümleleri kurabilme beceriniz varsa siz bile uygun bir aday sayılabilirsiniz yönetici olmaya. Bunların yanına bir de “küçük dağları ben yarattım, büyükler babamdan miras kaldı”tavrı ile afili bir yürüyüş koyarsanız, sizi kimsenin tutamayacağına kalıbımı basarım. Eh böyle bir durumda egonuz o hale gelir ki, zat-ı âliniz artık pek çok ayrıcalığa doğuştan hakkınız olduğu sonucuna varır, bunun uzantısı olarak ta pek çok şeyin kendi istediğiniz şekilde sonuçlanmasını istersiniz. Başka türlüsü mümkün mü?
Hangi dev aynasına bakarsa baksın, bilen kendini biliyor zaten. Yoksa iyi olan, iyiyi arayan, iyi için çabalayan dürüst yöneticiyi tenzih ediyorum ki kimse üzerine alınmasın. Varlığını iyiyi, doğruyu hakim kılmaya adamış insanlara kim ne söyleyebilir ki ben söyleyeyim. Hele ne haddimize, bir spor kulübünün alt yapısına servet dökmüş, gençlerin spor ahlakı ve disiplini ile yetişmeleri için hayatta en büyük servet olan zamanın büyük bir kısmını bu alana vakfetmiş yöneticiler hakkında kötü söz söylemek. Haddimize mi ayağını yorganına göre uzatarak kulübünün dürüst bir biçimde yarışmasını sağlayanlardan hesap sormak. Cebinde beş kuruş olmasa dahi, kendini futbolun gelişimine adayıp, amatör kümelerin tozu toprağı dahil futbolun her köşesinde iz bırakmak suretiyle yönetici sözcüğünün hakkını veren insanlara kızanlar taş olur vallahi taş.
Doğrusunu isterseniz , yazımızın başlangıcındaki tanımın şemsiyesi altında keyifle gezinen zevata, yönetici dışında her isim verilebilir ancak ne yaparsınız ki kulübün resmi kayıtlarına başka bir isim altında kaydedilemiyorlar. Bu öylesine sağlam üretilmiş bir zırh ki, bir kez kuşanılmaya görsün,tehlikeye karşı sırtı duvara vermeye hiç gerek kalmıyor desem yeridir hani. Kaldı ki, üç kuruşluk menfaat uğruna hazretin etrafında etten duvar örmüş ruhsuz kimlikler, ağzından çıkanı adeta kutsal bir kelam edilmişçesine kabullenmeye dünden hazır değil mi? Bu durumda sözde spora hizmeti kendine düstur edinmiş bu yönetici benzerine düşen, ağır ağır ve tane tane konuşarak görüntüyü korumaktan ibaret. Eh bu durumda neden çuvalla para verip gidesiniz ki komedi tiyatrosuna. İnsanı bedavadan güldüren şu cümleleri yıllardır ezberleyemediniz mi? “Bu hakemlerle bu lig bitmez”“Bildiklerimi bir anlatırsam yer yerinden oynar””Herkes ayağını denk alsın“.“Çatladıkapıspor’a kimse dil uzatamaz” “Bu hakemi bundan sonraki maçlarımıza istemiyoruz” . Ve elbette içlerinde en muhteşemi: “Gereken neyse yapılacak ”
GEREKEN NEDİR?
Ne o bildikler anlatılır, ne kimse ayağını denk alır. İşin komik yanı odur ki, hep bu hakemlerle biter ligler. Ve her neyse artık şu “gereken”, biz yıllardır bir türlü öğrenemedik ve görünen o ki, bu gidişle de hiç öğrenemeyeceğiz galiba. Belki şöyle ciddi bir sus payının karşılığı aniden bellek yitimine sebep olmuş bir sözcük olabilir, ne bileyim. Şimdi, “karıştırma orasını bakalım, bozma fiyakamızı “ deniyorsa, peki susayım susmasına lâkin muhteremler de artık biraz doğru düzgün işler yapsınlar da, dikkatimizi içi boş sözcüklerden oluşan cümlelerden öteye çevirebilelim.
Aslında bu yönetici tipini de biraz anlamak lazım. Muhtemelen kendileri, reklamın iyisinin kötüsünün olmadığı düşüncesinden hareketle, ünvanın da iyisi kötüsü olmaz diyerek bu endüstrideki ana yatırımı kendi isimlerine yapıyor olmalılar. Benim kendime dert edindiğim konu da bu işte. Toplumun sağlıklı gelişmesinin ana göstergelerinden biri olan spora , sporcunun gelişimine hizmet etmek varken, neden sadece ceplere, yerine göre siyasi ikbale, dahası artık başka nerede kullanılması planlanmış ise kısa yoldan elde edilecek şöhrete hizmet ediliyor hiç anlamam. Mübarek, zaten fazlasıyla paran pulun var, şöhretin desen muhakkak ki çevrende, hatta ülkede tanınan bilinen birisin, kitaptan kağıt mı yırtılacak yani bir kere de adını sanını ortaya koymadan bir bütünün ufak bir parçası olsan, bir kez olsun sporun o tertemiz ruhuna meydan okumasan. Hatta “yaldızın mı dökülür bir adım geride dursan” diyeceğim ama sesim vicdanına dek ulaşır mı, işte ondan emin değilim.
Neyse fazla üstelemeyeyim artık. Hem ne üzerime vazife düş tacirlerinin lehine iki kalem oynatıp, vitrine koydukları pembe pastadan payıma düşeni afiyetle yemek varken, olur olmaz hayallerle sizleri meşgul etmek. Benim yerime Hayyam söylemiş söylenmesi gerekeni zaten, hem de bundan bin yıldan fazla bir zaman önce. Ben de spora karşılıksız hizmet etmeyi kendine şiar edinmiş gerçek yöneticilere şükranla, bitireyim bu yazıyı değerli zamanınızı daha fazla almadan. Çünkü bilirim ki bazen bir susuş, binlerce cümleden daha çok anlam ifade eder. Tıpkı, kabul buyurursanız eğer, size söz verdiğim şu dizelerin yüreğinize anlatacakları gibi.
“..Niceleri geldiler neler istediler / Sonunda dünyayı bırakıp gittiler / Sen hiç gitmeyecek gibisin değil mi / O gidenler de hep senin gibiydiler… “