Karşılıksız bir aşkla bağlandığı renkler için günlerce düşünüp besteler yapan, sözler yazan, doksan dakika boyunca ciğerleri patlayıncaya dek susmadan haykıran, gazozuna oynanan bir maçta bile sevgisini aynı heyecanla hiç eksilmeden gösteren ve nihayet takımı ile özdeşleşip takımı ile bir bütün olarak yaşayan bir değerin adıdır taraftar. Geçmiş zamanların aksine artık  kimsenin kimseyle ekmeğini bölüşmediği, dahası başkasının elindeki ekmeğe bile göz diktiği bir düzende yaşarken, büyük çoğunluğunu cebinde her nasılsa kalmış bir kaç kuruşu takımına destek olmak adına maç biletine yatıranların oluşturduğu bir kimliktir o. Çocuk yüreğine düşen ilk sevinçlerin etkisi ile takımını seçeninden tutunuz, aidiyet kavramını derinlemesine özümsemiş ve bu sebeple de geri dönülmez yoluna baş koymuş büyüklere dek her biri, ayrı birer anlamdır bu büyülü sözcüğün belleğine yerleşmiş.      

İSPAT ARACI

Futbolun on birer kişiden oluşan iki takım ile oynandığını zannedenlerin yanıldığı önemli noktalardan birine ispat aracı olarak sunabileceğimiz taraftar, on ikinci adam olarak yer aldığı sahanın her köşesinde hissettirir varlığını. Ve takım da onun enerjisini hissettikçe, kötü oynadığı bir maçın bitimine az zaman kalsa bile her şeye yeniden başlar. Tarifsiz bir borcu yüklenmiş olarak, bedenlerinde canlanan yeni bir hırsla kazanmayı, ya da hiç değilse kaybetmemeyi arayarak konur sahaya yürekler. Öyle ki, yitirilebilecek can düşünülmeksizin, inançla tekmeye uzatılınca başlar, tek vücut olmuş demektir oyuncu ve taraftar. Ve aynı yolda yürümenin yaşattığı onur, göğüslerinde taşıdıkları armanın tam ortasına yerleştiği andan sonra arzulanan gol gelmese bile artık ne gam! O saatten sonra maçı bilmem kaç sıfır kaybetmiş olmanın hiç ama hiç önemi yoktur inanın. Çağırırlar tribüne ve çılgınca alkışlarlar, öne eğilen başların yerden kalkmasını isteyen şarkılarla. Yeni, yepyeni hikayelere yolculuğun ilk adımıdır bu yaşanan.            

BİTMEYEN FEDAKARLIK

Bununla da bitmez ki fedakarlıklar. Bir deplasman otobüsünde paylaşılan kuru ekmekten yükselen neş’eye, o güne değin hiç tanışmamış olsalar bile gittikleri yerde şiddete tutsak ruhların kendilerine yönelik saldırıları esnasında birbirlerinin arkasını kollamaya ve hep bekledikleri zaferi müjdeleyen o son düdük çaldığında da birbirlerine nasıl büyük bir sevgi ile sarıldıklarını anlatmaya bu satırların yeteceğini sanmayınız. Dünyanın en iyi yazarı bile,  istese de betimleyemez onların kucak dolusu coşkularını.                                                                                                          

Tek korkusu vardır taraftarın. O da takımın gerçek düşmanı olarak niteleyebileceğimiz bir başka kelimenin sahibi. Fanatik. Üstelik pek uzakta da değildir hani o. Toplumun gözünde taraftar tanımını kirleten, insanı spordan uzaklaştıran, kazanmak adına eline ne geçerse rakibine can alıcı biçimde saldıran, karşısındakinin insan olduğunu hissetmeyi bir kenara koyun, kendisinin insan olup olmadığını dahi bilmeyendir o. Muazzam bir yetenek ile rakip oyuncu, hakem yahut takım taraftarının kafasına isabet ettirdiği şişenin takımına kaç puan kazandıracağını düşünür bilinmez ama bu becerisinin ona ayrı bir tatmin duygusu verdiğini göz ardı edemeyiz. Çünkü onun hiçlikle bezenmiş yaşamındaki garip aidiyet anlayışı, salt kazanma ile gelecek olan anlık tatminler üzerine kuruludur. 

6222 SAYILI YASA

Peki nasıl çıkacağız bu işin içinden? Siz ne önerirsiniz diye sorsam,bana hemen yasayı işaret edenleriniz olduğunu görüyorum. İyi de,altı- iki -iki -iki sayılı yasanın varlığı tek başına yeterli midir sizce,başta sporcu ve taraftar olmak üzere sporun tüm ögelerini korumaya? 

Hani dört- iki- üç- bir gibi bir şey olsa, futbol tutkunları kolayca anlayacak diyeceğim ama zaten orasından burasından nasıl deleriz de takıma ceza aldırmayız diyen çok önemli kişileri başka bir yazıya bırakarak naçizane derim ki,gerektiği gibi uygulanmasının yanına başka şeyleri eklemeye gayret etmeliyiz. Hep birlikte yapabileceğimiz pek çok şey gibi. Elbirliği ile dışlayarak eline geçeni sahaya fırlatanı,elbirliği ile önleyerek rakibe saldırmaya hazırlananı ve gerekirse hep birlikte dikilip karşısına delikanlı gibi” defol git buradan, kimsin sen sevdiğime zarar vermeye çalışan” diye haykırarak.

Bağışlayın. Duygularım yoğunlaştı biraz. Ama ne yapayım, ben sadece güzellikler yaşansın istiyorum sporda. İnsanlar küfürlerde, azap çeken şarkılarda bulmasınlar kendilerini. Neticesi “hiç” yüklü şiddet olmadan da çözülür sorunlar. Yeter ki taraftar olsunlar artık iyiliklere takımlarına oldukları kadar. Taraftar olsunlar yarının sağlıklı geleceğine. Ondan sonra her  türlü övgüye layık olarak, isterlerse gelip başımızın tam üzerine otursunlar. Taşırız.