Dağarcığınızda ne kadar çok kelime, yüreğinizde ne kadar çok onurlu sevgi, ve belleğinizde ne kadar çok güzel anı biriktirebilmişseniz, hayatınızda kuracağınız dünyanın harcı o denli sağlam olur. Böylece kendinizi kuru ezberlerle kandırmanın önüne geçer, ileri doğru güçlü adımlar atabilecek hale gelirsiniz. Siz kararlı oldukça, cesaret usta da sizinle yan yana  yürümekten büyük bir gurur ve keyif duyar. Hele tribündekiler, yeteneğinizin dimağına toplanmış tek kişilik orkestranın eşliğinde sunmaya başladığınız doğaçlamaları izledikleri andan itibaren kendilerinden geçip, size özel ürettikleri nidalarla haykırmaya başlıyor ise, işte orada yepyeni bir yıldız katılmış demektir evrene. O andan sonra teninizden ömür boyu ayrılmayacak bir tanımla bütünleşmiş olursunuz. Oyun kurucu.

Futbolsever bu kimliği çok iyi tanır ve onu hiçbir karşılık beklemeden baş tacı yapmakta gecikmez. Sözü biraz uzattığımın farkındayım ancak öyle herkese kolayca nasip olan bir şey sanmayınız diye bu türden anlatıyorum. Çünkü her kapıyı açabilen bir anahtardan daha fazlasıdır oyun kurucu. Sınır nedir bilmeyen, hatta garip gelecek ama, bunu öğrenmek dahi istemeyen bir yaratıcılığı sırtlamış olarak sahaya adım attığında, bakışları bir yandan az sonra sergileyeceği resital için kimlerin hazır olup olmadığını süzerken, bir yandan da takımına önderlik edeceğinin bilinci ile oyun planını son kez gözden geçirmektedir beyninde. İlk düdük çalınıp, maç başladığında görülür ki, top sahaya kendi başına bir irade koyamadığından ötürü bir süreliğine ayaktan ayağa dolaşsa da, sevdiği binicisi ile bütünleşip doludizgin koşmayı bekleyen bir safkan misali, oyun kurucumuzu beklemekten vazgeçmemiştir. Onunla  arasındaki gizli aşkın asla tükenmeyeceğini iyi bilen adamımız da, bu buluşma anının gelmesini hasretle beklemektedir zaten. Beyin hücrelerinin arasında çılgın zikzaklar çizen yaratıcı kıvılcımların farklılaştırdığı bu futbol dehası, sanki yedi kafa yedi göze sahip bir ejderha gibi, giderek büyümeye başlar oyun alanında. Ve isterse, birbirlerine adeta eklemlenmiş olarak izlediğiniz görüntülerin her birinde farklı bir güzellik yansıtabilir yeşil çimlerden. Sekiz on kare ötesini görebilen satranç oyuncusunun zekasına karşılık gelen pırıl pırıl, olağanüstü bir zekadan başka türlüsü beklenebilir mi? Herkes bir yere kümelendiğinde hatlar arasındaki boşluğu görebilen ve karşısındaki etten duvara rağmen, topu adrese teslim misali golcüye gönderebilen kaç kişi sayabilirsiniz ki bu dünyada.

Günümüz futbolunda kolay maç olmadığı hepimizin malumu. Hele, “Ah yavrum ah ,siz yetişemediniz.. bizim zamanımızda…” diye başlayan güzellemelerin ruhundaki estetiği öylesine hızla biçen bir anlayış var ki, herkesin her yere koştuğu, futbol oynanacak her alanın nefes bile alınamayacak derecede kapatılarak rakibin hataya zorlandığı, değişik bir şey icat edilmiş gibi yaratıcı futbol yerine “geçiş oyunu” olarak isimlendirilen bildiğimiz kontra atak futbolun taçlandırıldığı bir dönemde, oyun kurucunun rolü yok edilmek istense dahi,dönüp dolaşıp yine ona mahkum olunacağını hissediyorum ben. Neden mi? Çünkü zaman içinde, herkes aynı oyunu aynı disiplinle oynadığında, şapkadan tavşan yerine gol çıkaracak tek kişi odur da ondan. Çünkü gün gelip başların yastığa düştüğü, insanların birbirlerinin hataları veya zayıflıkları üzerine kurdukları hayat anlayışından elde ettikleri sahte mutlulukların, geldikleri hızla uçup gittikleri sırada duyulan ”Bâki kalan bu kubbede bir hoş sadâimiş.” sözündeki o  hoşsadâyı bize armağan edecek kişidir, oyun kurucu.

Yabancı isimli muhteşem romanı dünya edebiyatının halen saygın bir köşesinde duran,bir dönem kaleci olarak futbol sahalarında yer almış ünlü Fransız varoluşçu yazar-düşünür Albert Camus, şu efsane cümlesinde hayat ile futbol sahasının gerçeklerini tek paydada toplamaya çalışmış olmalı:”.. Hayat bir futbol maçı gibi, ve top hiç bir zaman hiç kimseye istediği yönden gelmiyor.” Bu sebeple, futbolcu kimliğini yok eden hangi taktikleri keşfederseniz keşfedin, her maçta bir oyun kurucuya mutlaka ihtiyaç vardır ki, top serseri mayın gibi dolaşmaktan vazgeçsin.

Biliyorum,” yaşamak” ve “kemâle ermek” konusunda hemen hepimiz bilirkişiyiz denebilir, lâkin aranızdan, nefes almanın biraz daha ötesine geçmek isteyenlerin sanırım özenle tasarlanmış taktiklerle çirkinleştirilmiş bir maçta, topun kendilerine gelmesini beklemek yerine, biraz da topa doğru koşmaları ve topla daha çok buluşmaları gerekiyor. Tıpkı şu bizim oyun kurucu gibi. Yoksa topun hiç kimseye istediği yönden gelmemesinin bir sonucuymuş gibi, bizler de büyük bir ciddiyetle seçtiğimiz bahaneler ardına gizlediğimiz hikayelerimizi ancak kendimiz yazar kendimiz okuruz.

Ne zamana kadar mı? Tâ ki iyi bir oyun kurucu gelene dek takımımıza..