Yazımın başlığına bakıp yanlış anlamayın… Anlatmak istediğim “Açma”, kahvaltılık bir hamur iş değil, ormancılıkta kullanılan bir terim. Özellikle orman kenarı arazilerde gerçekleştirilir bu eylem. Bazı kendini bilmez ve yasa tanımazlar, kendilerine ait bir araziye komşu ormanı, yavaş yavaş, metre metre kimseye hissettirmeden katarlar. İşte buna “Açma” denir… 

Kimseyi suçlamak istemem ama genellikle orman köylerinde gerçekleşen bu olaylarla Türkiye’de orman varlığı ciddi kayıplara neden olmuştur. Çoğu zaman ormanları korumakla görevli olanlar, bu olayı seneler içinde olduğundan ya fark etmezler ya da bir nedenle göz yumarlar veya yummak zorunda kalırlar. Çıkın şöyle ormanlarımıza bir bakın böylesini çok görürsünüz.

“Açma” eylemleri, en az orman yangınları kadar zararlıdır. Milli servet olan ormanlarımız bu yolla hem yok olup gitmekte hem de kamu zararı oluşturarak, tüyü bitmemiş yetimin hakkı yenmektedir. Orman Teşkilatımız, tıpkı orman yangınlarında olduğu gibi “açma” vakaları ile mücadele etmektedir. Ancak ne kadar mücadele edilse de davalar, mahkemeler derken, iş uzayıp gitmektedir.

Biliyorsunuz Agustos ayı içerisine İzmir yangınlarla boğuştu. Karşıyaka ve Bayraklı ilçeleri arasında kalan Yamanlar Dağı’nın Körfez’e bakan yüzü yandı kül oldu. Bayraklı’ya bağlı Onur Mahallesi civarında piknikten çıktığı iddia edilen yangın ilk etapta söndürülmüştü. Ama sonra yeniden patladı. Sonunda, Örnekköy sırtları ile Doğançay ve Sancaklı köylerini de etkiledi. Nihayet söndürülebildi ama, artık yanacak orman kalmamıştı.

Orman Kanunu’na göre, ister yanan isterse açma yapıldığı tespit edilen alanlar, Orman Teşkilatı’nca ivedilikle yeniden ağaçlandırılır. Bu ana kuraldır. Kesinlikle kaderine terkedilemez. İzmir’de de mutlaka bu kuralın uygulanacağından, Yamanlar’da yanan alanların bir karışının bile arsa mafyasına kaptırılmayacağından eminim. Nitekim Orman Bölge’den konuştuğumuz ormancılar da bunun garantisini verdi.

Ancak, geçtiğimiz gün Resmi Gazete’de yayınlanan bir Cumhurbaşkanlığı Kararı ile Bayraklı’da bazı ormanlık alanların, orman tahdidi dışına çıkarıldığını öğrendik. İlk etapta yüreğimiz “cız” etti. Kararda bir de kroki vardı. Krokiyi bu işin uzmanlarına incelettirdik, ormancılara da sormayı ihmal etmedik. Olmaz ama, yanan alanlar, orman dışına mı çıkarılmıştı. Sonuçta bu alanın, yanan alanların hemen yanı başında, TOKİ deprem konutlarının inşa edildiği bir bölgeyi kapsadığı ortaya çıktı. 

Çünkü daha dün bir, bugün iki. Yangının daha “kırkı” bile çıkmamıştı. Sayın Cumhurbaşkanı yanılmış veya yanıltılmış olamazdı. Orman Teşkilatımızdan aldığımız teyit de yüreğimize su serpti. Çünkü o yanan alanlarda imar baskısıyla açılacak bir gediğin, alanın çok büyük bir bölümüne sirayet etmesi işten bile değildi. Cumhurbaşkanı Kararı’nın eski bir dava ile ilgili olması da sevindiriciydi.

Bizler, İzmir gibi “orman ve ağaç yoksunu” bir metropolde yaşayanlar, ormanlarımızın gözümüz gibi korunmasını, yangınların olmamasını, olursa da hemen ağaçlandırılmasını istiyor ve bekliyoruz. Yamanlar yandıktan sonra sadece doğuda Nif Dağı’ndan Buca’ya doğru uzanan ormanlarla, bir de Narlıdere-Balçova arasındaki yeşil örtüyle avunmak zorundayız. Ve herkes şahit ki, Türkiye’nin dört bir yanına yağmur ve kar yağarken, İzmir kuraklıkla boğuşuyor. Barajlarımız tamtakır. Sebep yağmur çekecek kadar ormanımızın olmaması.

Dilerim yanan alanlar tekrar orman olur, yeşil örtüye bürünür, yağmur çeker. Yoksa çoğa kalmaz İzmirlilerin kenti terk etmek zorunda kalacağından eminim.
Ulu Hakan Fatih Sultan Mehmed Han’ın bir sözü bize çok şey anlatıyor: “Ormanlarımdan bir dal kesenin başını keserim.”

İsterim ki bu anlayış, bizleri yönetenlere ilham olur…