Yarın yılbaşı: Yeni yılınız kutlu olsun…
Develer tellal, pireler berber iken, Samsun, Maltepe cigarasının içinden odun çıktığı günlerde…
İzmir - İstanbul - Ankara arasında alo diyebilmek için santrala yazdırıp altı saat beklediğimiz, cep telefonunun sadece Kaptan Kirk tarafından kullanıldığı, sokaklarda ayı oynatıldığı, kalantorların Murat 124’e bindiği, Anadol’un inekler tarafından yenildiğine inanılan, salça sürülmüş, üzerine zeytinyağı dökülmüş ekmek dilimi ellerimize alıp sokaklarda hem oynayıp yediğimiz ekmeğimizi arkadaşlarımızla paylaştığımız dönemlerinde…
Mutfak zeminlerinin muşamba kaplandığı, gazocağıyla yemeklerin piştiği, bakır tencere ve tabaklarımızı kalaylattığımız, deterjanı bilmediğimiz için arap sabunu kokulu tek deterjanla bulaşıklarımızı yıkadığımız zamanlarda…
Avaramu’yu ezberleyen kızlar Raj Kapoor’a hastayken, Ömer henüz turist bile değilken, Vahi Öz’e güldüğümüz, zavallı Ayşecik’in zengin babasından habersiz, kötü kalpli üvey anne yanında çileler çektiği, Cüneyt Arkın’ın “ n’ayır n” olamazlı yıllarında…
Zeki Müren’den şarkılar dinlediğimiz, Cem Karaca’nın İzmir fuarını zangır zangır salladığı, Özay Gönlüm’ün yaren’ini tıngırdattığı, yerli Elvis Erol Büyükburç’la kalipso kralı Metin Ersoy’un gazinoları inim inim inlettiği, Cemal Kamacı’nın kroşe patlattığı, Galata Saraylı Metin Oktay’ın attığı gollerle ağları deldiği, Neil Armstrong ay’a falan ayak basmadı, hepsi Hollywood tezgâhı diye iddiaya girilen, kasetleri acayip kapışılan Arif Susam’ın oo-ooo Vahap bey de burdaymış diyerek sintizayzır çaldığı günlerde, Ümit Besen’in masasının ayağı kırık, pantolonların paçası bol, Kastelli bankerken…
İstanbul, Ankara da ve İzmir de Muavinli dolmuşçuların, “Konak – Basmane – Tepecik” diye bağırdıkları, Orhancı - Ferdici - Müslüm Baba diye birbirini solladığı arabeskli sabahların, Barış Manço’nun lambaya püf dediği elektrik kesintili akşamlarında, mum ışığının veya gaz lambasının ışığının gölgesinde parmaklarımızı eğip bükerek duvarda tavşan yaptığımız, yün fanilaları soba askısında kuruttuğumuz, Killing okuduğumuz, başka eğlencemiz olmadığı için radyoda arkası yarın’lara kulak kesildiğimiz ki, uyarlayan Çetin Köroğlu, Cenk Koray’ın erkeklere, “cebinizde cımbız var mı” yarışması, ayıptır söylemesi Arzu Okay’ın, Zerrin Egeliler’in rüyalarımıza girdiği, Martin Luther King yaşarken, Sadun Boro’nun kısmet’iyle dünya turuna çıkmasına heyecanlanıp, Avanak Avni’yle tanıştığımız, Zübük’ün kaleme alındığı, sutyen’in bile nerdeyse porno kabul edildiği, Halikarnas Balıkçısı’nın Bodrumlu süngerci zannedildiği, otomobillerin arkasına bugün bile hâlâ ne manaya geldiğini bilmediğim STP’lerin yapıştırıldığı, şehirlerarası otobüslerde sigara içildiği, Kenarları damalı taksiler çağında…
Hababam öğrencileri ilkokuldayken, Trışkadan tayyare, MTA Sismik-1 Hora’nın uzay mekiği muamelesi gördüğü teknoloji fukaralığında…
Turnike atmayı Beyaz Gölge’den öğrendiğimiz, Doktor Richard Kimble babamızın oğluymuş gibi, şerefsiz Falconetti’ye küfürler ettiğimiz, polisimizi Komiser Colombo, hukukumuzu Avukat Petroçelli’den ibaret sandığımız, kapı gibi adam Mc Millan’ın aids’ten ölene kadar eşcinsel olduğunu bilmediğimiz hayal kırıklıklarında… Kunta Kinte gibi zenci olmadığı halde, Isaura’nın neden köle olduğunu anlayamadığımız, yamuğunu gördüğümüz arkadaşlarımıza 'n’aber lan Ceyar' diye seslendiğimiz, saat kurup, sabahın kör karanlığında kalkarak, uykulu gözlerle Muhammed Ali’nin maçını seyrettiğimiz, onunla birlikte kelebek gibi uçup arı gibi soktuğumuz geceler…
İstanbul’da basılan gazetelerin Anadolu şehirlerine ertesi gün ulaşabildiği, sadece TRT’nin var olduğu, haberleri Jülide Gülizar’ın Zafer Cilasun’un okuduğu, akıl edemeyiz diye düşündüklerinden olsa gerek, 'televizyonunuzu kapatmayı unutmayınız' uyarı yazısı koydukları günlerde…
Çamaşır makineleri merdaneli, Haile Selasiye Habeşistan imparatoruyken… Ve dönüp bakıyoruz geriye…
Wi-fi’larımız, iPad’lerimiz, akıllı telefonlarımız, çanak antenlerimiz yoktu ama daha mutluyduk galiba...