2023-2024 yılları içerisinde Türkiye'nin bölgesel ve küresel sahnede yaptığı stratejik hamleler, hem bugünün siyasetini hem de geleceğe yön veren bir tarihsel dönüşümü işaret etmektedir. Bu hamlelerle Türkiye, bölgesel bir aktör olmaktan çıkıp küresel bir güç merkezi olma yolunda kalıcı adımlar atmış; uluslararası sahnede öncelikli bir muhatap haline gelmiştir. Türkiye için sadece “seyirci” olma dönemi bitmiştir. “Oyun kurucu” kimliği başlamıştır…

       Türkiye'nin Suriye'deki başarısı, bölgesel dengeleri yerinden oynattı ve yeniden şekillendirmeye başladı. Bu zafer salt askeri bir kazanımdan öte, diplomasinin ve stratejik akıl yürütmenin bir sonucu olarak değerlendirilmelidir. Türkiye Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın son Şam ziyareti sırasında Suriye yeni Lideri olarak görülen Ahmet Şara ile yaptığı görüşmede yaptığı açıklamada “YPG/PKK ya kendini fesheder ya da yok olur” ifadesi Türkiye’nin bu terör konusunda net ve sarsılmaz duruşunu gösteriyor. Bu mesaj esasen YPG/PKK'ya yönelik bir uyarıdan öte, bölgedeki bütün aktörlere bir çağrı niteliğindedir. Ek olarak, Trump’ın bu süreçte hangi yolu izleyeceği belirsizliğini korumaktadır. Bu durum, küresel dengeleri doğrudan etkileyebilecek bir belirsizlik olarak görülüyor...

       Ankara’nın öncülüğünde elde edilen bu başarıyla birlikte dünya liderlerinin Türkiye Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’la temaslarını sıklaştırdığı gözlemlenmiştir. Bu bağlamda, İsrail’in “Arz-ı Mev’ud” projesi doğrultusunda izlediği işgalci politikalar ve ABD’nin tutumundaki belirsizlik, dikkatle izlenmesi gereken gelişmeler başında gelmektedir. Türkiye’nin temkinli duracağı bir dönemde, “zaferin rehavetine kapılmama” şuuru, diplomatik ve askeri başarının temel ilkesi olacaktır. Şam’da başlayan Esat dönemi askerlerin silahlarını SMO teslim etmeye başlaması da önemli bir adım olarak görülmektedir…

       Suriye’deki Yeniden İnşa ve Türkiye'nin Rolü Suriye’nin yeniden inşası Türkiye için “siyasi sorumluluk” olmanın ötesinde, “ekonomik bir fırsat” olarak da öne çıkmaktadır. Avrupa Birliği, Çin ve diğer büyük güçler bu sürece dâhil olmak için yarışırken, Türkiye sürecin kilit aktörüdür. Bu durum, Türk müteahhitlerine yeni pazarların kapısını aralamış ve Türkiye’nin diplomatik nüfuzunu genişletmektedir…

       Bir diğer kritik unsur, “Katar gazı” meselesidir. Suriye iç savaşı nedeniyle rafa kaldırılan Katar gazının Avrupa’ya ulaştırılması projesi, Türkiye’nin “enerji merkezi” olma rolünü pekiştirmektedir. Bu yönde Almanya’nın gösterdiği ilgi, Suriye’nin jeopolitik önemini arttırmış ve Türkiye’yi bu büyük projede kritik bir aktör yapmıştır.

       Suriye’deki son gelişmeler, Rusya ve İran’ın bölgede kayda değer bir pozisyon kaybetmesine yol açmıştır. Libya, Karabağ ve Ukrayna’daki çatışmalarda etki kaybı yaşayan Rusya, Suriye’de de Türkiye’nin baskısıyla geri adım atmak zorunda kalmıştır. Böylece Moskova'nın Akdeniz’e açılan stratejik kapısı Tartus Askeri Üssü tehdit altına girmiştir. Rusya'nın Türkî Cumhuriyetleri üzerinden nüfuz kaybetmeye başladığı görülüyor…

        Türk Devletleri Teşkilatı’nın giderek güçlenmesi, Moskova'nın endişelerini artıran diğer faktörlerdir. Bu gelişmeler de Türkiye'nin ve Türkiye Yüzyılı vizyonununyükselişinin bir işareti olmuştur.       Ancak tüm olumsuzluklara rağmen, mevcut küresel konjonktürde ve Batılı ambargoların ışığında Rusya'nın Türkiye ile iyi ilişkiler yürütme yönünde kararlı bir tutum sergileyeceği görülüyor. Benzer bir şekilde, İran da Suriye’de mağlup olmuştur ve son aylarda İsrail’in hem İran’a hem de Hizbullah’la Hamas’a saldırıları ve suikastları sonucu Şiî hilalinin batı ayağındaki etkisini yitirmiştir…

       Yazımı bitirmeden şunu görüyorum. Türkiye'de kimin Atatürk'ün yolundan gittiği de somut olarak görülüyor…