Yine canlarımız gitti, yine yüreklerimiz yandı. Eli kanlı terör örgütü, bebek katili PKK, Kuzey Irak’taki Gara’da rehin tuttuğu 13 güvenlik görevlimizi hunharca katletti. Bunu yapanların, emri verenle...
Yine canlarımız gitti, yine yüreklerimiz yandı. Eli kanlı terör örgütü, bebek katili PKK, Kuzey Irak’taki Gara’da rehin tuttuğu 13 güvenlik görevlimizi hunharca katletti. Bunu yapanların, emri verenlerin, arkasındaki dış güçlerin ki, bölgeye bakıldığında bu güç maalesef stratejik ortak ve müttefiğimiz dediğimiz ABD’dir, hepsinin Allah belasını versin.
Öncelikle, şehadet şerbeti içen canlarımıza Allah’tan rahmet diliyorum. Biliyorum ki mekanları Cennet’tir. Anne, babalarına, yakınlarına da başsağlığı dilerken, çok zor ama sabırlar diliyorum.
ABD’nin bunda parmağının olduğu bal gibi aşikar. Zira, PKK denilen taşeron örgütün başındaki ağababalarının haberi olmadan bu katliamı, o bölgede yapmaları mümkün değil. Sadece ABD değil, inanıyorum ki, PKK’yı besleyip koruyan Avrupa da en az onlar kadar suçlu. Bizim ise bugün ne ABD’ye ne de Avrupa ülkelerine bu şartlarda hesap sormamız mümkün değil. Keşke sorabilecek güçte olsaydık.
Bakın bu konuda, tarihten örnek verecek olursak; Büyük Padişah Kanuni Sultan Süleyman’ın Alman İmparatoru seçilen İspanya Kralı Şarlken’e yenilerek hapse atılan Fransa Kralı 1.Fransuva’yı annesinin mektubundan sonra yazdığı cevabi mektupla, Şarlken’i korkutmuş ve Fransuva’nın hapisten serbest bırakılmasını sağlamıştır.
Yani anlatmak istediğim şey, güç kimde ise dünyaya da hükmeden de odur. Ancak, bugün insanlığa “demokrasi” getirdiğini iddia eden süper güçler, bunu kendi çıkarları çerçevesinde mazlum milletlere “zulüm” etmekten başka bir davranış göstermiyor. Allah’a şükür ki, bu zulmü henüz bizim üzerimizde fiilen gerçekleştiremediler. İnşallah, ilelebed de gerçekleştiremeyeceklerdir.
Neyse, biz günümüzde yaşadığımız tartışmalara dönelim. Şehitlerimizin naaşlarını toprağa verip, hatıralarını kalbimize gömerken, bu işi siyasetin ana malzemesi yapıp, karşılıklı suçlamalar, soru sormalar ne ola ki?
Şimdi herkes çıkmış, Sayın Cumhurbaşkanı’nın deyimi ile “Başarısız” olmuş bir operasyonun üzerinden tozu dumana katıyor. Velev ki, başarılı olsa bile, bunun reklamını ala vala ile yapmak da doğru değil. Şunu bilmek gerekir ki, kararı siyasi bir otorite verse de bu bir “devlet operasyonu” dur.
Bizim geleneğimizde “devlet” denilince akan sular durur. Çünkü devlet bir kişi değildir. Öyle zannedersek yanlış yapmış oluruz. Yanlış yapılınca da bunun sonu gelmez. Yanlışı yanlış ile düzeltmek dünyada görülmüş bir şey değildir. Bugün iktidarından muhalefetin herkesin yaptığı budur. Adeta kendi kendimize başarısızlığı dünyaya jurnalliyoruz.
Bölücü terör, bu ülkede 1984’ten beri var. Hemen hemen 40 yıldır sürüyor. Bir zamanlar Başbakanlar tarafından “üç-beş çapulcu” denilerek küçümsenen, gerekli tedbirlerin çeşitli saiklerle alınmadığı hain kalkışma, bugüne gelindiğinde içten dışa doğru evrilerek devletimizin bekasını tehdit eden bir mekanizma haline geldi.
Çünkü, Kenya’da bize teslim edilen elebaşını alıp getirdikten sonra hakkında “idam” kararı verilmesine rağmen Türk Mahkemelerinin verdiği kararı uygulamayıp, “AB’ye gireceğiz” hayalleri ile bir adada beslemeye başladık. Sonradan yapılan onlarca yanlışı ise burada yazmak istemiyorum.
Gelinen noktada, yanlış yapılmaya devam ediliyor. Ve hala, PKK’nın siyasi kanadı olarak, içimizde olan, Gazi Meclisimize kadar girmiş terör sevicileri bir parti olarak orada hala tutuyor, işlediği suçlardan içeride cezasını bekleyen bir kişiyi de “serbest bırakalım” diye tutturuyoruz.
Aklımızı başımıza almak zorundayız. Bizi küçük düşürecek, zafiyetimiz varmış gibi gösterecek, milletimizi ümitsizliğe düşürecek her türlü kısır çekişme ve iç siyasi kavgalardan uzak durmamız gerekiyor. Bunu yapmak, terörün ve teröristlerin ekmeğine yağ sürmek, onları emellerine ulaştıkları yönünde sevindirmektir. Lütfen bunu yapmayalım. Bu ülke hepimizin. Irak’ı, Suriye’yi göz önüne alarak aklımızı başımıza alalım…