Gazetecilik mesleğine başladığımdan beri köşe yazısı yazarım. Sanat-edebiyat dünyasından en çok Orhan Kemal’i yazdım. Yılmaz Güney ve Sabahattin Ali herhalde ardından gelir.
Bu yazı için masa başına...
Gazetecilik mesleğine başladığımdan beri köşe yazısı yazarım. Sanat-edebiyat dünyasından en çok Orhan Kemal’i yazdım. Yılmaz Güney ve Sabahattin Ali herhalde ardından gelir.
Bu yazı için masa başına geçtiğimde neden Sabahattin Ali’yi bu kadar çok yazdığımı düşündüm. Elbette büyük bir yazar ve Türkçeye kazandırdığı büyük eserler var. Ancak, bana Sabahattin Ali’yi yazdıran açıkçası onun “mazlum” halidir.
Hiç kimsenin hak etmeyeceği bir şekilde öldürülen ve hala bir mezarı bile olmayan Türkiye’nin en önemli yazarlarından birinden söz ediyoruz. Hal böyle olunca, insan tekrar tekrar okuyor, dinliyor ve izliyor.
Her şey bir yana, bir insan hem öldürülür hem 17 yıl boyunca nasıl olur da ülkesinde eserleri basılmaz. 1948’den 1965’e kadar kitapları hiç basılmayan Ali’nin ardından bıraktığı trajedi sadece bu değil, elbette. Ancak konumuz bu değil.
Aslından Sabahattin Ali’nin şiirleri için masa başına geçmiştim. İlkin aklıma bunlar geldi. Sabahattin Ali’nin eserlerinin telif hakkı önündeki zaman engeli kalkınca, onun eserlerini farklı yayınevi ve editörlerden okuma imkanı çıktı. Bunun olumlu ve olumsuz tarafları var. Ancak Everest Yayınları tarafından yayına hazırlanan şiirleri olumlu bir örnek ve bu çalışmaya bakmakta fayda var. Meryem Selva İnce’nin yayına hazırladığı kitapta, en önemli yeniliğin kitabın arkasına eklenen kronoloji olduğunu söylemeliyim. Bu ekte, şiirlerin serüvenlerine yer verilmiş. Ayrıca, farklı kaynaklardan tanıklıklarla şiirlerin neden yazıldığı ifade ediliyor. En önemlisi, Ali’nin şiire verdiği önemin derecesi yıl yıl izlenebiliyor.
Sabahattin Ali’nin şiirleri yıllardan beri besteleniyor. Bazı şiirleri birkaç kere bestelenmiş. Ali’nin şiirlerindeki ritim, elbette beste yapmaya çok uygun; ama sanıyorum popüler müzikten protest müziğe bir çok sanatçının onun şiirlerine hala eğilmesinin bir nedeni de yukarıda bahsettiğim mazlumluk halidir. Türkiye’de sanatçılar onu unutmak istemiyor…
İnce, bu yoğun ilgiyi görmüş olmalı ki kronolojide bu şarkılara da yer vermiş. Ancak bundan önce kitabın önsözündeki şu paragrafı araştırmacıların dikkatine sunmam gerek:
Son olarak, Nesrin Sipahi’nin yorumuyla daha çok bilinen “Gönlümü Avutamadım” şarkısının sözleri, Sabahattin Ali’nin “Unutamadım” (1932) şiiriyle aynıdır. Bestesi Ferit Sıdal’a ait olan bu hicaz makamındaki şarkının güfte yazarı TRT kayıtlarında Hüseyin Aydın Kaya olarak belirtilmektedir. Şarkıya dair bulabildiğim en erken seslendirme Nevin Demirdöven’in yorumlamasıdır. Sanatçının 1950’li yıllarda sahneye ilk adımını attığı ve şarkının bestekarı Ferit Sıdal’ın doğum tarihinin 1925 olduğu düşünüldüğünde sözlerin aslında Sabahattin Ali’ye ait olduğu anlaşılır. Ancak ne Nevin Demirdöven’in ne de Nesrin Sipahi’nin hangi yıl ve albümlerinde şarkıyı seslendirdiklerini bulabildiğimden, kronolojik eleştiri notlarına bu anekdotu dahil etmedim. (s.8)
1965’e kadar kimsenin Sabahattin Ali’ye kapısını açmadığı bir zamanda bu bestenin yapılmış olmasına şaşmakla birlikte, bu beste için aileye telif ödenip ödenmediği benim için merak konusu doğrusu. Bu bilginin artık Ali’ye ve ailesine bir hayrı yok; ama yine de araştıracağım.
İnce’nin kronolojide yaptığı bir hata da var. Ahmet Kaya, Sabahattin Ali’nin “Çocuklar Gibi” şiirini hiçbir zaman seslendirmedi. Sosyal medya ve video paylaşım sitelerinde Ahmet Kaya adıyla yayımlanması bunu doğru haline getirmez. Ahmet Kaya’nın ağabeyi Mustafa Kaya’nın sesi hem kardeşine çok benzemekte hem de Ahmet Kaya adının getirdiği yüksek tıklanma böyle yanlış bir bilgiyi dolaşıma sokuyor.
Sabahattin Ali sevenlere benim önereceğim bir beste daha var ki, o da İsmail Hakkı Demircioğlu’nun 2004 yılında dinleyiciye ulaşan “Nasibolsa” kasetinde yer alan “Rüzgar” şarkısıdır. Demircioğlu, 1980’lerde bestelediği şiiri 2004’te kasete okudu.
Sabahattin Ali, Şiirler, Everest Yayınları, 2020, İstanbul