Son yıllarda dünya genelinde ve özellikle pandemi sürecinin ardından Türkiye'de psikolojik sorunlarda önemli bir artış gözlemleniyor. 

Anksiyete bozuklukları, depresyon ve travma sonrası stres bozukluğu gibi rahatsızlıklar, toplumun her kesiminde sıklıkla karşılaşılan sorunlar haline geldi. Bu artışın en önemli nedenlerinden biri olarak pandemi sürecinde yaşanan sosyal izolasyon, belirsizlik ve kayıplar gösteriliyor.

Dünya genelinde ve Türkiye'de psikiyatri ilaçları kullanımında önemli bir artış olduğu söylemek mümkün. Bu artış hem nüfusun artması hem de psikiyatrik rahatsızlıkların daha fazla fark edilmesi ve tedavi edilmesi gibi faktörlere bağlanabilir.

Son olarak ülke gündeminde kendine yer bulan ve bir hayli rahatsız edici görüntülerle sosyal medyada sıça paylaşılan bir saldırı vakası yaşandı. Eskişehir'de maskeli ve Nazi amblemli hücum yelek giyen ve 5 kişiyi bıçaklayan saldırganın 18 yaşında bir birey olduğu ortaya çıktı.

Temmuz ayında da benzer bir olay Bingöl’de yaşanmıştı. Madde bağımlısı olduğu belirtilen 20 yaşındaki Emir Can Zazaoğlu'nun bıçakla etrafındakilere saldırması sonucu ağır yaralan 9 kişiden 4’ü tüm müdahalelere rağmen hayatını kaybetmişti.

Ülkemizin farklı şehirlerinde dünya suç tarihine geçecek cinsten olayları daha sık yaşamaya başladık. Temmuz ayında İstanbul Bağcılar’dan gelen bir haber de en az Bingöl ve Eskişehir’de yaşananlar kadar rahatsız ediciydi.

İstanbul Bağcılar'da bir kişi, tartıştığı imamı okla vurdu. Omzuna saplanan okla yaralanan imam hastaneye kaldırıldı. Dünya medyasına da konu olan bu haber ‘Bu durum ancak Türkiye’de yaşanır’ dedirtip, espri malzemesi bile yapıldı maalesef.

TRAFİK YA DA SOKAK…

Özellikle trafikte yol verme tartışmasına bağlı olarak yaşanan şiddet olayları her yeni günün rutini haline geldi. Bıçakla saldıranlar, arabaları tekmeleyenler, ayna kıranlar, tampon tampona takip yapıp araç sıkıştıranlar, selektörle rahatsız etmeler derken trafikte araç kullanırken sağlıklı kalmak neredeyse şansa dönüştü.

Türkiye’de her an, her yerde başımıza gelebilecek bu trajik olaylar insanların sosyal fobisini tetikliyor. Kaldırımda yürürken, kafede, parkta otururken tanımadığınız birinin gelip sizi saniyeler içinde bıçaklayıp ortamdan uzaklaşabildiği ihtimallerle sosyal hayattan kaçınan, gerilen, psikolojisi bozulan bir kitleye dönüştük.

Gece yarılarına kadar sokaklarda oynayıp zorla eve giren bir neslin yerini evden çıkmayan, parka gidemeyen, ekmek almak için bakkala dahi gidemeyen çocuklar aldı. Teknolojik kuşatmaların ve güvenlik algılarının etkisiyle çocuklar evlere hapsoldu, hapsolmaya da devam ediyor. 

Ebeveynler ise her an çocuğuma bir şey olabilir endişesiyle çocukları güvenli alanlarda tutmaya çalışırken, aslında kendi başlarına da bir şeyler gelmesinden endişe duyuyorlar çok da haklı olarak.

Sağlık Bakanlığı'nın 2021 yılında yayımladığı 'Sağlık İstatistikleri Yıllığı'na göre Türkiye'de antidepresan kullanımı 2010'da yüzde 33 iken, 2021'de yüzde 63,46 arttı ve yüzde 53'e ulaştı. 

Pandemi ile birlikte psikiyatri kliniklerine başvuru ve antidepresan kullanımı da çoğaldı. Dünyada yaşanan bir artış görülse de Türkiye’deki rakamlar maalesef dünya ortalamasının üzerinde.

Antidepresanlara reçetesiz bir şekilde ulaşabilmenin kolaylığı da eklenince sokağa çıkmaya gerçekten korkar olduk.