“Âşık Kedi”den sonra “Kedi Dili” romanıyla okuyucu karşısına çıkan Özlem Anar, hayvan sevgisi konusunda gençlerden d...
“Âşık Kedi”den sonra “Kedi Dili” romanıyla okuyucu karşısına çıkan Özlem Anar, hayvan sevgisi konusunda gençlerden daha umutlu olduğunu söyledi Sanırım uzun zamandır bu kadar keyifli bir söyleşi yapmamışım. Yazar Özlem Anar’ın “Kedi Dili” romanını okurken, yazara soru hazırlarken ve cevaplarını okurken daima tebessüm ettiğimi fark ettim. Evet, açıkçası bu söyleşiyle ilgili giriş cümlelerim çok kişisel olacak; ama Anar, samimiyeti ve duyarlılığı karşısında beni çaresiz bıraktı. Neler konuşmadık ki! Kedi Dili’nin karakterlerini, kedilerle olan bağını ve tabii ki ileride neler yazmak istediğini. Anar, bu arada bize apartmanlarının önünde “ikamet eden” kediyi, Bıncuk’u da anlattı ki, keşke sayfalar dolusu anlatmaya devam etse, dedim. Eşi, İhsan Oktay Anar’la yazınsal paylaşımları da ayrıca okunmaya değer. Devamı söyleşimizde…-“Kedi Dili” romanınızdaki herhangi bir karakter olmak isteseydiniz bu hangisi olurdu? Ve neden, yani hangi davranışı yüzünden o karakter?Çok güzel bir soru, tebrik ederim. Yazarken hiç düşünmemiştim bunu. Bu romanda beni en çok etkileyen karakter Bora oldu. Kendisini hep onu büyüten, annelik eden kadından dinledik, tanıdık, bir bakıma. Onun merhametli bir kalple yolunu çizmesi ilham verici. Sanırım öyle bir insan olmak isterdim.-“Âşık Kedi” adında başka bir kitabınız daha var, neden kedi? Biraz kedilerle olan bağınızdan söz eder misiniz?İçimde bir yerde hep kedi olma isteği var sanırım. Onlar gibi sakin ama atak, biraz mistik, daha çok da bilge. Kedi, bence âşık olunası bir hayvan.-Kurgudaki insanlar gerçek hayatta da karşımıza çıkabilecek insanlar. Peki, bu kurgudaki kahramanları siz kendi hayatınızda karşınıza çıkan insanlardan mı esinlendiniz?Bazılarını evet. Ancak bunlar elbette ki giydirilmiş karakterler, biraz ondan, biraz bundan, yer ve zaman oynamasıyla kendi hallerini oluşturdular. Yani kurguya uygun hale getirildiler.-İnsan merkezli düşünen bir paradigmanın hâlâ dünyaya hakim olduğunu görüyoruz. Eril bir dilin varlığı da cabası. Edebi metinlerin (Örneğin sizin yazdığınız romanın da) bu bakış açısını kırma yolunda bir katkı sunduğunu/sunacağını düşünüyor musunuz?Böyle bir katkı yaparsa çok sevinirim. Cinsiyetimin getirdiği bir avantajla kalpleri biraz yumuşatabilsem, bu bile yeter.-Yine önceki sorudan devamla, insan merkezli bakış açısı bu kadar etkinken eserinizin anlaşılmama ya da sıkıcı görülme ihtimali aklınıza geldi mi?Sonuç zaten böyle oldu, ilgi görmedi romanım. Sitem değil tabii bu. Benim amacım yüreklendirici bir ilhamla merhameti çoğaltmak. Okuyan insanın kalbini ısıtmak. Bu, bir kişi bile olsa, doğru bir şey yaptığımı düşünürüm.-Çok klişe olacak; ama eşiniz severek takip edilen, okunan bir yazar. Eşinizle beraber bir eser çıkardınız. Evde iki yazarın olmasının avantajı ve dezavantajı neler sizce? Dezavantajı olmadı. Tersine yazdıklarımı okurken onun yüzünde beliren ifade beni cesaretlendirdi. Onunla karşılaşmadan önce de yazardım, ufak tefek kötü hikâyeler. Yazar olmak aklımdan bile geçmezdi, severdim yazmayı, o kadar. Onunla tanıştığımda daha bir hikâyesi çıkmıştı, Morköpük adlı felsefe dergisinde. Adı da “Kafirler için Apologya”. Klasik ve düz bir okuyucu olmayı bu hikâyeden sonra bıraktım. Tanışır tanışmaz hikâyesini okuduğumu, çok beğendiğimi söyledim. O sormadan, "Ben de yazıyorum," dedim. Bu aramızda atılan ilk bağdı. Merak etti yazdıklarımı. Ben de eskileri beğenmediğim için bir hikâye yazdım ve ona götürdüm. Öğrenciydim o zaman, o da ortalarda nadir görünen bir asistandı. Kendi görünmez duvarından başını sık uzatan biri değildi. İşte ben bu bir aralık bakışta ona yaklaşabildim. Yazdıklarımı hep beğendi ve bana çeşitli yöntemler öğretti. Sonra okul bitti, hayat başladı; ama o hep aklımda kaldı. Öğretmenliğe yeni başladığım dönemde “Puslu Kıtalar Atlası”nı okudum. O an hissettiklerimi anlatmam şimdi doğru olmaz, ancak hayat beklemediğim şekilde ilerledi, yeniden karşılaştık ve evlendik. Yazmak bizi yakınlaştırdı ve bu sadece başlangıçtı. Artık ikimiz de daha güçlü bağlarla yaşıyoruz.-Hayvanlarla güçlü bir bağınız olduğunu okuduk ve anlatıyorsunuz. Pandemi koşullarında hayvanların görece özgürleştiği düşünülse de beslenme ve barınma konusunda sıkıntı çektiklerini İzmir’deki bazı alanlarda gözlemliyoruz. Halihazırda siz hayvanlarla olan bağınızı nasıl koruyorsunuz ve yaşadığımız bu zamanda hayvanların var olma mücadelesini anlatan bir eser yazmayı düşündünüz mü?Kendimi bildim bilelim hep hayvanlarla iç içe oldum. Kedisiz uyuduğumu hatırlamıyorum. Köpeğim de oldu. Çok hayvan geldi geçti hayatımdan. Öldüklerinde kahroldum. Ancak sevmenin bedeli acı çekmektir ne yazık ki. Pandemi sırasında insanların duyarlılığı daha da arttı. Onlar ellerinden geleni yaptılar, yapıyorlar. Eşim de hayvanları çok sever. Onlar için pek çok yere mama gönderir, soğuk gecelerde el ayak çekildiğinde bizzat mama dağıtır sokaklarda. Dediğim gibi hayvanlar sokaklarda zor bir mücadele veriyorlar. Onların yaşadıklarını anlıyorum ve bu yüzden de hallerini anlatmayı seviyorum. Pandemi pek çok kişide olduğu gibi bana da yıkım ve kayıp getirdi. Babamı kaybettim bu virüs nedeniyle. 12 gün yoğun bakımda kaldı. Kurtulamayacağını en başından biliyorduk. İki akciğeri de tutulmuştu ve yaşı da ileriydi. Ölümü beklemek çok zordur. İlkini annemde yaşamıştım. Babamda ise öylece oturup ağlayarak bekleyemedim ve bir romana başladım. Yine hayvanlar ve tabii ki kediler. Roman bitti ve babam gitti. Sanki bana yazdıran oydu. Ya da buna tutunmak bir çeşit teselliydi benim için. Bu roman tamamen kedi karakterlerden oluştu. Mart ayında yayınevine yollayacağım. Bu romanda hayvanların pati izlerinden başka babamın ruhu da var.-İzmir’deki hayvan sevgisinin diğer kentlere göre biraz daha fazla olduğunu düşünüyorum. Bu konu hakkında bir kedi sever olarak siz ne düşünüyorsunuz?İzmir'den pek çıkan biri değilim. Ancak bildiğim kadarıyla bu konuda iyiyiz. İnsanlar eskiye göre çok daha duyarlı, özellikle de gençler. Mesela apartmanımızın önünde baktığımız bir kedi var. Adı Boncuk. Dükkanlara girip çıkıyor. Evi var, battaniyesi, mama kabı. Hemen yanımızda da bir market. Orayı da kolaçan ediyor sık sık. Çok akıllı ve işini bilen bir kedi. Yaş mama tutkunu bir de. Nasıl beceriyorsa, kendine yaş mama aldırmayı başarıyor. Bir gün mamaların satıldığı reyonun önünde gördüm onu. Bir delikanlı vardı yanında. Almak için pakete uzandığında müdahale ettim: "O değil, diğer paketi alın, onu daha çok seviyor," dedim. Orta yaş ve üstüne pek yaklaşmıyor, Boncuk. Gençleri seçiyor mama almak için. Bu yüzden ben çok umutluyum. Boncuk benden daha ileri görüşlüymüş: Anlamış, merhametli olanların çoğunun genç olduğunu.Özlem Anar, Kedi Dili, Alfa Yayınları, 2020, İstanbul