İnsanoğlu haricinde hiçbir canlı yaşadığı yere yapay dokunuşlarda bulunmaz. Örneğin, bir kuş topladığı dallarla yuva yaparken, bir çita avını yüksek ağaç tepelerine taşırken ya da bir balık kendi habi...
İnsanoğlu haricinde hiçbir canlı yaşadığı yere yapay dokunuşlarda bulunmaz. Örneğin, bir kuş topladığı dallarla yuva yaparken, bir çita avını yüksek ağaç tepelerine taşırken ya da bir balık kendi habitatında ürerken kendi gücünden ve doğanın kendisine sunduklarından başka bir şeye ihtiyaç duymaz. Zira hiçbir canlı kendisini olduğundan daha başka daha farklı ya da daha gelişmiş yapma çabasında değildir. Sahip oldukları özelliklerle tüm bir yaşam döngüsünü tamamlar ve kendisinden sonra gelenlere de bu ritüeli miras olarak bırakır. Güzellik, sağlık, mutluluk, başarı, zenginlik, huzur gibi kavramlara ihtiyacı yoktur. Kendisinden beklenildiği şekilde gerçekleşen bu yaşam formlarının zarar vermeden yaşa, gereği kadarını al ve bu nizamı bozma prensipleri vardır. Ve biz bu muazzam güzellikteki döngülere ekolojik denge veya ekosistem diyoruz.
‘DOĞADAN ALIYORUZ’
Ne yazık ki, aynı şeyleri insan için söylememiz söz konusu değil. Doğadan fazlasıyla alıyor; ancak ondan aldıklarımızla yetinmiyor, her konuda daha fazlasını istiyoruz. Öyle ki bu sonsuz isteklerimiz karşısında doğa da yetersiz kalıyor. Tam da bu noktada yapaya, imitasyona yönelip onu taklit ederek aşmaya çalışıyoruz sorunları ama yine olmuyor.
Örneğin, petrol doğada kendi halinde dururken zararsızken onu alıp, işleyip, kendi kullanabileceğimiz forma getirdiğimizde zararlı hale geliyor. Bu yeni oluşum plastik dediğimiz onlarca ürün eşliğinde doğayı kirletirken, bir yerlerde yanlış yaptığımızı fark edip bu seferde acaba nasıl dönüştürebiliriz? Nasıl yine yeni yeniden kullanabiliriz? diye sorgulamaya başlıyoruz. Kumdan cam, bakırdan tel, çelikten tencere, bitkiden ilaç derken birde bakıyoruz ki, ondan olmayan hiç bir şeye sahip olmamışız. Elbette insan olmanın, zeka ve düşünme yetisine sahip olmanın bu safhaya gelmemizdeki etkisi yadırganamaz. Ancak işin olumsuz yanı, aynı özellikleri bize bunları bahşeden tabiata sahip çıkma ve onu olduğu gibi muhafaza etme noktasında kullanmıyor oluşumuz.
‘SAĞLIKLI HAVA’
Teknolojimiz ne denli gelişirse gelişsin, özünde ihtiyacımız olan tek şey her canlı gibi sağlıklı bir havayı solumak, temiz su içmek, temiz toprakta yetişmiş besinleri tüketmek ve bunları yapabildiğimiz seviye de yaşamı devam ettirmek. Dünyamızın bugün geldiği noktada kaynakların yetersizliği, kirli su, hava ve toprak temelli tüm sorunlar, beraberinde yaşanan iklim değişiklileri bizi özümüze geri dönmeye zorlamakta, dönüştürüle bilir ve yenilenebilir enerjileri arttırmaya, ulusal ve uluslararası alanda önlemler almaya mecbur bırakmaktadır. Dünya petrol rezervlerinin tükenmeye başlamasıyla elektrikle çalışan otomobil üretimine ağırlık verilmesi, bazı ülkelerde benzin ve türevleriyle çalışan otomobil kullanımına yasaklar getirilmesi, yakın gelecekte bu uygulamaların tüm dünya genelinde yürürlüğe girecek olması bu mecburiyetler den sadece bir tanesidir. Yine de unutulmamalıdır ki; yok olan yitip giden bir şeylerin yerine bir yenisini bir başkasını koymak sorunun halledilmesi noktasında gerçekçi ve kalıcı bir çözüm getirmeyecektir. Bir zaman sonra yeni arayışlara başlamak kaçınılmaz olacaktır. Bu sebeple var olanı en ekonomik şekilde kullanmak, korumak ve olabilecek en minimal düzeyde tüketmek zorundayız. Dünyamıza, yaşamın devamlılığına dair, hızla tüketmekte ve bir yandan da kirletmekte olduğumuz kaynaklar bakımından mesuliyetimiz, çok geç olmadan harekete geçmemizi gerektiriyor.