Elli günü aşkın zamandır, çevremde Narin’i konuşmayan neredeyse hiç kimseyi tanımıyorum. Arkeoloji profesöründen bahçıvana, ev hanımından müteahhide, balıkçıdan öğrenciye kadar her kim ile konuşsam sohbet dönüp dolaşıp Narin’e geliyor. Rüyasında Narin i gören, uykusunda cinayeti çözmeye çabalayanlar, gece gündüz 24 saat medyada olayın aydınlatılmasını bekleyenler. 

Genel bir adalet beklentisi. Diğer yanda her gün yeni, daha derin acılarla travmalarla dolu cinayetler, bebek katliamları. Daha kötü ne olabilir, nerede duracak, bu çılgınca devam eden gidişat nerede son bulacak sorgusu, toplumda daha ağır depresyona yol açmakta. Gündemi takip etmekten, hangi birine üzüleceğiz demekten yorulmuş milyonlarca insan. Artan kriminalite, tırmanan yolsuzluk yoksulluk denklemine ilave edilen pahalılık, zamlar, geçim zorluğu ve daha vahimi ümitsizlik, mutsuzluk denklemi. Tüm bu olaylar ortasında, iyilik doğruluk için devam eden mücadele. 

Dönüp bakınca, on yıl evvel derneğimizi kurduğumuzda, çevremiz, doğamız, yaşam alanlarımız için yasayla belirlenmiş hakkı talep etmeye çabaladığımızda, genel bir tepki almış olduğumuzu hatırlıyorum. Siz mi düzelteceksiniz bu düzeni? Yasalar kamu düzenini tesis etmek için kurulur. Kimse kimsenin hakkını çiğnemesin, haksızlık yapmasın diye oluşturulan en medeni yapı demokratik laik hukuk sistemi olmuştur. Bu ideale inanan ve insanlığın huzurunun ancak bu şekilde sağlanacağını düşünen uluslar Birleşmiş Milletler çatısı altında birleşmiştir. 

Birleşmiş Milletlerin çerçevesi yaşamı, insani değerleri, çevresel etkileri bütünüyle değerlendiren asgari müşterekleri belirleyecek bir kaldıraç olarak kabul edilmiştir. İnsan hakları, doğal yaşam alanlarının hakları, sular, gıda, üretim tüketim dengesi, kirlilik, beşeri ilişkiler, insanların yerküreye verdikleri zarar, birbirlerine verdikleri zararlar, olması gereken minimum kriterler, olmaması gereken kati kurallar belirlenmiştir.

1945 yılında ikinci dünya savaşı hemen sonrasında kurulması kararlaştırılan bu medeniyet zirvesi birliğe ilk imza atan ve üyesi olan ülke Türkiye’dir. 1945 yılından bu yana kapsam ve çerçevesi her yılki uluslararası antlaşma ve sözleşmelerle düzenlenmeye devam eden birliğin içindeyiz. Birleşmiş Milletler kapsamında alınan kararlar hemen sonrasında ülkemizde kanun ve mevzuat hükümleri ile yasalarımıza girmekte, güncellenmektedir. Öyleyse, harp sonrası medeni toplumların kamu düzeni oluşturma çabasının en başında ülkemiz yer almaktadır. 

Toplumda ve kamuda devam eden böylesi akıl almaz çürümüşlüğün, hukuksuzluk, adaletsizlik ve hatta ahlaksızlık olgusunun kaynağı nereye dayanmaktadır? 
Bizlere göre, ben mi değiştireceğim bu düzeni, şeklindeki bakış açısı toplumumuzun kabullendiği en büyük yanılsamadır. Birçoğunun, imkanım olsa başka ülkede yaşarım düşüncesi de, bu yanılsamadan doğan başlı başına yanılgıdır. X ülkeden sıkılan yorulan, z ülkesine, c deki imkanları tüketenin, d ülkesine kaçtığı bir dünya hayal edin. Böylesi bir varsayımın sonu, bu gezegenden kaçıp marsa yerleşme fantazisidir. Önemli olan tek doğru, dünyamızı yaşanabilir bir yer halinde muhafaza etmek ve korumaktan vazgeçmemektir. 

Özellikle, Birleşmiş Milletler topluluğuna ilk imza atan, bizler için bu bir tesadüf değildir. Anadolu, tümüyle binlerce yılın medeniyetlerinin yaşadığı, kadim tecrübelere vakıf bir coğrafyadır. Bizlerin medeniyet anlayışı, esasen dünyaya medeniyet dersi verebilecek potansiyeldeki bir kültürdür. Farkında olmasak dahi, bu geleneksel yapı, her birimizin genetik hafızasında mevcuttur.