Milattan önce 3. yüzyılda yaşayan Aristoteles, o günün insan grupları arasında gözlemlediklerini değerlendirmiş, “köleliğin en kötü tarafı, kölenin de bu durumundan hoşlanmaya başlamasıdır” demişti. Benzer insan davranışları zaman içinde yeniden gündeme gelmiş, çeşitli psikolojik bozukluklar açıklanmaya, kategorize edilmeye çabalanmıştı. Örneğin 1200 yılların başında yaşayan Mevlana, “kurdun kuzuyu yemek istemesi doğaldır, ama kuzunun buna gönüllü olması anlaşılamaz, kuzu kurda neden aşık olur?” benzeri, sıra dışı insan davranışlarını tespite, anlamaya, açıklamaya, tanımlamaya çabalamıştır. Aykırı davranışlar, norm dışı psikolojiler, bilim insanlarının günümüzde halen anlamaya çabaladığı ve çoğu zaman yetersiz kaldığı durumlara vesile olur. 

STOKHOLM SENDROMU 

1973 yılında İsveç’in başkenti Stokholm’de bir bankayı soymaya çabalayan soyguncular, içeride çalışan 4 kadın görevliyi 6 gün rehin almıştı. Sonunda kolluk kuvvetleri soyguncuları etkisiz hale getirdi. Ancak ilginç olan tarafı, 4 kadının bu kısa zaman zarfında kendilerini rehin tutan saldırganlara sempati duymaları, onlara yardım etmeye çabalamaları olmuştu. Tutuklanan soyguncuların hapse atılmaları ve yargı süreçlerinin başlamasında da kadın rehineler, daha önce hiç tanımadıkları bu adamların avukat ücretlerini ödemeye, işledikleri suçtan kurtulmalarına çabalamaya, yardım etmeye devam etmişlerdi. İçlerinden biri evlilik planı yaptığı nişanlısından ayrılarak, soygunculardan biri ile evlenmişti. Konuyu başlı başına bir psikoz olarak gören ve araştırmaya koyulan İsveçli Bilim insanı Nils Bejerot, kurban pozisyonundaki ezilmiş, istismara uğramış, tecavüz edilmiş, korku dolu anlar geçirmiş pek çok emsaldeki incelemelerinde, kendisine eziyet edene karşı bağımlılık geliştirdiğini öne sürerek bir tanı oluşturmuş, buna da Stokholm Sendromu adı verilmişti. 

Ted Bundy 1974 ile 1978 arası 4 yılda 30 kadın cinayetinden sorumlu tutulmuş, 30’unu itiraf etmiş ancak 100’den fazla faili meçhul cinayetin sorumlusu olduğu düşünülmüş bir seri katildi. Tutuklanması sonrası daha da ilginç olmuştu. İki kez hapishaneden kaçtı ve tekrar ve tekrar yakalandı. Hapishane yılları boyunca sayısız mektup aldı. Bunların çoğu hiç tanımadığı yüzlerce kadına ait aşk mektubuydu. Pek çoğu kendisi ile evlenmek istiyor, hiç tanımadıkları bu adama kendi hayatlarını adamaya yemin ediyordu. Psikoloji biliminde, araştırılan ve bir tanım konulamayan olaylardan biri olarak tarihe geçmiştir.

VAKA MI!

40 günü aşkın zamandır, 85 milyon halkın gece gündüz takip ettiği Narin dosyası, kanımca, kendine münhasır bir” vaka” olmanın çok ötesinde incelenmeye muhtaçtır. Adli boyutu, ahlaki boyutu, sosyolojik ve psikolojik boyutu gibi çok yönlü incelenmesi gerekecek, yıllar sonra bile konuşulacak, hatta belki akademik olaylarda emsal olacak yönleri ile hem hukuk hem psikoloji ders kitaplarına girecektir.  Kendine münhasır feodal düzende yaşamını sürdüren hemen neredeyse tamamı akrabalardan oluşan varlık sahibi ve bir o kadar da muhafazakar köy halkının kendi içinde, 7’den 70’e kendi hukuk düzenini tesis ettiği, sanki cumhuriyetimizden bağımsız bir mecrada yaşıyorlarmış izlenimini doğurdu. Kendi hukuk siteminde, kendi yalanlarına sonuna kadar tutunduklarını izledik. Kendi dünyalarına savaş açılmış gibi içlerine kapanarak,  kurallarına, korkularına, mazeretlerine, ve/veya yalanlarına sarılmalarını izledik, izlemeye devam ediyoruz. Hiçbir söz söylememeyi seçen, korkan bir güruhun haricinde, sürekli konuşan ve hep yalan beyanlarda bulunup, kolluk ve adli birimleri ve dahil kamuoyunu yanıltan, bilime teknolojiye, kafa tutmaya cüret eden, feodal güçleri ile kendilerinde bunu hak gören, hak görenlere susan, korkan kabullenmiş insanlar. Tümü topyekûn suç, suç psikolojisi tanısı olarak tarihe geçecektir. Muhtemelen 5 yıl sonra hukuk fakültelerinin asliye ceza hukuku dersinde Tavşantepe veya Narin tanısı literatürde yerini bulacaktır.