Alişan Karahan, 5 kitapla okuyucuya ‘Merhaba’ dedi. Yarım asrın izlerini taşıyan şiir, anı ve öykülerde Anadolulu yurtsever...
Alişan Karahan, 5 kitapla okuyucuya ‘Merhaba’ dedi. Yarım asrın izlerini taşıyan şiir, anı ve öykülerde Anadolulu yurtsever bir öğretmenin aydınlanma mücadelesi de okunuyor
Eğitimci-yazar Alişan Karahan’ın 5 kitabı birden yayımlandı. Korona virüs günlerinde “Yaşadıklarımız geleceğe kalsın” diyerek masa başına geçen Karahan, 2’si sırada bekleyen 7 kitabını hazırladı. Çocukluğumun Ceyhan’ında tanıdığım Özgür Kitap-Kırtasiye’nin sahibi Karahan, yazdıklarında Erzurum’dan Ceyhan’a uzanan bir aydınlanma mücadelesini anlatıyor. Bir öğretmenin köy çocuklarının önünü açmak için verdiği mücadelenin ışıldayan bir örneği olan Karahan’la kitaplarını, Ceyhan’ı ve yapacaklarını konuştuk. Karahan, öykülerinde emekçilerin yaşadıklarını temel aldığını söyledi.
- Sayın Karahan, yakın zamanda beş kitapla okuyucu karşısına çıktınız. Bu kitapları eşzamanlı yayımlamanızın nedeni nedir? Bu işte bir acele mi var?
Bilindiği gibi dünyayı kasıp kavuran korona virüsü beni çok tedirgin etti. Yıllarca belleğimde yer eden bu yaşanmışlık dolu öykü ve şiirleri artık gün yüzüne çıkarmak için biraz da bu yarına varamama korkusu ile yayınlatmanın uğraşını verdim. Yıllara yayılan mücadele dolu düşünce ve yaşanmış hayatlarımızın içinden gelen öyküleri, şiirleri yayınlatmak bir yerde benim için görev olmuştu. Okunur okunmaz kaygısı hiç gütmedim. Çünkü anlatılan benim değil, halkımızın dertleriydi. En kişisel hikayemde bile emekçileri anlattım. Pek acelecilik de görmedim. Çünkü geç kalmıştım. Yaş 70’e dayanmıştı. O kadar tetikleyici olay oluyordu ki içimden, ‘Ne duruyorsun artık bir yerden başla!’ diyerek çıktık yola. İyi ki çıktık diyorum.
- Dün Bugün Yarın, şiir kitabı olarak dikkat çekiyor. Şiirlerin hepsi de yakın tarihli şiirler. Diğer kitaplarınızdaki anı ve öyküler yarım asrı bulan geçmişe sahip. Şiir kitabınızdan adından ve yakın tarihli bu şiirlerin hikayesinden söz eder misiniz?
Kitabın adından da belli olduğu gibi bir bir anlatmak kayda geçmek gerekiyordu. Şiirlerin yazılış tarihleri hem çok yakın hem de aslında çok uzak. Çok mu çok hikayesi var bu şiirlerin. Son zamanlarda artık bu mavi gezegen birer birer zenginliğini yitiriyor. Tepkisel şiirler olarak ve gidenleri unutmamak tarihe not etmek, belleğe geçirmek şiirleri olarak gördüm, yazdım. Bu şiir kitabımdan önce yayınlanan Birliktelik, Gidenlerin Ardından kitabımda yazdığım şiirler 1970’lerden 90’ların sonuna kadar ülkemizi ve dünyadaki özgürlük mücadelesini anlatan kaybettiğimiz yoldaşlarımızın anısına yazdığım şiirlerdi.
Son korona salgınında kaybettiğimiz arkadaşlara yazdığım şiirler ile hayatın içinden gelen dizeler Dün, Bugün,Yarın şiir kitabımın yaşanmış gerçek hayatlara dokunan şiirler.
Bana göre şiir edebiyatın yorulmaz atıdır. Dağları, ovaları, kentleri, kıtaları aşar gelir hayatın içine sevdalarıyla acısıyla tatlısıyla mücadeleyi de yerleştirir.
- Siz Erzurumlusunuz; ancak Ceyhanlı bir yazar olarak öne çıkıyorsunuz. Açıkçası yolu Ceyhan’dan geçen her yazarda bunu gördüm diyebilirim. Nedir bu Ceyhan’ın gizemi ve hikmeti?
Boşa demedi Orhan Kemal, Bereketli Topraklar. Ve Yaşar Kemal Akçasazın ağaları… Dağlardan inip Düzova’da zalim Abdi Ağa’nın çiftliğini başına yıkan İnce Memed’i. Bu kadar hayatımızda yer etmesinin tek sebebi yoksulların bu katmerli mücadelesini onları doyurmak için cömert davranmasıdır. 13 yaşımda geldiğim bu şehir benim okulum oldu. Memlekette düzlüğe bu sarı ırmağın kucakladığı Ceyhan’da bayıra, dağa hasrettik. Toros Dağları bize uzaktan nöbete duruyordu. Başı hep karlıydı. Sarı sıcağı zemheride imirin iti gibi insanın kemiklerini donduran soğuğu bizi bu kente aşık edendir. Bir yanda ağaları, fabrikaları yediveren ovası ve külhanbeyleri hele de o emekçi mahallelerin yoksulları Ceyhan’ın bir kader manifestosu gibi hayatımda yer etmiştir. Ceyhan’da okudum, okuttum ve son zamanlarda kültür hizmeti bildiğim on yıl gibi bence çok kısa kitap kırtasiye ile Ceyhan’a vefa borcumu ödemek isterken depremde o kadim sosyal demokrat kentimden kopmadım ama başka kente İstanbul gibi metropole göçtüm. Ceyhan içimde özlemle yaşayan kent olarak kaldı. Ceyhan’a geldiğimizde bir buğday tanesi gibiydik. Bir serçe kuşu bile yiyebilirdi. O bizi temsil eden buğday tanesini Ceyhan’ın en varoş mahallesi Tuzlugöl’ün emekçileri ile kardeşleştik. O buğday bir tarlaya dönüştü. İşte Ceyhan, bu kadar anacıl bir kenttir. Ona ne yazsam azdır. Bir şiirimde Ceyhan’ın sıcağı bile özlenir demiştim. Ceyhan’ın özlenmeyen hiçbir şeyi yoktur. Doğduğum değil doymaya, yaşamaya çalıştığım Ceyhan unutulmaz bir memlekettir.
- “Bakır Tencerelerdeki Sihirli Arılar” kitabınızda Erzurum’a gelen aydın bir eğitimciden söz ediyorsunuz. Size ve köyünüze kattıklarından… Öğretmenlik yıllarınızda kendi döneminizi o öğretmeninizle karşılaştırır mıydınız? Düşündükçe ne hissederdiniz?
İbni Haldun, coğrafya kaderdir derken; aslında o kaderin çemberini mutlaka kırmanın da yol ve yöntemini dile getirmek istemiştir. Cumhuriyetin kuruluşundan 38 yıl sonra köyümüze iki öküz arabası yüklü kitabı ve tahta bavulu ile yedek subay elbisesi, yaldızlı kokartlı kasketli, uzun boylu bir adam geldi. Köyün orta yerinde bir saman mereği okulumuz oldu. Sevindik hepimiz. Bize de okul hakkı verilmişti. Öğretmenimiz Binali Seferoğlu yaşımıza göre uygun sınıftan başlattı. Ben dördüncü sınıftan başlamıştım. Okuma yazmayı iyi kötü askerde öğrenen abilerimiz bizlere öğretmişti. Okula kavuşmaya çok sevinemedim. Çünkü kız çocukları halen okula gönderilmiyordu. Bundandır ki okuma yazmayı öğrendiğimde başta anam, ablalarım, yengelerim “Bizim gözlerimiz de senin olsun. Bizim gözümüzle okursun” dedikleri o gün bugündür bir öğretmen olarak içimde kanayan bir yaradır. Okuma yazma biz erkek çocuklara hak görülüp akranlarımız kız çocuklara çok görülmesini yadırgayan düşünce ve görüşle çok mücadele ettim. Öğretmenimiz Kamber Yayla, okul yapılınca okulumuza atanan ikinci öğretmendi. Binali öğretmenden kitap okuma, Kamber öğretmenden de köyde meyve, sebze, hayvancılık üretiminin nasıl yapılacağını öğrendim. 27 yıllık öğretmenlik hayatımda 22 yılım köylerde geçti. Köylünün derdini dert, sevincini sevinç edindim. En başta Köy-Koop’ta köylüler için unutulmaz işlere omuz verdim. Her iki ilkokul öğretmenim ve Ceyhan Lisesi’ndeki öğretmenlerimin benim öğretmenliğimde unutulmaz emekleri vardır.
- Aynı kitapta Asım Bezirci’den de bir anı ile karşılaşıyoruz. “Ateşte Yürüyenler Yanmaz” dediğiniz bu anı üstelik Sivas Katliamından çok kısa süre önceyi anlatıyor. Doğrusu 2 Temmuz günü ne hissettiğinizi sormak isterim. Örneğin o gün size imzaladığı kitabı elinize aldınız mı?
Bakır Tencerelerdeki Sihirli Arılar kitabım bir yerde hayatın içinden kopup gelen anılardır. Asım Bezirci ile Cağaloğlu’ndaki Say Yayınları’nda karşılaşmıştık. Onun üretken aydınlık yüzlü bir yazın emekçisi olduğunu bilir, takip ederdim. Pir Sultan Abdal kitabını yeni çıkarmıştı. Ceyhan’daki kitabevimde satmak için 20 adet sipariş verdim ve imzalı bir de kitabını aldım. Asım Bezirci, bizi imza günü yapacağı Bağdat Caddesi’ndeki bir mekanda imza gününe davet etmişti. İmza gününe katıldım ve ben Ceyhan’a, onlar da 2 Temmuz’da olacak Pir Sultan Abdal şenliklerine katılmak için gittiler. “Hepimiz suçluyuz” der Cezayir’de Fransa’nın yaptığı katliamlar için Jean Paul Sartre. Ben de Sivas Katliamı için “hepimiz suçluyuz” diyorum. O gece anında örgütlenip bulunduğumuz yerlerde tepkimizi ortaya koyamadığımız için o 33 aydın, sanatçı canlarımızı yobazlığa kurban verdik. Asım Bezirci’nin Pir Sultan Abdal kitabına elimi bir daha süremedim. Sanki fırından çıkmış kor ateş gibi dokunma, yanarsın diyordu. Bu kitap yüreğime akan gözyaşları gibidir.
- Sadece kendi kuşağınızdan değil yazın dünyasındaki yeni yazarlarla da yan yana geliyorsunuz. Genç kalemlerle olan ilişkiniz nasıl? Onlarla ilgili kısa bir değerlendirme yapar mısınız?
Kendi kuşağımızdaki yazar arkadaşlarla son zamanlarda ben iyi yazarım, benim eserlerim, öykülerim yarışması kıskançlığı bayağı ürkütücü boyutta. Bence yeni yazarların önünün kapanmasından çok açılması gerekiyor. Ödül almak, verilen ödülle daha katılımcı olmaları için yeni öykücü, romancı, araştırmacı gençlere destek verilmeli. Bazı ödüller için ise yaş sınırı getirilmeli ki, genç yazarlarda o ödüllerle sesini duyurabilmelidir.
Bu edebiyat dergilerinde de böyle olmalı ki gençlerin yazma azmi olsun. Genç bir yazarın, araştırmacının eserleri bu dergilerde yer bulursa inanın ki ülkemiz yazın çoraklığından kurtulup daha verimli eserlere imza atacak bir yer olur. Son zamanlarda okuduğum genç yazarların hem dil, hem konu hem de dünyaya bakışları konusunda çok umutluyum.
- Sosyalistsiniz ve elbette aydınlanma mücadelesi içinde sayıyorsunuz kendinizi. Yarım asırdan fazladır bu mücadelenin içinde olan biri olarak yarına dair ne düşünüyorsunuz? Yazdıklarınız geçmişle ilgili doğal olarak; ama yarına ne söylüyor bu beş kitap?
Bir devrimci öğretmen olarak okuma yazma öğrendiğim günden bugüne hep halkımızın yanında haksızlığın karşısında oldum. Bundan dolayı ben sosyalist öğretmen olarak tanındım. İyi ki de sosyalist olmuşum. Halkının derdine dert olmayan haksızlığa boyun eğen bir öğretmen düşünemiyorum. Biz öğretmenler öğrencilerimize hiçbir zaman sırtımızı dönemeyiz. Ancak tahtaya bir yazı yazdığımızda öğrencilerimize sırtımızı döneriz. Aslında beş değil yedi kitabım yayınlandı. İki kitap dosyam da hazır. Kısmet olursa eylül ayında yayınlatmayı düşünüyorum.
Yol dedik ya “Yol gide gide, ömür tükene tükene”. Daha söylenecek çok söz, yazılacak nice şiir, öykü ve roman var. Yedi kitap değil, yedi bin kitap da yazsak, halkımıza olan boyun borcumu o kadim kentimiz Ceyhan’a duyduğumuz özlemi gideremeyiz.
Güce değil, gücün karşısında olup, halkın gücüne güç katmak için yola çıktı bu yedi kitabım.
Alişan Karahan; Bakır Tencerelerdeki Sihirli Arılar, İnsansız Dünya, Benim İnsanlarım-Yol Hikayeleri, (Sokak Yayın Grubu) Dün Bugün Yarın, Sütteki Zehir (Tunç Yayıncılık)