Çağımız herhalde felaketler yılı…
İnsan ister istemez “Nostradamus’un kehanetleri mi bir bir gerçekleşiyor” diye düşünmeden edemiyor…
Dünyayı terk edip Mars’a göç edemeyeceğimize göre; yapacağımız t...
Çağımız herhalde felaketler yılı…
İnsan ister istemez “Nostradamus’un kehanetleri mi bir bir gerçekleşiyor” diye düşünmeden edemiyor…
Dünyayı terk edip Mars’a göç edemeyeceğimize göre; yapacağımız tek şey tedbir almak, tedbirli davranmak…
Elbette; bir tabiat olayı olan depremin olmamasına karşı yapabileceğimiz bir şey yok. Bu konuda, tedbir almak zorundayız. Bunun yolu da, bilimin ışığında, depreme dayanıklı yapılar oluşturmak ve buralarda yaşamak… Bunu 7’nin üzerinde depremlere her an maruz kalan Japonlar başarmışsa biz niye başarmayalım…
Hele, 1999’da yaşadığımız o Büyük Marmara Depremi’ni yaşamışken, hala bunu tartışmak, tedbir alamamanın dayanılmaz ağırlığı altında ezilmek de neyin nesi…
O büyük felaketin üzerinden 20 yıl geçmesine rağmen, biz hala “havanda su dövmeye” devam ediyoruz maalesef… Akhisar beşik gibi sallanırken, Elazığ’da 41 vatandaşımızı ecelin kollarına verip, onlarca yaralımızın ortaya çıkması ile yüreğimiz dağlanırken, hala bekleyecek miyiz, bir türlü anlamıyorum…
“İstanbul’da deprem olacak mı, İzmir’de şu kadar fay var, acaba deprem olur mu?” sorularını birbirimize sormak, abesle iştigal etmekten başka bir şey değildir. Konuşalım, tartışalım ama çözümün de ucundan tutmak zorunda değil miyiz?
Her zaman söylüyorum. Bizlerin yaşadığı yer İzmir. İzmir’de ne yaptık, ne yapıyoruz? Bunun cevabını verecek bir tek yetkili var mı? Yok… Herkes oturmuş, olanları izliyor. Tabiri caizse de ağzı olan konuşuyor…
Beyler, bu kadar lakırtı yeter. Daha Karşıyaka’daki iki yatık binanın sorununu çözmeden, kentin dört bir yanında, bir sarsıntıda yıkılması olası binlerce yapı varken, tıpkı İstanbul fethedilirken, “Melekler erkek mi, dişi mi?” tartışması yapan Bizanslılar gibi, havanda su mu döveceğiz…
Evet, depremde zarar, Elazığ’a da, Akhisar’a da gidin. Yardımlarınızı toplayıp gönderin, ama Allah aşkına dönüp İzmir’e bir bakın. Deprem kaderse, her insanın kaderini kendisinin tayin edebilme gibi bir görevi de vardır…
Felaketler yılında, bir başka derdimiz de şu virüsler…
Çin’de ortaya çıkan Korona şu sıralarda ortalığı kasıp kavuruyor… İddia o ki, sokakta buldukları her türlü şeyi yiyen bu yere yakın millet, belki de ettiklerini çekiyor…
Atalarımız, “Temizlik imandan gelir” diye boşuna dememiş. Biz temizliğe dikkat ettiğimiz sürece, bu tip vakaların çok etkili olacağını zannetmiyorum…
Bir zamanlar ortaya çıkan Kuş Gribi yüzünden, kanatlı hayvanlarımızı kendi ellerimizle telef etmiştik. Şimdi, o günleri hatırlayan var mı?
Elbette önce tedbir alacak, sonra da tevekkül edeceğiz. Bu konuda da devletimize güveneceğiz. Çağımızın Deccali, internet ve sosyal medya üzerinden yayılan yayınlara çok da itibar etmek doğru değil…
Nereden bulunduğu, ne zaman gerçekleştiği belli olmayan fotoğraf ve resimlerle yapılan paylaşımlar, moralimizi de psikolojimizi de bozuyor… Yakında paranoyak bir millet haline getirecekler bizi…
Bir yandan hayat gaileleri ile uğraşırken, diğer yandan dedikodu ve fitne yuvalarının yaydığı melanetler, bizi yaşamdan soğutmaya çalışıyor. Gittiğimiz-geldiğimiz yere, yediğimiz ve içtiğimize dikkat ettiğimiz sürece, bu biyolojik virüslerin, iç ve dış virüsler kadar bize etki edebileceğine ihtimal vermiyorum…
Kalın sağlıcakla…