Çevreyi korumak, bireyden ve bireyin en yakın çevresinden başlar. Bu nedenle ki, çevreyi korumayı anlatırken, aslında bireyin çevredeki rolünü izaha çabalıyoruz. Ancak bireyin potansiyeli ekseriyetle kendi, ailesi, evi, bahçesi, sokağı, mahallesi ve komşuları ile sınırlıdır. Bu fiili durum öngörülerek, Birleşmiş Milletler çatısı altında toplanan Çevre anlaşmalarına uzanan uluslararası yasal düzenlemeler sürecinde en büyük mesuliyet Yerel Yönetimlere verilmiştir. Yerel yönetimlerin derin ve çok kapsamlı tutulan mesuliyetleri izaha muhtaçtır. Çoğu orta gelirli ve üstü gelir düzeyindeki kimse ve emekli bir kısım kişilerin rağbet gösterdikleri Avrupa tur ve seyahatleri, ortamın temizliği huzuru ve düzenini met eden tasvirlerle doludur. Gidilen gezilen yerlerde, çöp göremedikleri, sinek böcek tacizine uğramadıkları, plajların koyların özel kullanıma tahsis edilip gasp edilmediği gibi türlü methiyeleri hepimiz işitiriz. Oysa Avrupa kentlerinin bu ortamı sağlamasında kullanılan yasal zeminin birebir aynısı ülkemizde de mevcuttur. Peki eksik olan nedir? Avrupa’da tüm çöplerin aynı konteynere atılması çok uzun süre önce yasaklanmıştı. İhtiva ettiği materyallere göre her bir kullanılmış atığın atılacağı çöp konteyneri farklıdır. Atılmaması gereken yere çöp atılmaz. Atılan her çöp dönüşüme gidecektir. Bu uygulamaya “Kaynağında Ayrıştırma” denir. Yani ev veya iş yerinde her atığın muhteviyatına göre ayrılarak atılması gerekmektedir. 

ORGANİK-İNORGANİK

Bu durumda organik ve inorganik atıklar diye temel başlıklar oluşturulmuştur. Atık yağlar, bio-dizel denen yakıt üretiminde kullanılacak çok kıymetli bir hammaddedir. Diğer bir açıdan, lavabodan atılması en başta, kanalizasyon ve gider borularında tıkanmalara yol açacaktır. Daha sonra gönderildiği atık su arıtma ünitelerine ve karıştırılması halinde doğal ortama zarar verecektir. Atık yani kullanılmış yağların toplanması çok önemli bir konudur. Her kullanılmış ve ömrünü tüketmiş, atık haline gelmiş ürünün farklı bir alanda kullanılmak üzere dönüştürüleceğinin bilinci toplumlarda henüz yerleşik bir kavram değildir. Bu nedenle Birleşmiş Milletler ve Avrupa Birliği gibi belli yaşamsal kalite standartlarını ortaya koyan ittifaklar, bu kavramların topluma enjekte edilmesi esasını getirmiştir. Bu aşamada da en büyük mesuliyetin, yürürlüğe konacak yasal ortamın icra birimlerine gönderilmesi, yani yerel yönetimlere atfedilmesi öngörülmüştür. Uygulamada işlevselliği sağlamak üzere, yerel yönetimlerin bilinçli toplum tarafından, halk ve sivil toplum örgütleri tarafından denetlenmesi ve hatta yönetimde katılımcı olmaları ile mümkün olunabileceği düşünülmüştür. Bu nedenle Kent Konseyleri denen katılımcı yönetim kavramları geliştirilmiştir. Ülkemizde bu konseylerin ne ölçüde amacına ulaştığı ayrıca bir tartışma konusudur. Rant, kişisel menfaat, çıkar denkleminin arttığı ve toplumun her kesiminde ahlaki deformasyona yol açtığı bu zaman diliminde, ne bireyin ne de kurumsal mekanizmanın çok da fazla çevre duyarlılığına vicdan bırakılmamıştır. Öyle ki, düzeni tesis eden birçok denklemin kurucusu, oyun kurucu hatta namzet gösterilen ülkelerin dahi, kendi coğrafyalarında sağlıklı dengeli yaşam alanlarını korurken, dünya gezegenine verdikleri zararlar masaya yatırılsa, görünen itibardan eser kalmayacaktır. 

STONE HANGE

Geçtiğimiz günlerde dünya, çevreci aktivistlerin çılgın hatta hor görülen eylemleriyle sarsılmıştı. Çevreciliği ile nam salmış Taylor Swift isimli pop starın şahsi jet uçağının, karbon emisyonuna verdiği zararı gözler önüne sermek için turuncuya boyayan aktivistler gündem olmuştu. Benzer bir eylem, İngiltere’ye tekmil vermek için Stone Hange anıtına yapılmıştı. Bu çıkışlar çoğu çevrelerce hor görülmüştür. Bilincin uyanması ne zaman ve ne şekilde olur bilinmez ama bizler yazmaya ve ikaz etmeye devam edeceğiz.