Kuşadası Eğitim ve Geliştirme Vakfı (KEGEV)tarafından düzenlenen M. Sunullah Arısoy 2024 Şiir Ödülü, şair ve yazar Mehmet Sait İmret’in, “ Camın Ciğere Gittiği’ adlı kitabına verildi

Sunullah Arısoy Şiir Ödülü’nü “Camın Ciğere Gittiği” kitabıyla alan İmret, hüzün, aşk ve arayışa dair lirik bir eser ortaya koydu. Bir oluş halini nazım bir kompozisyonla okuyucuya ulaştıran İmret’le ödülü ve şiirini konuştuk. İmret, “Ben çoğu zaman da şiirin, sadece kendi içimizde sessizce okumamız gereken bir şey olduğunu düşünürüm. Şiirim de, sanırım ancak kulaktan kulağa ve serinlikle okunacak bir şiirmiş gibime geliyor. Sakin olacağız ki, sesimiz birbirine değsin” dedi. Sözü, İmret’e bırakıyoruz. 

-Öncelikle Sunullah Arısoy Şiir Ödülü’nüzü tebrik ediyoruz. Ödüllerin şiire ve şaire gündem olması açısından nasıl bir katkısı oluyor? Siz nasıl dönütler aldınız?

Şiirimin 2024 M. Sunullah Arısoy ödülünü almış olması elbette beni mutlu etti. Bilmek ve bilinmek gibi bir derdi var insanın. Ödülden önce şiirim her neyse hala o. Fakat ödülün ya da bir metni işaret ediyor olmanın dikkat çeken ve itina ile yaklaşmayı zaruri kılan bir tarafı var. Ödülden önce biraz daha rahattım gibi hissediyorum. Sanki şimdi biraz daha huzursuzum. Ödülü ilk duyduğumda hikâyemin zaten yayımlamış olduğunun burukluğunu yaşıyordum. Sonra bu burukluğun artık keyifli bir şey ile karşılaşmış gibi olduğunu hissettim. Açıkçası başta bu karşılaşmaya üzüldüm de. Yasın; alkış ile karıştığını hissettim. Daha sonra aslında onun bir alkış değil de, bir dert etrafında bir araya gelebilmenin farklı biçimleri olduğuna ikna oldum. Şimdi bende serin bir yer. Hem ödülden önce hem de ödülden sonra çok keyifli dönütler aldım. Şiirim için keyifli.  Ama başka yerlerden aynı his ve akılla artık beraberce bir yere bakıyor olmanın hüznü de vardı diyebilirim. Orası bende hala karışık duruyor.

-Kitaba geçelim isterseniz. "Kum tanesi cam olma telaşında" şiirinden itibaren bir oluş süreci okunuyor. Kumdan cama bir süreci okuyoruz. Kitabın adında "ciğere gittiği" tamlaması ile acıyı işaret etmeyi neden tercih ettiniz?

Şiir tabii ki duyguyla başlıyor ama sadece duygu ile sürmesi şiirin aklına haksızlık olur gibi düşünüyorum. Şiire kötü bir duygu, yerinde bir itiraz ve iyi bir akıl gerekiyor gibime geliyor. Kitabın elbette bir kurgusu var. Camın önce kum tanesi olması, sonra sıcak bir şeyle karşılaşıp şekil alması ve nihayetinde doğası gereği bir gün kırılıyor olması hayatımıza benzeyen bir yer gibi düşündüm. Farkına varmadan bir şeyler gelip geçiyor hayatımızdan. Tanışmaların son buluşmaya döndüğü yerlerin duygusu ve o değişimi görmek beni hep ürkütmüştür. Nihayetinde insan sonuç odaklıdır ve kırılmadan önceki süreçleri pek tahlil etmez. Tahlil ettiği şeyleri de hep kayıp duygusu üzerinden anlamaya çalışır. Bu benim için de öyle oldu. Kuma da, şekil alana şeye de, kırılan cama da aynı itinayı gösterelim demek istedim. Çünkü hüzünden önce mutlu ve heyecanlı bir yer de vardı. Burayı hatırlayalım lütfen.

“RÜZGÂR ARTIK YÜZÜMÜN GERİSİNE”

-Kum varsa rüzgâr da olur der gibi kitabın ortalarına kadar rüzgâr etkin bir imge. Kumu, camı ve onun acısının taşıyıcısı olarak mı tercih ettiniz?
Rüzgâr şiirimde yeri olan bir imge, itina ile bakmışsınız, teşekkür ediyorum. Başlayan şeyler ve biten şeyler insanı bir rüzgârdan geçirir. Başlayan şeyler rüzgârı karşısına alır ve yüzü bu rüzgârı aralaya aralaya yol alır. O anda yüzüne çarpan şeylerin önemi yoktur. Aklımda bir koşu vardır ve bu koşuyu hissederek tamamlamak ister. Sonra başlayan şeyin ortası sakinlik içinde geçer. Rüzgâr durur gibi olur. Serinlik ya da durgunluk başlar. İşin içine toplum girer. Orayı oyar. Sonra da bitmeye çalışan şeylere dönüşür. Bu sefer de rüzgâr geriden ensesine vurur. Çünkü gözü ve yüzü geride bıraktığı şeylere doğrudur. Bir söyleşimde “geride kalıp ileride olan konular” diye bir tabir kullandığımı anımsıyorum. Çok özetleyen bir şeydi bu. “Rüzgâr artık yüzümün gerisine”

-Şiirde ritim hakim. Ritmik kısımlarda yine hüzünlü sesleniş görüyoruz. "Camın ciğere gittiği" sözünün tekrar ettiği yerleri örneğin. Buralarda bir itiraz olsa da coşkuyu neden yükseğe çıkarmadınız?

Şiirde hem söz hem de sesi çok önemserim. Okuyucunun iç sesi de şiire bir ritim katar. Bu ritim kendi hikâyesiyle de paralel gider. Zaten okuyucu kendi hikâyesine yahut fikrine ışık tutan metinleri daha çok seviyor, sahip çıkıyor. Şiirde ritmi yükseğe çıkarmak bende hareket yaratır diye korktum sanırım. Hareket değil, anlatım daha mühimdi benim için. O yüzden sadece oralara bakıp gördüğüm şeyleri çok saygılı bir şekilde anlatmak istedim. Kendi kurgumu katmadan, görmek istediğim gibi göstermeden ve olduğu gibi. Ben çoğu zaman da şiirin, sadece kendi içimizde sessizce okumamız gereken bir şey olduğunu düşünürüm. Şiirim de, sanırım ancak kulaktan kulağa ve serinlikle okunacak bir şiirmiş gibime geliyor. Sakin olacağız ki, sesimiz birbirine değsin.

AŞKLA BAŞLAYAN ŞEYLER…

-"İlk"li şiirleri konuşacak olursak..."İlk zaman"da "ben nereden geldiğimi dahi" dizesindeki bilinmezlikle ilk'lik zıtlığını yan yana getiren duygu neydi?

İnsan birini sevince bir zafer kazanmış gibi dünyaya bakıyor. Oysa aşkla başlayan şeyler akıldan oldukça uzaktır, bunlar genelde de ilk şeylerdir ve insanı asıl mutlu edenler de bunlardır. Sonra akıl, aşkın bir ilişkiye dönüştürmeye başlama arzusu ile devreye giriyor. Artık kurguya başlıyoruz ve toplumsal normlarla duygumuzu nasıl örtüştürürüz gibi bir derde düşüyoruz. Bizler çoğu zaman aşkı ve ilişkiyi karıştırırız. Aşktan ilişki doğmasını yahut ilişkiden aşk doğmasını bekleriz. Bunlar mümkün müdür bilmiyorum. Keşke mümkün olsa! Ama çok sancılı gibi geliyor bana. Birini sevmeye başladığımız ‘kendimizi unuttuğumuz’ o muazzam anlar çok kıymetli. Sonrası toplum, sonrası kurgu, sonrası benzerlik… Bu coğrafyada aşk da ilişki de maalesef çok insanlı. Bu iki kavram çok insanlı olunca da; dert aşk değil de, uzlaşmak oluyor. Oysa ilk şeyler kimse ile uzlaşmaz. Savaşçıdır, itinalıdır, mücadelecidir, kavga etmeyi sever. O yüzden ilklerin gözü pek, sonların boynu büküktür.

EV ŞART AMA KONUK DA

-Bir de "ilk yer" ve "ilk ev" var. Elbette biri diğerinden daha geniş bir kavram. Ancak camın acıttığı yer, ev’i kapsamıyor mu? Ev, ayrıca konuk olmasa olmaz mıydı?

Yer; daha geniş bir evrene işaret ediyor gibime geliyor. Nihayetinde kümülatif şeylerin biriktiği mecra gibi duruyor bende. Ev daha özel ve kişiye daha fazla aitmiş gibi hissediyorum. İnsan bir yere öylesine, karar vermeden de gelebilir. Evin ilk biçimi de öyle istemeden ya da karar vermeden oluyor. Ama ev başka bir şeye de işaret ediyor. Koruma ve orayı istediği yere dönüştürme arzusu oluyor. Bu Albert Camus’un dünyamız ve hayatımız ardındaki çarpıklığa işaret ediyor. Dünya boş bir yerken, hayatımız çok mühim bir şey olabiliyor. İlk yer; karşılaşıp uyum sağladığımız bir yerken, ilk ev; sonraki evi “ilkel” benliğimizle güzelleştirme arzusu da taşıyor. Olmayınca da o eve bakar oluyor insan. İnsan dünyadan vazgeçiyor ama ölünceye kadar bir evin peşinde koşuyor. Hatırlamanın insana özgü bir kavram  olması da, insanın o evi aramasını hep sürdürüyor. Bence ev asıl yerdir. Bu asıl yerin de şahitliğe ihtiyacı var. Şahitlik olmayınca, insan evladının hiçbir olgusu tamamlanmıyor gibi geliyor bana. Bazı şeyler anlatınca tamamlanmış oluyor. İnsan da sosyal bir varlık maalesef. O yüzden konuk şart.

KARAMSAR OLMAYACAĞIM

-Röportaj öncesi sohbetimizde de ölüm imgesine uzak bir şiiriniz olduğunu söyledim. "Son uyumak" şiirinde bile öyle. Ölüm ve karamsarlığı bir mi tutuyorsunuz? Bu nedenle mi ölüm şiirinizden uzak?

Bir yaştan ya da deneyimden sonra ölüm korkusunun anlayamamak ile ilgili olduğunu anladım. İnsan bilmediği şeyden daha çok korkar. Bilmek insanda serin bir karşılaşmaya hazır olmayı da öğütlüyor. Babamın *‘mirina xwede ji me kem e’ (Her şey tam, eksik olan tek şey ölümdür anlamında kullanılır. Bu söz; hayatta yaşayabileceği her şeyi artık yaşamış olmayı ve korkuyu aradan çıkararak ölüme artık hazır olmayı öğütleyen bütünlüklü bir yaşamın ifadesidir. Mazlum Vesek’in notu) sözünü anımsadıkça anlamanın kıymeti gözümde büyüdü. Bazı şeyler şansla çıkıyor karşımıza. Ki Fransızca şans ve mutluluk sözcüklerinin aynı anlamda kullanıldığını öğrendiğimizde de bayağı bir sevinmiştim. Bize biraz şans ve güzel şeyler öğütleyecek dostlar lazım. İçimde "anladıkça kendini yaşamış sayacaksın" adlı bir dünya görüşü var. Benim için ölüm korkulacak bir şey değil. Ölüm kalanlar için zor, giden için değil. Kendi şiirimde de yaşayabiliyor olmanın daha zor olduğunu hep gördüm. Hatırlayıp hatırlayıp çok saygılı bir biçimde, düğme ilikleyerek bu hatırlamayı karşılamayı da öğrendim. Nihayetinde hayatımda olan şeyler anlaşılmayı beklerken, ölüm gibi henüz hayatıma girmemiş olan bir imgenin şiirimde olması bana hep "yavaşla, anını, hüznünü, sevincini ve kahrını yaşa" teskininde bulundu. İnsan ölünceye kadar iyi şeyler umar. Ben de umdum. Umdukça da dünyaya baktım. Sanırım yaşadığım sürece karamsar olmayacağım. 

-"Son Uyumak" şiiri kapanan perde ile bitiyor ve sonraki şiir "Perde". Perdeyi neden bir daha açtınız?

Perde ile kapanan kısımda ağır lirik bir anlatım var. En azından bana hala ağır geliyor. O bölümü biraz kendi duygusal dünyam ile ördüğümü düşünürüm. Peki, insan sadece kendi duygusundan mı sorumludur? Elbette, değil. Dünyada bir sürü mühim şey oluyor ve biz kendi yasımızı yaşarken onlardan bağımsız hareket edemiyoruz. Şunu itiraf edeyim ki, insanın aşk ile olan meselesi en önde olan konudur, bu tamam.  Benim için öyle oldu. Fakat kendi içimizde olan şeyler kadar da, dışımızda olan şeyler de çok mühim. Perde ile kapanmış gibi kapattığım yer ile perdenin ardı aynı hayatın içinde. Bunu fark edince ikisinin de yazılmaya değer ve iç içe konular olduğunu fark ettim. Özce şöyle; aşk acısından gebersek bile hassası olduğumuz konuların ‘Sivas katliamı, Gar patlaması, ideolojik tutuklamalar’ gibi toplumsal konular için; bana ne diyemiyorsunuz. Dememek de gerekir. Benim için perdenin yeniden açılması; ben bunları yaşarken, bir de hep beraber bunları yaşadık demek içindi. Bu da o aşka ve ayrılığa dâhildi.

-"Çaresizlik" şiiri tek mısra. İlginç bir şiir. Çaresizlik olgusu tek mısra ile anlatılacak bir olgu mu sizde?

İnsan erken yaşlarında uzun cümleler kurar ve yaş aldıkça da cümleleri kısalır, netleşir. Bu şiir de yaptıkça, dinledikçe, konuştukça olmayan şeyler içindi. Benim için deneyimlenmiş ve o kadar da çaresiz hissettiğim bir şiirdi.

-Masanızda yer alan çalışmalarınızdan söz eder misiniz?

Bildiğiniz gibi arkadaşlarımızla Düşünce Yayınevi’ni kurduk. Zamanımın bir kısmını orada geçiriyorum. Bazı metinlere editörlük yapıyoruz beraberce. Kitabım da zaten Düşünce Yayınları’nın ‘Biz Poetik’ serisinden çıktı. Şubat ayından beridir Van Ekspres Gazetesi’nde köşe yazarlığı yapıyorum. Orada da ileride ne olacağını pek kestiremediğim bir hikâyeyi hafta hafta anlatmaya çalışıyorum. Ayrıca uzun süredir çalıştığım bir şiir dosyam daha var. Tanrı'nın dünyayı yaratma derdi ile insanın bu derdin neresinde olduğu ya da olmak zorunda kalmasını konu edinen bir dosya. Zamanını ve yaşını bekleyen bir dosya gibi hissediyorum ve oraya sabırla bakıyorum. İyi ki sanat var. İnsan zor.

“Mehmet Sait İmret, Camın Ciğere Gittiği, Düşünce Yayınları, Batman, 2023