İstanbul’da tersine göç mekanizmasını devreye almak için çalışmalar uzun yıllar önce, pek etkili olmayan adımlarla başlatılmıştı aslında. İç Anadolu ve doğu bölgelerinde Organize sanayi bölgeleri oluşturarak iş imkanları yaratmak, tarımsal kalkınma ve kobi teşvikleri vermek önemliydi. Yine de bu politika çok daha etkili adımlarla hayata geçirilmeli, özellikle liman vasfı bulunan alanlarda, yeni küçük İstanbullar yaratmak çabasına ağırlık verilmeliydi. 

Ülke iç dış başka sorunlarla mücadele etmekten, çok öncesinde ağırlık vermesi gereken bu prensiplere eğilemedi. Aslında İstanbul’u bekleyen tehditleri de fazla umursamadı. Çünkü yaşam alanlarının sağlığı ve çevre olgusu, medeni bir bakış açısının ve kültür seviyesinin ürünüdür. Yalnızca yaşamak, yaşamak değildir. Sadece zenginleşmeye çalışmak kültür değildir. Diğer açıdan, uzun yıllar, ülke ekonomisinde lokomotif sektör, inşaat, beton ve rant üzerine şekillenmişti. 
Vahşi betonlaşma, ülkenin her bir karış toprağını geri dönülemez şekilde kirletmeye ve deforme etmeye devam ediyor. Üstelik bu yapılırken, yasal yollar dahi dikkate alınmıyor. İmar kanununa aykırı, ruhsatsız, ruhsatına aykırı, kaçak ya da tümüyle yapılamayacağına dair konulmuş yasaklara ve koruma kanunlarına karşı imal edilmeye devam edilen yapılar üzerinden, inşaat ve rant baskısı devam ediyor. 

3194 sayılı İmar Kanunu’nun ve şehir planlama ilkelerinin çoğunu yerinde ve doğru kullanmadık. Hatta düzenlenmesi ve güncellenmesi gereken pek çok detay üzerinde kafa yormadık. Yine de elimizde, uluslararası standartlara uyarlanmış, oldukça zengin donanımlı kanunlar ve mevzuat hükümleri bulunmaktadır.  2018 yılında 3194 sayılı İmar Kanunu’na geçici 16. Madde ilave edilerek, bu geçici ve oldukça esnek madde ile 1 Ocak 2018 den önce imal edilmiş ne kadar kaçak yapı varsa yasal hale getirilmeye çabalandı. 

Türkiye genelinde yüzbinlerce yapı, bu düzenlemeden faydalanarak İmar Barışı kapsamında yapı Kayıt belgesi aldı. İllerin nüfus dağılımına ve mevcut yapı stokuna oranla İzmir İli Yapı Kayıt belgesi rekoru kırdı. Demektir ki en çok kaçak yapı İzmir’de imal edilmişti. Yasaya aykırı inşaatlara en çok göz yuman şehir İzmir’di. Yasaya aykırı yapılaşmayı denetleyecek ve müdahale edecek olan icra makamı belediyeler olduğu nedeniyle, bu durum İzmir yerel yönetimlerinin işini yapmadığı, kaçak inşaatlara göz yumduğunun açık göstergesidir. 

Hükümet kaçak yapı nispetinde yerel yönetimlere ceza uygulamalıydı. Ancak irade, yalnızca yapı kayıt belgelerinden edindiği gelir ile ilgilenmişti. Böylesi bir affın, ya da imar barışı tanımının, pek çok handikap doğurduğunu çok yazımızla dile getirmiştik. Etik değerler ve ahlaki açıdan çok büyük sorunlara yol açmıştı. Ne yazık ki, bizim haricimizde hiçbir oda, çevre kuruluşu, sivil toplum inisiyatifi, dernek, barolar, baroların çevre komisyonları veya siyasi partiler bu yanlışı gündeme getirmemiş, irade gösterilmemiş veya hukuki yolla tepki ortaya konulmamıştı. 

Kaçak inşaatları affetmek, her şeyden önce, “nasıl olsa af çıkıyor”, olgusunu tetiklemiştir. 2018 yılından sonra, kaçak inşaatlar hız aldı. Eğer ki, 6 Şubat 2023 günü 11 ilimizi yerle bir eden ve tüm dünyada Asrın Felaketi olarak tanımlanan depremler yaşanmasaydı, ülkemiz kaçak inşaatlarla barışmaya devam edebilirdi.