İnsanlık yeni bir düzene girdiğimizi ve bildiğimiz olagelmiş her şeyin değişmekte olduğunu algılamalı. Bu başlayan yepyeni bir dünya düzeni. Çok uzun zamandır, küreye vermekte olduğumuz zararı görmezd...
İnsanlık yeni bir düzene girdiğimizi ve bildiğimiz olagelmiş her şeyin değişmekte olduğunu algılamalı. Bu başlayan yepyeni bir dünya düzeni. Çok uzun zamandır, küreye vermekte olduğumuz zararı görmezden gelen sistemi sürdürdük. Yedi kıta ve okyanuslar alarm veriyor. Kirlilik her yerde her boyutta gezegeni yutmak üzere. Balıkların iç organlarında mikro plastik partikülleri, balinaların sindirim sisteminde çöp yığınları bulunur oldu. Denizler kadar topraklar ve tatlı sular da kirlendi. Kirlettiğimiz göl ve akarsuların zehirleri, sulama sistemleriyle ekinlere ve sofralarımıza kadar ulaşıyor. Kutup buzulları yakın çağda kaydedilmiş en yüksek erime seviyelerine ulaştı. Dünya kirlilik önderleri olan G8 veya G20 diyerek tabir edilen en gelişmiş ülkeler liderliklerinin teminatı olan güç ve zenginlik denkleminden vazgeçmedikleri sürece, yakın gelecekte bir çırpıda iyileşme mümkün görünmüyor. Yine de Avrupa’da sivil inisiyatifin, bilim insanlarının ve akademisyenlerin baskıları ile olumlu adımlar atılmaya başlandı. Fosil yakıtlardan karbon salınımından hızla feragat ediliyor. Yerine yenilenebilir enerji kaynaklarına ağırlık veriliyor. Avrupa 2021 Ocak itibariyle yenilenebilir kaynaklardan rekor seviyede faydalanmaya başladı. Rüzgâr başta olmak üzere, Güneş ve dalga enerji santralleri yaygınlaşıyor. Jeotermal ne yazık ki yalnızca yeraltında, mevcut olduğu bölgelerde kullanılabilen bir cevher. Her ülke biz kadar şanslı değil.
TÜRKİYE VE İZLANDA
Avrupa’nın en fazla bu doğal rezerve sahip ülkesi Türkiye. Türkiye’yi , Tüm enerji kaynağını jeotermal sistemlerinden alan İzlanda takip ediyor. İzlanda Avrupa’nın kuzeyinde, Kutup enleminde Grönland’a yakın, 100 bin kilometrekare bir adadır. Ülkenin yaklaşık 360 bin kişi olan nüfusun, büyük bölümü başkenttedir. Volkanik bir ada olması sebebiyle çok sayıda jeotermal rezerve sahip olan adada, mekânsal ısınma ve elektrik enerjisi üretimi bu doğal kaynak ile sağlanır. Ne yazık ki Avrupa’nın diğer ülkelerinde ısınma ve elektrik enerjisi elde etmeye yetecek rezervler bulunmaz. Yine de çok az miktardaki kaynaklardan dahi azami oranda fayda sağlamanın yolları aranmaktadır. Almanya az sayıda jeotermal rezervini ekonomiye kazandırmak için yatırımlarını seferber etmiştir. 5000 metre ve daha derin kuyulardan elde edilecek kaynaklarla enerji üretimi ve mekânsal ısınma kapasitesinin artırımı çalışmaları hızla devam etmekte. Avrupa’nın nükleer santrali en fazla ülkesi Fransa, Paris anlaşmasına kadar jeotermal kaynaklardan elektrik üretimine ihtiyaç duymadığı halde, büyük oranda mekânsal ısınma şeklinde yaygın kullanımı geliştirmişti. İtalya ise, jeotermal rezervlerde ağırlığı elektrik üretimi şeklinde değerlendirmişti. Türkiye bu ülkelerin hayal bile edemediği rezervlere sahipken, halen başka bir fosil yakıt olan doğalgaz şebekelerine ağırlık veriyor. Doğalgaz, jeotermal seçeneğinin bulunmadığı bölgelerde makul bir seçenek olabilir. Ancak Ege bölgesi ve İzmir jeotermal saha üzerinde konumlanmaktadır. Termal kaynaklar çıktıkları sahada değerlendirilebilir. Buna rezervuar alan denir. Gaz, kömür, petrol gibi bir yerden bir yere taşınması mümkün değildir. Dünya çevreci akımın uyarıları ile her geçen gün biraz daha gayretle doğal enerji kaynaklarına yönelirken, Türkiye’de devam eden sözüm ona çevreci oluşumun fosil yakıtlara meyli ve hayranlığı sadece basit bir akıl tutulması bahanesinden çok daha derin bir meseledir. Yeni Çağ’da en çabuk derdest olacak sektör bu provokatör çevrecilik hareketleri olacaktır.