Tiyatro tarimizin ilk çocuk oyunu olan ‘İlk Tiyatro Dersi’ni inceliyorduk. Daha önce oyunun iki perdesini değerlendirmiş, bir çocuk oyunundan beklenen; estetik, öğreticilik ve eğlence yönünden çok, dö...
Tiyatro tarimizin ilk çocuk oyunu olan ‘İlk Tiyatro Dersi’ni inceliyorduk. Daha önce oyunun iki perdesini değerlendirmiş, bir çocuk oyunundan beklenen; estetik, öğreticilik ve eğlence yönünden çok, dönem ideolojisi propagandasının neden bu kadar bariz bir şekilde öne çıkarıldığını anlamaya çalışmıştık. Şimdi oyunun üçüncü ve son perdesine bakalım isterseniz.
Üçüncü perde, son derece varlıklı bir villanın salon ve terasında geçmektedir. Bu villa, sözüm ona, İhtiyar ve Bayan Cavide’nindir ve bu villada çiftin konukları vardır. Hayvan Hastanesi Profesörü Hep, Bay Süğlün, eşi Bayan İnce, Bayan Rüküş… Adlarında da anlaşılacağı gibi tamamı karikatürize edilmiş tiplerdir.
“Büyük çardaklı terasa açılan büyük bir salon. Ortada tavandan sarkmış kocaman, yuvarlak, kırmızı bir abajur. Sol tarafta ön planda kafesteki halkada uyuklayan yeşil bir papağan. Terasın bütün kapıları açık. Terasla salon adeta birleşmiş gibidir. Durgun deniz… Gökte ay dede, denizin aynasında çalkalanır. Perde açıldığı vakit sahne karanlıktır. Yalnız ay ışığı vardır. Kırmızı fraklı, beyaz eldivenli bir garson gelir, abajuru yakar. Yere yuvarlak kuvvetli bir ışık dökülür. Terasta üşüşerek ışık altında toplanan pervanelerin dansı… Pervaneler kaybolur. Sağ taraftan Yabani, Aydın, Profesör Hep girerler. Arkalarından Mazlum da gelir. Papağanın kafesi dibine uzanır. Aydın frak giymiştir. Gayet şıktır. Profesör de fraklıdır.
YABANİ – (Önden girer. Önü kapalı siyah ceket ve pantolon, koca siyah kunduralar giymiştir. Kafası ve yüzü cascavlaktır.) Başım… Başım… Başım…
PROFESÖR – E… Hep bunu mu dinleyeceğiz? İlaç al dedik sana.
YABANİ – Aaaa… Aaaa…
PROFESÖR – (Korkarak) Aman oğlum, pek üstüne varmayın, saldırır diye korkuyorum.
AYDIN – Yok canım korkmayın. Bu gördüğünüz ve sandığınız gibi değil. Çok iyi bir adama benziyor.
YABANİ – Başım… Başım, başım, başım…
AYDIN – Yine mi?
PROFESÖR – (Korkarak Yabani’ye sokulur) Bir aspirin alsan.
AYDIN – Profesör buna bir aspirin vız gelir. Yirmi otuz tane birden yutturmalı.
YABANİ – (İsyan ederek) İstemem!
AYDIN – Ya ne istiyorsun?
YABANİ – Bana bir sarıklı hoca bulun getirin. Okusun üflesin.
PROFESÖR – (Ördek gibi sesler çıkararak güler) Aman ne tuhaf… Hı hı hı…
AYDIN – Bir haftadır sana anlatıyoruz, o bildiğin şeylerin hiçbiri kalmadı. Üfürükçülük yasak!
YABANİ O da mı? (Ağlar gibi) Hu hu hu hu!
PROFESÖR – Aman bu adam ne geri kalmış.”
Yabani, her duyduğu karşısında şaşkınlık üstüne şaşkınlık geçiredursun; aniden, Bayan Cavide’nin sokakta bulup bakımını üstlendiğini öğrendiğimiz, ‘Kelebek’ ve ‘Arı’ isimli iki çocukla Yabani’yi birarada görürüz. Çocuklar Yabani’den hiç korkmadıkları gibi onun kendilerine masal anlatmasını istemektedirler. Bu bölümde yeni bir Cumhuriyet kazanımıyla daha karşılaşırız: Sinemayla!
“KELEBEK – Hadi gel Yabani Amca, bize masal söyle.
YABANİ – Masal bilmem.
ARI – Hadi söyle, söylersen dadıma söylerim seni sinemaya götürür. Şarlo’yu görürsün.
YABANİ – Bu sinema dediğin tekke gibi bir şey mi?
ARI – Ben tekke nedir bilmem ki! Sinema işte Yabani Amca.
YABANİ – Ya o dediğin şarıl mı, ne idi unuttum.
KELEBEK – Haa, Şarlo…
YABANİ – Hah işte, o neci? Evliya gibi bir adam mı?
ARI – Anlamıyorum ki ne diyorsun, Şarlo işte, komik!
KELEBEK – (Tekrar eder) Ko-mik!
ARI – Öyle güldürüyor ki!
YABANİ – Aman başım, başım…
KELEBEK – Hasta mısın Yabani Amca? Doktor ister misin?
YABANİ – İstemem, geçti.
ARI – Öyleyse bize masal söyle.
YABANİ – Bana doğrusunu söyleyin, burası Türkiye mi?
ÇOCUKLAR – Evet, Türkiye Cumhuriyeti.
YABANİ – İnanmıyorum… İnanamam. Başım, başım… (Yine sağdan çıkar)”
Yabani her sahneye girip çıktığında, yeni bir devrim kazanımı sunulur izleyici çocuklara. Bu kez Dadı’yla konuşmaktadır Yabani.
“YABANİ – Söyle kadınım bana, o içerdeki kadınlar Türk mü?
DADI – Evet.
YABANİ – Ne utanmıyorlar, başları açık, kolları açık.
DADI – Bunda utanacak ne var?
YABANİ – Hani çarşafları,peçeleri?
DADI – Hepsi müzede.
YABANİ – Peki bu ev sahiden Türkün evi mi?
DADI – Evet.
YABANİ – Hani kafesler, hani haremlik selamlık?
DADI – Dedim a, hepsi müzelik oldu. Bütün bildiklerin tarihe karıştı.
YABANİ – Öyle ise başım, başım…”
Ve nihayet, Aydın, bu sonradan görme, züppe ve çıtkırıldım insanların karşısına çıkarır Yabani’yi. Onlar ısrarla terasta dans etmek isterken, Yabani onları durdurup hikâyesini anlatır.
“YABANİ – Durun kımıldamayın, anlaşıldı elinizden kurtuluş yok. Ben yirmi yıl önce başımı alınca o yaban adasına kaçtım. Yirmi bir yıl bir daha insan yüzü görmedim. Dünyadan habersiz yaşadım. Hayvan etiyle beslendim, ot yedim, post giydim. Hayvanlarla ahbaplık ettim. Şimdi dünya da değişmiş… Memleketim tanınmaz olmuş. Yazı başkalaşmış, giyim kuşam başkalaşmış.
AYDIN – Peki niye kaçtın?
YABANİ – Çirkinim… Korkuncum… Adamları korkutuyordum. Bana umacı diyorlardı. Onun için o adamlardan kaçtım.
CAVİDE – İnsanlara karışaydın, sevimli olurdun.
YABANİ – Hayvanlar daha yakın geldi bana.
CAVİDE – Hayvanları aramızda iken sevmeli.
YABANİ – Şimdi bırakın benim yakamı gideyim.
AYDIN – Olmaz! Adamsın, adam gibi yaşayacaksın.
CAVİDE – Seni Hayvan Hastanesi başgardiyanı yapacağız.
YABANİ – İstemem.
PROFESÖR – Ben de istemem. Korkarım.
YABANİ – Korkma be adam seni yemem, ben hayvan eti yedim, insan eti yemedim.
CAVİDE – Senin adını değiştireceğiz. Adın Demir olsun.
AYDIN – Bravo anne… Yaşasın Demir… Demir artık burada kalıyor.
YABANİ – Hayır, bunları kafam almıyor. Ben eskiyim.
AYDIN – Biz seni yeni yapacağız.
YABANİ – Eskinin yenileşmesinden hayır gelmez.
AYDIN – Gelir, kalacaksın! Şimdi artık caz başlasın.
YABANİ – Sazın adı caz mı oldu? (…) Bu ne gürültü? Tencere sahan, çanak çömlek çıngırak gürültüsünün adı çalgı mı olmuş? Of başım, başım almıyor bunları benim. (Yine sağdan çıkar.)”
Ben metnin bu bölümünü orijinalinden size sunarken ne düşündüğünüzü de merak etmiyor değilim. Bu bölüm için yapacağım inceleme de diğer perdeler için söylediklerimden çok farklı olmayacağı için; dilerseniz, konu hakkında yayın yapmış olan diğer iki incelemecinin görüşlerine bakalım. Sayın Nihal Kuyumcu da, Sayın Dilem Cengiz Ay da bu perdedeki oyun kişileri için son derece doğru saptamalarda bulunmuşlardır:
“Her ne kadar değişen toplum yaşamını çocuklara anlatmak ve benimsetmek için bu oyunu kaleme almışlarsa da yeni yaşam biçimini benimsemiş ama bir özenti olmaktan öteye gidememiş tiplere de oyunda yer (verilmiştir)
… Bu oyunda bu tiplerin yer alması kendi içinde çelişki olarak değerlendirilebilir. Ancak bunun iki nedeni olabilir: Birincisi sırf çocukları eğlendirmek, komik bir iki durum yaratmak için oluşturulmuş olabilir. Çünkü çocuk tiyatrosunun yeterince bilinmediği, çocuk ve çocukluk kavramının çok da ciddiye alınmadığı bir dönemde yazılmış olması bu ayrıntının gözden kaçırılmasına neden olabilir. İkinci olarak, Batılılaşma kavramını herkes doğru bir biçimde algılayamamış olabilir. Yanlış yorumlayan tipleri de sahneye getirerek çocuklara göstermiş olabilirler.” (“Zehra İpşiroğlu’na Armağan - Tiyatroyla Düşünmek”, (Çok Yazarlı Ortak Kitap), Habitus Yayıncılık, 2016, İstanbul, Birinci Baskı, ss. 330-331)
“Yabani, sarıklı hoca bulmalarını, kendisine “okuyup üflemesini” ister. Yeni rejimde tıp ilerlemiştir, eski hurafeler kalmamıştır. Yabani bilime değil ,dine inanan biri olarak gösterilir. Türk kadını başını açmış, evlerden haremlikler, kafesler kaldırılmıştır. Yabani bunların karşısında sürekli fenalık geçirir (…) Cavide, Bay Süğlün, Bayan İnce, İhtiyar, Rüküş ve birkaç misafir (…) burjuvazinin temsili olarak bulunmaktadırlar. Frak giyen, kadehlerde içki içen ve dans eden “modern” insanı temsil ederler.” (Mimesis Dergi-Kitap , 29.02.2016)
Oyunun artık sonuna yaklaştığımızı anlasak da; Yabani bir kez daha gelir sahneye. Bu gelişinde kaçmaya karar verdiğini anlarız. Neden oraya konduğunu anlamadığımız Papağan ile konuşur bu kez.
“YABANİ – Eskinin yenisi olmaz. İyisi mi kaçarım.
PAPAĞAN – Yabani, gel gel.
YABANİ – (Papağana yaklaşır) Ne var?
PAPAĞAN – Bizim Mazlum köpek kaçtı.
YABANİ – Ben de kaçıyorum. Eğer yolumu kesen olursa (Belinden büyük bir bıçak çıkarır, gösterir.)
PAPAĞAN – Ama dur, Mazlum niçin kaçtı biliyor musun?
YABANİ – Niçin?
PAPAĞAN – Kuduracakmış. Bunun için ekmek verenlere ziyanı dokunmasın diye daha önce başını aldı kaçtı.
YABANİ – Ya, demek bir köpek… Ben bir hayvan kadar da mı değilim? İnsan hayvandan mı kötü? (Bıçağı düşünceli düşünceli sallar. Tiyatro Hocası yan kulisten çıkar.)
TİYATRO HOCASI – Dur! Hem bıçağı o kadar sallama bay (Aktörün adı söylenecek) çocuklar korkmaya başladı. Onları buraya korkutmaya, sıkmaya çağırmadık.
(Yabani rolünü oynayan aktör vaziyetini bozarak)
YABANİ – Peki bitirmeyecek miyiz?
TİYATRO HOCASI – Bitireceğiz. Şu ara perdesini kapatın. (Sarı perde iner) E çocuklar, oyunumuz daha bitmedi. Elbette buna bir son vereceğiz. Ama nasıl?... Mesela nasıl bitsin istiyorsunuz?”
Tam buraya bir nokta koyup, çocukların nasıl yanıtlar verdiğine bakalım. Evet, çocukların verdiği yanıtların bazılarını, gerçek bir belgeye dayandırarak biliyoruz.
“Neyyire Neyir tekrar göründü, çocuklara sordu:
- Çocuklar… Piyesi nasıl bitirelim?
Her kanepeden parmaklar kalkıyor, küçükler sınıfta imişler gibi söz söylemek için müsaade istiyor.
- Piyes eğlenceli bitsin
- Komik bitsin
- Oyundaki yabani adam medenileşsin… Gülünçlü bitsin.”
(Hikmet Feridun, Akşam gazetesi, 19 Teşrinievvel (Ekim) 1935 Cumartesi, “Çocuk Tiyatrosunda Gördüklerim” başlıklı yazısı, Gazete yayın no: 6108, s. 7)
Herkes oyun bitti sanmaktadır ama oyun henüz bitmemiştir.
13 Aralık 2020 (Devamı Var)