1943 yılının yaz aylarında, Türk hukuk sisteminin önemli isimlerinden biri kabul edilen ceza hukukçusu Sulhi Dönmezer önderliğinde, İmralı Sosyal Sanatoryumu’na bir inceleme gezisi yapılır. O dönem hukuk fakültesinde doçent olan Sulhi Dönmezer, İmralı izlenimlerini, Yurd Aylık Üniversiteliler Mecmuasının, Nisan-Mayıs 1944 tarihli, 4/22 numaralı sayısında yazdığı uzun bir makale üzerinden yayınlar. İmralı’nın Türk hukuk sisteminde taşıdığı önemin altını çizen Sulhi Hoca, yazısına yüzünü ekşiterek şöyle başlar:
“İmralı yeni cezaevi hakkında üç dört seneden beri yerli ve yabancı matbuatta pek çok şeyler yazıldı, muhtelif muhitlerde çok şeyler söylendi. İtiraf etmelidir ki bu neşriyat heyeti umumiyesiyle ilmî mahiyet arzetmeyen, halkta müessese hakkında uyanan merak ve tecessüsü tatmin için yazılmış gündelik gazete haberleri ve röportajlar vüs’atini aşamadı. Halbuki İmralı ve muhtevası ilmî bakımlardan yapılacak tetkikler için en güzel bir laboratuvar olmak vasfını arzeylemektedir. Memleketin muhtelif kısımlarından gelmiş 1500 kişiden mürekkep bir topluluğun yapılacak içtimaî tetkikler ve bilhassa folklor, lehçe ve dil tetkikleri bakımından çok kıymetli bir vasat teşkil edeceğinin kolayca farkına varılacaktır. Bir kollektif hayat tecrübesinin müşahedesi bakımından müessesenin tetkiki iktisatçılar için de çok büyük faideler temin edebilecektir.”
Sulhi Dönmezer, İmralı oluşumunun -özellikle- Türk kriminoloji bilimi için eşsiz bir laboratuvar olduğunu söylediği yazısında, hayli iddialı saptamalarda da bulunur. Örneğin yazısının ilerleyen bölümlerinde şöyle cesur bir tümce kurmaktan çekinmez:
“… bugün eğer ülkemizde kriminolojik meselelere karşı ilgi duyuluyorsa herhalde bunun sebebi memleketimizde suçluluk miktarının artmakta olması yahut zaten yüksek olmasıdır. Gerçekten memleketimizde nüfusuna nazaran suçluluk nisbeti, istatistiklerini tetkik ettiğimiz, nüfusu bizden çok yüksek garp memleketlerine nazaran fazladır. Bu itibarla bir ceza siyaseti takibi suretiyle suçluluk ile sistematik bir mücadele lüzumu kendini bütün ciddiyetiyle ortaya koymaktadır.”
Ardından da İmralı’nın neden önemle üstünde durulması gereken bir yer olduğunu bildirir:
“Memleketin hemen dört köşesinden gelen suçlulardan mürekkep İmralı ceza infaz müessesesinde muhtelif zümrelere mensup ilim adamlarının birlikte çalışmak suretiyle meydana koyacakları tetkik neticeleri, hiç olmazsa umumî surette memleket suçlularına ve sebeplerine müteallik olmak üzere fikir edinilmesini temin edebilecektir.”
1944 yılının ilkbaharında yazdığı yazısının devamında İmralı’nın kuruluşunu, coğrafî önemini ve iş esasına dayalı bir ceza kolonisi olduğunu anlatan Dönmezer; bu bilgi aktarımının arasında bizi hayli düşündüren bir tümce kurar:
“Müessesede 52 nevi muhtelif iş vardır ve 1500 mahkûm bu 52 muhtelif işe tevzi olunmuşlardır. İşler sanayi ve ziraat olmak üzere ikiye ayrılmıştır. Sanayi işleri tamamıyla küçük sanayiye ait olan dokumacılık, ayakkabıcılık, demircilik, tahta oymacılığı vesaire gibi işlerdir. Yoksa makine sanayi mevcut değildir. Müessese idaresiyle yaptığımız temaslarda, işin müstahsiliyetini artırmak düşüncesiyle makineleşmeye doğru bir temayül sezdik.”
MAKİNELEŞME
Adada makineleşmenin üretimi artıracağını ama ceza kolonisinin kuruluş amacından uzaklaştıracağını, üretimle rehabilite edilen mahkûm sayısının azalacağını düşündüğünü bildiren Sulhi Dönmezer, dönemin cezaevi müdürünün bu konudaki görüşlerini de anlatır:
“… müessesenin müdürü makineleşme halinde, fazla istihsalde bulunacağından, mahkûmun sa’yinin daha çok müsmir olduğunu göreceğini, bu itibarla işini daha fazla severek gayrete geleceğini, bu suretle ıslah gayesinin de tatmin olunacağını söyledi. Bundan başka mahkûmun tahliyesinde, umumi hayata intibak için daha mücehhez bulunacağını da ilave etti.”
(Bu düşüncelerin, kurulduğu günden beri, neredeyse 9 senedir anbean gelişmesini anlatmaya çalıştığımız Mutahhar Şerif Başoğlu’nun sistem ettiği çizgiyle örtüşmediğini düşünüyoruz. Belki de bu üretimi artırma çabasının sonucu olarak, uzun zamandır dünyanın dikkatini çeken ıslah programı uygulanan mahkûmlar yeniden geleneksel hırçınlıklarına geri dönmüşlerdir, kim bilir!)
Sulhi Dönmezer’in yazısının büyükçe bölümünde, kısa bir süre İmralı Müdürü olarak görev yapan Esat Adil Müstecaplıoğlu’ndan büyük övgüyle söz eder. Bir hukukçu olan Müstecaplıoğlu ile ilgili görüşlerimizi daha sonraki bölümlerde yazacağımız söyleyip, biz hukuk fakültesi temsilcilerinin, İmralı’yı neden bir laboratuvara dönüştürmek istediğini, Müstecaplıoğlu’nu neden bu kadar övdüğünü anlamaya çalışalım. Hoca, Esat Adil’i övdükten sonra sözünü bir öneriyle bitirir:
“Cezanın infazı işinin ayrı bir ilmin mevzuunu teşkil eden ve ihtisasa dayanan müstakil bir zümre halini aldığı şu devrelerde Adliye Vekâletimizin cezayı infaz edecekleri ayrı bir meslek grubu halinde teşkilâtlandırarak yetiştirmeye başlaması zarurettir.Yoksa kurulmuş olan bu güzel müesseselerin muvaffakiyetleri şahsa bağlı olmaktan kurtarılamayacaktır. Bize bu endişeyi ilham eden müşahede, İmralı müessesinde hâkim sınıfından stajyer hiçbir genç hukukçuya tesadüf edememiş olmamızdır.”
KEHANET
Hoca, sonun başlangıcını sezen bir kehanetle sözlerini bitirir: “Aksi taktirde İmralı gibi kurulan ve kurulacak olan müesseseler birer heves mahsülü olmaktan ileri geçemeyecektir.”
Sulhi Dönmezer, çok yakında hemen herkesin ağız birliği yapacağı bir konuda da ilk sözü söyleyenlerrden biridir. İşittiğimiz öneri bize çok doğru gelmemekle birlikte, bunun doğruluğunu eğriliğini uzmanına bırakmak istiyoruz. Biz araştırmamızı paylaşmakla yetineceğiz.
“İmralı’da mevcut 1500 mahkûmun aşağı yukarı yüzde doksanı adam öldürme ve geri kalanı da ırza tecavüz, kız kaçırma suçlarından dolayı mahkûm edilmiş bulunmaktadır (…) Bizdeki adam öldürenler (…) hiçbir kin ve gayz uyandırmayan, kendilerinden çekinilmeyen, basit ve saf kimselerden ibarettirler; ekserisi köylüdür (…) Bu suretle İmralı’da bulunan bu mahkûmların hemen ekserisi zaten ahlakî redaetleri olmayan mütehevvir suçlu tiplerinden ibarettir. Bu itibarla eğer iş esasına müstenit bu oldukça büyük işletme tarzındaki cezaevinden, suçluların ıslahı bakımından fayda bekleniyorsa, buraya bilhassa büyük şehir hapishanelerini dolduran hırsızlık, dolandırıcılık, emniyeti suistimal, zimmet, ihtilas gibi suçlu failler gönderilmelidir. Bilhassa kolay hayata, başkalarının sai semerelerinden istifade suretiyle yaşamaya alışmış bulunan bu sınıf suçlularındır ki çalıştırılmaya, çalışmak suretiyle ıslaha ihtiyaçları vardır.”
Dönmezer yazısının sonunda, inceleme ziyareti sırasında adada eksik gördüklerini Adliye Bakanlığı’na maddeler halinde teklif eder. İmralı’da bir kriminoloji ve buna bağlı olarak “tecrübî psikoloji” laboratuvarı oluşturulmasının gerektiğinin yanı sıra, ceza ve infaz sistemi hakkında Müstecaplıoğlu gibi eğitimli teknik kadronun oluşturulması, adli tıp birimin kurulması ve mahkûmun serbest kaldıktan sonra da takibinin yapılması; yani “patronaj sistemi”nin gerekliğini önerir. (Yukarıda yapılan alıntıların tümü, Yurd Aylık Üniversiteliler Fikir, Sanat, Aktüalite Mecmuası, Nisan-Mayıs 1944, Sayı: 4/22, Yıl: 3, Cilt: 4, Sulhi Dönmezer’in “İmralı Yeni Cezaevine Dair” başlıklı yazısından alınmıştır, ss. 3-9)
Dönmezer, yazısının yayınlandığı Nisan 1944 tarihinden yaklaşık 3 ay sonra, Temmuz 1944’de, yanında başka kürsülerin akademisyenleriyle birlikte bir kez daha İmralı’ya gider. Dönemin bazı gazetelerine de yansıyan bu inceleme gezisi, ceza hukukçularının henüz bebek olan kriminoloji kürsüsünü geliştirmek için altın değerinde gördüğü bir fırsata dönüşmüştür.
“Hukuk Fakültesi Kriminoloji Enstitüsü namına, Ceza Hukuku Doçenti Doktor Sulhi Dönmezer’in riyasetinde, Hukuk, Tıp ve Edebiyat Fakülteleri asistanlarından mürekkep 14 kişilik bir heyet dün Sus vapuruyla İmralı adasına gitmiştir. Heyet, İmralı’da birkaç gün kalacak ve mahkûmlar üzerinde tetkiklerde bulunacaktır.” (Cumhuriyet gazetesi, 21 Temmuz 1944, Cuma, Yıl: 21, Gazete Yayın no: 7161)
Bu incelemenin sonuçlarını da, 1944 yılının Aralık ayında yayınlanmaya başlayan İklim adlı kültür dergisinin birinci sayısının ilk yazısı olarak görürüz. Dergide iki bölüm halinde yayınlanan yazıların başlığı da aynıdır: “Gene İmralı’ya Dair - 1 ve 2”
“İstanbul Türk Kriminoloji Enstitüsü’nün ele aldığı “Türkiye’de Adam Öldürme Cürümleri” üzerindeki çalışmalara başlamak üzere üniversiteye mensup Hukuk, Tıp ve Psikoloji asitanlarından mürekkep 14 kişilik bir kafile halinde İmralı’ya tekrar gittik. Bu defa İmralı’daki ikâmetimiz on gün sürdü. Enstitü tarafından bizlere tevdi olunan vazifeyi başarmak için gece gündüz adada bulunan mahkûmlar arasında yaşadık ve cesaretle söyleyebilirim ki, müessesenin girmediğimiz, içine sokulmadığımız hiçbir köşesi kalmadı. Başta Müdür Vekili Cumhuriyet Müddeiumumisi (Savcı) İzzet Akçal ve muavini Cumhuriyet Müddeiumumi muavinlerinden Lütfî Kaptaç ve Doktor Necati Bey olmak üzere cezaevi idarecilerinin, İstanbul Üniversitesi Türk Kriminoloji Enstitüsünün Türkiye’de ilk defa olmak üzere teşebbüs eylediği bu muazzam işin memleket menfaatleri ve bilhassa cezanın tenfizi bakımından arzeylediği büyük ehemmiyet ve zihniyet değişmesini heyecanla karşılayarak göstermiş bulundukları çok yakın alâka ve yardımlarından dolayı kendilerine alenen teşekkürü bir borç biliriz. İmralı adliye teşkilâtımızın içinde cezanın tenfizi bakımından husule gelmiş bulunan zihniyet değişikliğinin ilk tezahürü olmak itibariyle hapishanecilik tarihimizde bir dönüm noktası teşkil etmektedir. Ceza işleriyle uğraşan hepimizin bu müesseseye karşı çok sıcak bir görüşü ve hatta sevgisi vardır.” (İklim Kültür Dergisi, 15 Birincikanun (*Aralık) 1944, Yıl: 1, Sayı: 1, ss. 4-5)
İlk bölümde, İmralı’yı tanımlarken kullandığı ve daha önceki yazısında uzun uzun anlattığı bilgilerin özetini tekrarlar Sulhi Dönmezer. Yazının devamı, derginin 19. sayfasında, “Gene İmralı’ya Dair- 2” başlığıyla sürer. İkinci bölümde de, daha önce Adalet Bakanlığına yaptığı tekliflere yenilerini eklediğini görürüz Dönmezer’in. Hem de bu kez basıncı çok yüksek sözcükler kullanarak! Sanki direktif vermektedir Sulhi Dönmezer.
“Kanaatimizce bir cezaevinin muvaffakiyeti hassaten ahlakî redaati fazla olan bilhassa mükerrer suçluları ele almak ve çalıştırmak suretiyle ıslah edebildiği taktirde tebarüz eylemiş olur. Bu itibarla şehir cezaevlerinde mahkûmiyetlerinin bir kısmını iyi hal ile geçirmiş olan mükerrirleri ve diğer suç faillerini İmralı’ya göndermek hem müessesenin muvaffakiyetini ölçmek ve hem de bütün mahkûmlara müsavi muamele imkânını vermek suretiyle bunların da hallerini ıslah eylemelrini teşvik etmek bakımlarından adalet esaslarına daha uygun olurdu. Siyasî suç faillerine çalışma mecburiyetini tahmil etmemk bir esas olduğuna göre devletin şahsiyetine karşı suç işleyenleri İmralı’ya göndermek muvafıktır.”
Bu kadarla da kalmaz. Üst üste bizi çok şaşırtan şeyler söylemeye başlar Sulhi Dönmezer:
“… cezalardan beklenen faydaların tahakkuk edebilmesi için bu ceza rejimlerinin üç unsurla takviyesi lâzımgelir.”
Bakalım bunlar neymiş? İyi bir cezaevi binası, mahkûmların çalıştırılması ve patronaj…
Cezaevi binası için neredeyse o güne dek yapılmak istenen her şeyin yanlış olduğunu söylemektedir Sulhi Dönmezer.
“Cezaevlerinin sıhhî şeraiti cami ve içinde hüküm sürmesi icabeden disiplinin kolayca tatbik olunabilmesine müsait bir tarzda yapılmış olması elzemdir. Bununla beraber hiç şüphesiz ki cezaevi, arzeylediği konfor itibarıyla içinde yaşanması arzu edilir bir mahal de olmamamlıdır (…) İmralı bir cezaevi olmak itibarıyla ideal durumdadır. Mahkûmların çalıştıkları, yattıkları ve istirahat ettikleri yerler bütün sıhhî şeraiti cami ve çok temizdir. Ve hatta konfor bakımından bundan daha ileri gitmenin bir cezaevi için doğru olmadığını dahi söylemeye cesaret edeceğiz. “
Mahkûmların çalışması için süregelen sistemi savunmakla birlikte, sanki yapılan işlerin ıslah amaçlı olduğunu unutup, daha fazlası da olur diyen bir üretim zorunluluğunu da övmektedir.
“Çalışmayı mümkün mertebe cazip bir şekle sokmak için her mahkûmun başarmakla mükellef bulunduğu iş miktarı tespit edilmiştir ve asgariden fazla iş çıkaran mahkûma ayrıca prim de verilmektedir.”
Patronaj konusunda da; bu işi bazı ülkelerde devletin üstlendiğini ama -nedenini anlayamadığımız bir devlet korumacılığı yaparak- bizde: “… patronaj işinin hususî teşekküller arafından temin olunabileceği kanaatindeyiz” diyerek, bu konuda bir “hayır cemiyeti” kurulursa, başta Adalet Bakanlığı olmak üzere, parti ve Halkevlerinin bu oluşuma sahip çıkıp, her türlü yardımı yapacaklarına kuşku duymadığını söyler.
Okuduklarımızdan sonra şaşkın olduğumuzu gizlemeyeceğiz. Adı bugün Ordinaryüs sıfatını söylemeden anılmayan Ceza Hukuku Profesörü Sulhi Dönmezer’in, 1949 yılında profesörlüğe, 1957 yılında da ordinaryüs profesörlüğe terfi ettirildiğini biliyoruz. Bunun yanında; 1950-2001 yılları arasında Başbakanlık, Adalet, İçişleri ve Dışişleri Bakanlıkları tarafından önemli yasal düzenlemeler için oluşturulan komisyonlarda başkanlık yada üyelik görevlerinde bulunan ordinaryüs profesöre, Türk sağının sembol derneklerinden olan, temeli 1969 yılında İstanbul’da yapılan “Milliyetçiler İlmi Semineri”ne dayanan ve materyalist anlayışın aksine Türk-İslam sentezini savunan, devletçi vurgusuyla bilinen Aydınlar Ocağı tarafından Şeyhül Müderrisin (Hocaların Hocası) unvanı verildiğini de biliyoruz.
Dosyamızın bu bölümünü, İmralı hükümlü gazetesini incelerken gözümüze ilişen konuyla ilgili bir haberle bitirmek istiyoruz. Bu minicik haberin bize bağıra çağıra söylediği çok şey var ya, bir de siz göz atın bakalım, aynı sesi duyacak mısınız?
“Dünkü Perşembe günü İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Doçentlerinden Sulhi Dönmezer’in başkanlığında 50 kişilik bir talebe kafilesi adamıza gelerek incelemelerde bulunmuşlardır.
Bu arada bir spor teması yapılmış ve İmralı takımı, futbol karşılaşmasında 6-1 galip gelmiştir.” (İmralı Hükümlü gazetesi, 29 Nisan 1949, Cuma, Yıl: 2, Sayı: 65, s. 1)