“Zirveye bak yol arkadaşım, çünkü boyunu bir dağ ile ölçer içinde dağ ile gezenler”
Eleonora Duse'nin hikâyesi, büyülü ışıklar ve sisli gölgelerle doludur. On dokuzuncu ve yirminci y...
“
Zirveye bak yol arkadaşım, çünkü boyunu bir dağ ile ölçer içinde dağ ile gezenler”
Eleonora Duse'nin hikâyesi, büyülü ışıklar ve sisli gölgelerle doludur. On dokuzuncu ve yirminci yüzyıl arasındaki tiyatronun o muhteşem devriminde, dünya tiyatrosuna damga vuran bu büyük kadın oyuncu, İtalya toplumunun en büyük kahramanlarıyla eş tutulan biridir aynı zamanda. Defalarca kesintiye uğramış olsa da; yoğun, şehvetli oyunculuk tarzı, kendine has bir duygusallık içerir. Duse, bütün vücudunu kullanarak, rolüyle tam bütünlük içinde bir sanat yaratmak ve bunu herkese açık hale getirmek için karakterleri neredeyse müzikal jestlere dönüştürmüş bir oyuncudur. Olağandışı sanatsal yetenek, sıradan bir cazibe ve doğal bir karizma birleşir; Eleonora Duse'yi bütün zamanların en büyük İtalyan kadın oyuncusu yapar.
Eleonora Giulia Amalia Duse, 3 Ekim 1858'de Vigevano'da dünyaya gelir. Doğum, annesini o kasabada yakaladığı için sadece... Gezici bir tiyatro topluluğunun yeni üyesi olarak doğar Duse... Çocukluk dönemi, gezici bir tiyatro işlettiği için, oradan oraya yolculuk yapan, annesi ve babasının yanında geçer. Her ikisi de oyuncu olan, baba Alessandro Vincenzo Monti Duse (1820-1892) ve Angelica Cappelletto'nun (1833-1906) kızı Eleonora, bu yoksul ve gezgin dünyada büyür. Çok genç yaşta sahneye çıkmaya başlar. Henüz dört yaşındayken, Victor Hugo’nun Sefiller adıyla bildiğimiz romanının unutulmaz karakteri Cosetta (Kozet) rolüyle sahneye çıktığını yazar kaynaklar. Hatta rolü gereği ağlamasını sağlamak için, birisinin sahnenin arkasında, minik Duse’nin bacaklarına vurduğunu söyler.
Gezgin bir tiyatro işleten ailesi, küçük kızlarını okula gönderecek kadar bir bölgede duramadıklarından temel eğitim bile alamaz Duse. Ancak babasının öğrettiği kadar okuma yazma bilir. Ama yıllar içinde oyuncunun, hiç durmadan okuduğunu, bazı oyunları kendi dilinden okuyabilmek için başka diller öğrenmeye çabaladığını görürüz şaşırarak...
1873 yılında, karakteriyle de doğrudan ilgili olarak naif kadın rollerine çıkar Duse. Henüz 15 yaşındadır. Oynanan oyunlar, hafif güldürüler, piyasa işi diye anılan oyunlardır. Çoğunlukla metinsiz, doğaçlamalardır Duse’nin ailesinin yaptıkları. Çünkü baba Alessandro Vincenzo, artık soyu tükenmekte olan Commedia dell’arte’nin (İtalyan Halk Tiyatrosu) son temsilcilerinden biridir. Ancak dünyada büyük bir hareketlilik vardır; bilimde ve sanayi alanında üst üste geliştirilen ve denenen yöntemler dünyanın çehresini değiştirmeye başlamıştır. Sanayi devrimi gerçekleşmek üzeredir. Dünyada bu kadar hareket varken, gerçek sanat bu kaynaşmanın dışında kalabilir mi?
Duse, 1 Ağustos 1879’da sadece yirmi bir yaşındayken, Pezzana –Brunetti adıyla kurduğu tiyatro oluşumunun başına geçer. Emile Zola'nın ‘Teresa Raquin’ oyununu oynar ve çok kısa sürede halkın hayranlığını ve eleştirmenlerin coşkulu övgüsünü kazanır. Eleonora sadece çok iyi bir yorumcu değildir. Oyunda hangi aktörlerin seçileceğine, repertuvara, üretimin her detayına, hem biçimsel hem de mali yönüyle karar verir. O bir tiyatro işletmek için tüm hayatını ortaya koymuştur artık.
Onun da parçası olduğu gümbürdeyen çağa göre, kendisinin de içinde olduğu, insanın kriz duygusunu ifade etmesine izin verecek bir repertuvar hazırlamaya çalışır Duse. Çoğunlukla İtalyan metinlerinde aradığını bulamayan oyuncu, Fransız yazarlara yönelir. On dokuzuncu yüzyılda değişen dünyanın, yenilenen toplumlarını yakalayan güçlü bir çağrı olduğuna inandığı yazarlara... Duse, yakaladığı başarıyı yükseltmek için Alexandr Dumas Fils, Victorien Sardou ve kendi ülkesinin önemli yazarı Giovanni Verga'nın ya da Goldoni’nin oyunlarını alır repertuvarına. Düşünsel anlamda da Ernest Renan’dan etkilendiğini biliyoruz Duse’nin.
“Tanrım, eğer varsan ruhumu kurtar benim, tabii bir ruhum varsa...” diyen Renan’dan. (Meraklısına Not; Ernest Renan (1823-1892) millet ve milliyetçilik düşüncesinin ilk teorisyeni kabul edilir. Bu konuda, 1882 yılında Sorbonne'da verdiği
“Qu'est-ce qu'une nation?” adlı seminerinde,
"Millet dediğiniz şey gündelik plebisitlerden ibarettir" savıyla bilinir daha çok. (Plebisit: Bir kimseyle ya da bir sorunla ilgili olarak halkın olumlu ya da olumsuz kanısının belirlenmesi için başvurulan oylamadır.) Kabaca ulus tanımının kavramsal ve pratik olarak Fransız devriminden sonra ortaya çıktığını anlatır.)
Duse'in ele almak istediği temalar, zamanın burjuva toplumunun en dikenli konularıdır: Para, cinsiyet, aile, evlilik, kadın rolleri... Onun sahnesinde pırıl pırıl görünen fakat esasta çürümüş, konformist bir toplumun ikiyüzlü portresi dışarı çıkar. Tüm insan ilişkileri için, Tanrı-para bir denetleyici hegemonya olduğu sürece; samimi duygular yaşamanın imkânsız olduğu bir dünya açılır Duse’nin sahnesinde. Duse'nin yanı sıra sömürü altındaki kadının iç dünyası da ortaya çıkar: yabancılaşmış, sinir bozucu bir iç dünya... Sömürülen ve ezilen. Hangi kadın oyuncu bunları dert eder; içinde Duse azmi var demektir. Onun kavgasının içinden duyulan ise Duse’nin bağıran sesidir.
Duse, İtalya’da toplumsal gerçekçilik akımının ünlü roman kalemi Giovanni Verga'nın (1840-1922) oyunlarını yorumlayarak başlar kariyerine. Örneğin Verga, “Duvarcı Ustası Don Gesualdo” romanında artık can çekişmekte olan feodalitenin, sahip olduğu ayrıcalıklardan ayrılmamak için çabalamasını; ortaya çıkan burjuvazinin ise yaşlı aristokrasinin enkazından kurtulmaya çalışmasını anlatmaktadır. İtalya’da, 1820 ve 1848 yıllarındaki devrimci isyanların etkileri sürerken, bu karmaşık toplumsal çatırtıların koptuğu günlerde, kendi çıkarını kollamaktan başka bir şey düşünmeyen fırsatçı halkın tüm insani değerlerinden nasıl vahşice uzaklaştığını anlatır. (Meraklısına Not; Bu kitap, Neyyire Gül Işık çevirisiyle, 2017 yılında, İş Bankası Yayınları tarafından basılmıştır.)
Bu yükselişe, yirmili yaşlarının deneyimsizliği de eklenince; Duse, 1879 yılında Napoli’de gönlünü bir gazeteciye kaptırır: Martino Cafiero’ya... Cafiero’yla aşk yaşayan Duse hamile kalır. Ancak bebek dünyaya gelmeden gazeteci tarafından terk edilir oyuncu. Ardından doğan bebek yaşamadığı gibi, Cafiero’da ölünce, Duse, yapayalnız kalıverir orta yerde.
Duse, bunca yükün altında ezilir ve Cesare Rossi'nin tiyatrosuna katılır oyuncu olarak. Burada bir aktör onun yaralı kalbine şefkatle dokunur ve çok geçmeden, Mayıs 1881'de, bu kez Teobaldo Checchi adlı bu aktörle evlenir Duse. Ancak işler yine yolunda gitmez; Duse, başka bir aktör, Flavio Ando ile birlikte olduğundan, 1884 yılında, çiftin bir de kızı, Enrichetta varken üstelik, boşanırlar.
Daha otuz yaşına varmadan yaşadığı bu kişisel dalgalanmalar Duse’nin sahnesine etki etmez gibi görünür. Ancak duyguları artık zar inceliğindedir ve dünyayla ilişkileri, artık ‘hiçbir zaman, hiçbir şey ilk göründüğü kadar önemli olmayacaktır’ onun için... Bundan sonra acı ile pişen kadın oyuncuların sahnesinde yeni bir görev vardır: Yüreğiyle oynamak! Sevdiği kadını incitenin, bütün kadınları yerle bir ettiğinin bilincine varılmasını sağlamak!
14 Ocak 1884'de, Cariniano Sahnesi’nde, Kamelyalı Kadın oyununda Marguerite Gautier rolüyle sahneye çıkar Duse; yer yerinden oynar sanki. Çünkü tüm dünya bu oyun ve rol denince Sarah Bernhardt’ı hatırlamaktadır. Oysa ki bir İtalyan kadın, o büyük ‘Kutsal Sarah’ın yaptığından hiç de aşağıda olmayan, hatta en az onun kadar kuvvetli bir oyunculuk koymaktadır. Bir yıl sonra, Roma'da, Dumas Fils’in, o yıl yazmış olduğu "Denise" oyununu (1885) okur Duse; oyunun kahramanı gibi görür kendini; kızgın, huysuz ve ergen bir kız. "Denise", Tiyatro Puan’da sahnelenir. Tiyatronun önüne toplanan seyirci kalabalığı, yıllarca yankılanacak bir sesle bağırmaya başlar:
"Ölümsüz Duse! İlâhe!”
Güney Amerika turnesine çıkar Eleonora Duse. Rio de Janeiro, Montevideo, Buenos Aires derken, o yaz aylarında Cesare Rossi topluluğundan ayrılır. Bunu neden yaptığı ya da bundan sonra ne istediği sorulduğunda aktris kısa bir yanıt verir gazetecilere:
"Zirveyi!"
Aynı sahneyi paylaştığı boşanmış olduğu kocası Teobaldo Checchi, kızlarıyla birlikte Arjantin’de kalır. Duse, artık kızı olmadan yalnız başına yürüyecektir.
Mart 1886'da İtalya’ya dönen Duse, yeni aşkı Flavio Ando ile "Roma Yönetmen Tiyatrosu"nu kurar. (Meraklısına Not; 1851’de doğmuş ve 1915 yılında ölmüş olan Ando, İtalyan tiyatro tarihinin en önemli oyuncularından biri kabul edilir. Duse’yle karşılıklı olarak oynadıkları Kamelyalı Kadın oyunundaki ‘Duval’ rolü ile hatırlanır daha çok.)
İtalyan tiyatro eleştirmenleri şöyle yazarlar onun için:
"Olup biten her şeyin, aslında bedenimizde varolan garip bir jestle anlaşılabileceğine dikkat çekiyor Eleonora Duse. Bazı sahnelerde, özellikle de duygusal sahnelerde, neredeyse her kelimeye bir jest eşlik ediyor Duse’nin oyunculuğunda. Sanki Duse, her izleyiciye söylediklerinin anlamını daha doğru kavrasınlar diye aklının kanatlarını çırpıyor sahnede ... "
22 Kasım 1888’de, Eleanora, Milan Teatro Mandzoni'nin yararına, Shakespeare’in "Antony ve Kleopatra" oyunuyla sahneye çıkar. Ortaya koyduğu performans, Duse’ye eşi görülmemiş bir başarı getirir. Tüm İtalya, bu hüzünlü kadının önünde ayağa kalkar. Duse’nin dünyaya açılma zamanı gelmiştir artık. Öncelikle dünya tiyatrosunun kalbi sayılan Rusya’da yapar gövde gösterisini, St. Petesburg’da... 13 Mart 1891 tarihinde, Maly (*Küçük) Tiyatrosu’nda, eşsiz performans gösterdiği Kamelyalı Kadın’daki Marguerite Gautier rolüyle görünür Rus izleyicilere. Hemen ertesi gün de, Shakespeare’in "Antonius ve Kleopatra" oyununda Kleopatra olarak... Tüm Rusya Duse’den söz etmektedir. O gece onu izleyenlerden biri de Anton Çehov’dur ve 17 Mart 1891 tarihli mektubunda, kız kardeşi Maria Pavlovna'ya şöyle yazar o gece hissettiklerini:
“
Dün gece İtalyan aktris Duse'yi, Shakespeare'in "Kleopatra" adlı oyununda gördüm. İtalyanca anlamıyorum ama o kadar iyi oynadı ki Duse, her kelimeyi anladım sanki. Harika bir aktris! Ben bugüne kadar böyle bir şey görmemiştim ... Duse'ye baktığımda, Rus tiyatrosunun neden bu kadar cesur olduğunu anladım. Çünkü hiçbir şey bilmiyormuşuz oyunculuğa dair.."
Bir yıla yakın sürer Rusya turnesi. Duse, Moskova, Karkov, Kiev ve Odessa'da da sahneye çıkar. Her yerde gerçek bir coşku ile karşılanır. Öyle ki, dünyaca ünlü Rus ressam Repin, Duse’nin bir portresini yapar.
Kasım 1892'de Berlin'de "Lessing-Theatre"da sahne alır oyuncu. Aynı coşku Almanya’da da sürmektedir. Dünya tiyatro tarihinin anıtlarından biri kabul edilen Gerhart Hauptmann şunları yazar:
"Benim için harika bir oyuncu, sanatın gücünü gösteren en somut örnek onun şeffaf oyunculuğudur."
Ocak 1893'te Eleonora Duse New York'tadır. Şehir onu tam anlamıyla şaşkına çevirir.
"... ve büyük bir şehir gördüm. Her yerde tekerlekler, arabalar, dükkanlar ve garip binalar, saplantı şeklinde reklamcılık, gürültü ve ekranlar... Tek bir gülümsemenin olmadığı bu yerde, değil canlı bir sanat, hiçbir şey, şehrin bu karmaşasının ruhunu rahatlatamaz ... " der.
Ancak öldüğü Amerika Birleşik Devletleri’ne bir kez daha gidecek ve tarihe geçen ‘ilklere’ adını yazdıracaktır Duse. Eleonora, Amerika Birleşik Devletleri’ne yaptığı turneleri sırasında Başkan Gover Cleaveland ve eşi, oyuncunun performanslarının hiçbirini kaçırmazlar. Bir aktris için ilk kez Beyaz Saray’da çay partisi düzenlenir. Gösterileri kaçırmayan biri de Thomas Alva Edison’dur. Edison, "Kamelyalı Kadın" adlı oyundaki son sahneyi, oyuncunun sesinden, henüz keşfettiği fonograf cihazına yazmayı teklif eder Duse’ye. Kayıt gerçekleştirilir ancak ne yazık ki başarısız olur.
Eleonora Duse’nin tanımlanamaz oyunculuğu için “cryptically” sözünü kullanır tiyatro incelemecileri. Cryptically sözcüğü, “esrarlı /gizli / hüzünlü ve derin” gibi anlamların karşılığıdır dilimizde. Duse, oyunculuk yöntemiyle ilgili olarak, herhangi bir tekniğe sahip olmadığını iddia ederken, sanatını bir bilim haline getirme çabalarına da kayıtsız kalır sahnede olduğu yıllar içinde. Bilinen o ki; kendisini
"ortadan kaldırmak" ve canlandırdığı karakterler haline getirmeye çalışırken, neredeyse dini bir oyunculuk felsefesine sahip olduğudur. Duse’nin biyografi yazarlarından Frances Winwar, Duse'un makyaj yapmadığını ancak
"... kendini , her rol için ahlâki olarak yeniden yarattığını" söyler incelemesinde
. Başka bir deyişle
, “oynayacağı karakterlerin iç hesaplaşmalarını, kederini ve sevincini anlatmak için vücudunu duyguların emrine uyarlar sahnede, çoğunlukla sağlığının zararına." diye yazar.
Eleonora Duse’nin tiyatro tarihiyle ilgilenenler için en heyecan verici yanı, Sarah Bernhardt’la rakibe görülmeleridir. Eleonora Duse ve dönemin büyük Fransız aktrisi Sarah Bernhardt repertuvarının bir parçası aynı yazarların eserlerinden oluşmaktadır. Victorien Sardou ve Alexandre Dumas Fils oyunlarının yorumu, iki aktris arasında tiyatro eleştirmenlerini ikiye bölen bir rekabet doğurur.Bu konuda ne yazık ki ayrıntılı bilgilere sahip değiliz. Sarah Bernhardt’ın dışa dönük ve saldırgan tutumunun aksine, Duse’nin içe dönük ve neredeyse utangaç tavrı hiçbir zaman örtüşmez. Bildiğimiz dar bilgiyle her iki oyuncuyu karşı karşıya getiren olaylar çok da değildir zaten. Bildiklerimizi yazalım.
Sarah Bernhardt Bellini adlı sahnede sahneye çıkarken, aynı günlerde Duse’de, 1450’lerin ikinci diliminde yaşamış ünlü İtalyan şair Jacopo Sannazaro adına açılmış sahnededir. Halk her iki büyük oyuncuyu da seyretmeye bayılmaktadır. Biri dünyayı sallamış egzotik bir ayartıcıdır, diğeriyse dayanılmaz bir sadelik içinde İtalyan çekiciliğinin sembolü... Sarah Bernhardt, Duse’yi izlemek için Sannazaro'ya gitmez ama Eleonora Duse, rakibini izlemek için Bellini'ye gider, gider ama gizlice. Sahneyle ilgilenmeyenler bunun ne anlama geldiğini tam olarak anlayamaz bence. Basit bir kıskançlık damgası vurup çıkarlar işin içinden ama o iş öyle değildir. Bu tiyatral bir savaştır: kendisiyle kendisi arasında!
Duse, bir arkadaşının yardımıyla tanınmayacağı bir giysiyle ve gösterinin başlamış olmasını dileyerek gider Sannazaro’ya. Gösteri sona ermeden de çıkmayı planlamıştır. Sahne sanatlarına tutkuyla bağlı Duse, eli yüreğinde, ezbere bildiği oyunda, Sarah Bernhardt’la birlikte aynı anda replik atmaktadır. Kendini ‘hava geçirmez bir sessizlik’ içinde hisseder sanki. Margherita Gautier ızdırap çekerken, her iki oyuncu da; -biri sahnede, diğeri gizlide- aynı acıyı paylaşmaktadırlar. Aynı oyunla, Londra'da iki aktrisi birkaç gün içinde, farklı sahnelerde gören George Bernard Shaw, şöyle yazar onlar için:
“
Karşılaştırma yapmak ne kadar boşuna! Bu iki kadını sahne için yaratan Tanrı’ya binlerce kere teşekkür! Duse, oyunculuğun asla tükenmeyeceğini düşünmeme yol açtı. Tüm fikirler, onun çok ince işlenmiş oyunculuğunun içindeki jestlere saklanmış. Oyundaki tüm düşünceler, oyuncunun muhteşem konsantrasyonunun en ufak gölgesinde bile görülebilir.. Sarah Bernhardt ise oynamıyor, yaşıyor gibi..."
Ancak tarihe adlarını yazdırmayı başarmış her iki ‘tiyatro savaş atı’nın arasındaki namuslu rekabetin ipi, yetenekli ama sıra dışı bir erkek yüzünden bir daha bağlanmamak üzere kopar. Bu erkek, bugün İtalyan edebiyatının klasiklerinden sayılan eserleri üretmiş ve Eleonora Duse’nin büyük aşkı Gabriele D’Annunzio’dur.
D’Annunzio ile Eleonora Duse’nin yolları ilk kez 1882'de, D’Annunzio "Tribuna" gazetesinin muhabiriyken kesişir. Bir oyun sonrası Duse’nin arkasından
“Büyük amatör!” diye seslenen genç yazar Duse’yi çok etkiler. Ardından, Haziran 1892'de, "Roma Zerafetleri" adlı kitabını da,
"Alla divina Eleonora Duse" seslenişiyle yayımladığında Duse’nin ilgisini çekmeyi başarır. Geleneksel repertuvarların yorumlanmasından bıkan Duse, bu ilginç ve farklı yazarın oyunlarını sahnelemeye başlar. D'Annunzio’nun sevgilisi Eleonora Duse için yazdığı 4 oyun vardır. "Ölü Şehir", "Bir Bahar Sabahı Rüyası", “La Gioconda” ve “Iorio'nun Kızı”... O oyunlar bugün bile tiyatro tarihinde saygın bir incelikte kabul edilip, değerini korumaya devam etmektedirler. 1899'da sahnelenen ‘La Figlia di Iorio’ (Iorio'nun Kızı) adlı oyun, İtalyan Abruzzi köylülerinin korku ve boş inançlarını güçlü bir şiirsellikle işlemesiyle bilinir daha çok. ("Iorio'nun Kızı” oyununun galası, 2 Mart 1904'te Milan Tiyatrosu’nda yapılmıştır.) D’Annunzio, çağdaşı Pirandello’yla birlikte ilk fütürist çizgiyi İtalyan edebiyatına taşımasıyla da önemli bir kalemdir. O, sürekli varoluşsal deneyimlerin peşindedir. Yaşamı da eşsiz ve bir sanat eseri olmalıdır ona göre. Türlü çılgınlıklar yapabilir, bu onun hakkıdır ve toplumcu vurgular bu anlamda ondan çok uzaktır. Ona göre şiir ya da yazı yazmak, uzun tekniklerle yapılan, “yüce bir mimari” eserden başka bir şey değildir. Yani sanat D'Annunzio için ‘üstün’ bir aklın ürünüdür. O, sesler ve kelimeler yoluyla, yeni görüntülerin yaratıcısı ve bir çeşit ‘söz sihirbazdır’. Onun şiirlerinde ‘bireysellik’ yüceltilirken, “öz” kabul edilen ortak akıl, bilim desteği ve toplumsal güven duygusuna yer yoktur. Bu farklı kalem Duse’yi etkiler.
Ancak, Duse için yazmış olduğu ve Roma’da gösterime başlamaya hazırlanan “La Citta Morta"yı (Ölü Şehir), Paris'te, yeni ve etkileyici bir oyun arayan Fransız aktris Sarah Bernhardt'a da gönderince D’Annunzio... Eleonora bu kez bağışlamaz, birçok kadının kocalarından cep harçlığı aldığı bir dönemde geleneği yıkıp, evinin kirasını bile ödediği sevgilisini.
James Joyce’un çalışma masasına fotoğrafını koyduğu, Charlie Chaplin'in
,"Şimdiye kadar sahnede görülen en güzel şey" dediği , 1916'da, Birinci Dünya Savaşı yıllarında askerlere kitap ve giysi yardımı yapan Eleonora Duse, ölümünden bir yıl önce, 30 Temmuz 1923'de Time Dergisi'nin kapağında yer alan ilk kadın ve ilk İtalyan olur.
1916'da, Ambrosia Film adına tek sinema filmi olan“Cenere”yi ("Küller") çeker Duse. Artık 65 yaşında olan oyuncu son turnesini yine Amerika Birleşik Devletleri’ne yapar. 5 Nisan 1924 günü, Pittsburgh'da sahneye çıkar Duse. Sağanak yağış vardır. Kötü hisseder kendini ama yine de oynar sanatçı. Bu onun son sahne performansı olur. 21 Nisan 1924 Pazartesi günü, Pittsburgh’da kaldığı Schenley Otel i’nin, 524 numaralı odasında, pnömoniden ölür Eleonor Duse. Otel Schenley şimdi Pittsburgh Üniversitesi’nin eğitim amacıyla kullandığı bir binadır ve otel lobisinde bronz bir plakada Duse’nin burada öldüğü yazılıdır. Duse, İtalya’ya getirilip, Asolo'daki Aziz Anna mezarlığına gömülür .