Güzeller güzeli Aleksandra “Ne yalan söyleyeyim, benim aşkım tuhaftır. Hâlbuki böyle olmamalıdır, insan yıldırımla vurulmuş gibi âşık olmalı, sonra muvaffak olmak için bir şeyler icat etmelidir. Bu n...

Güzeller güzeli Aleksandra “Ne yalan söyleyeyim, benim aşkım tuhaftır. Hâlbuki böyle olmamalıdır, insan yıldırımla vurulmuş gibi âşık olmalı, sonra muvaffak olmak için bir şeyler icat etmelidir. Bu nevi aşkı pek severim ama bir türlü de olamam. Muhakkak, evvela, seveceğimden biraz yüz görmeliyim. Sonrası kolaydır. İkinci yüz verişte yakalandığımı hisseder, kaçınmaya çalışırım. Üçüncüde her şey bitmiştir. Artık deli gibi âşığımdır.” (Ay Işığı hikâyesinden, Havada Bulut) Sait Faik’i insandan kaçan, çocuksu, yalnızlığın ve hüznün hikâyecisi gibi sıfatlarla anarız genelde. Sonra, mirasyedi, bohem bir burjuva çocuğu ve kadın korkusu yüzünden hiç evlenmemiş biri olarak! Oysaki Sait Faik’i; ‘şıp diye’ sevdiği, ‘deli gibi âşık olduğu’ kadınlar için, bütün mirasını gözden çıkaracak kadar aklını kaybeden, bu uğurda ölümü göze alan, çıkardığı kavgalar yüzünden bayılana kadar dayak yiyen, defalarca kan içinde kalacak kadar çılgın, karakollara düşmekten korkmayan bıçkın bir sokak kabadayısı olduğunu bilmeyiz çoğumuz. Hayatında birkaç kadın savurmuştur Sait Faik’in dalgalı ruhunu. Onun için ‘kadın konusunda seçici biriydi’ demez kimseler, âşık olduğunda ‘aklını denize atan biriydi’ derler daha çok. 1941 yılının ilk aylarında bir gece, Yaşar Nabi’yle Beyoğlu batakhanelerini gezmektedir Sait Faik. Şehrin bu karanlık yüzünden rahatsız olan Yaşar Nabi’yi uğurladıktan sonra, Yani’nin işlettiği Nektar’a uğrayıp son bir ‘cila çekmek’ ister hikâyeci. O gece aklını başından alacak kadar güzel bulduğu, uğruna şiir yazacağı ilk aşkını görür Nektar’da: Mama Katina’nın pazarlamaya çıkardığı, kiraz dalı gibi narin, taze Rum kızı Aleksandra’yı! Daha 19 yaşında! “Camları kıracak kadar keskin ve güçlü bir tebessümü vardı kızın (…) İnsan denilen mahlûkun bu kızla aynı hamurdan yaratıldığına inanmak gelmiyordu içinden. O dişler, o burun, o çene, o yanaklar, o kulaklar… Yahu hiç mi kusuru olmaz bir kızın?” Meyhaneci Yani’yi yanına çağırır Sait Faik. - Aman Yani, yandım ben. - Hoppala! Birine mi vuruldun yoksa? Hangisi söyle Allah aşkına çatayım çöpünü. - Kim bu karşı masadaki siyah saçlı kız? Adamlarla oturuyor, yanında da bir kadın, o yolun yolcusu… - Ah! O mu? Aleksandra’dır o. Rum kızı… Tazedir, yeni düşmüştür buralara. - Ne iş yapar? Nerede oturur bu kız Yani? Evini yurdunu bilir misin? - Hayda be! Toy erkekler gibi ne bu hâl? Kenar mahalle dilberi bir Rum kızıdır işte. Yolun yolcusu o da. Sakin ol! “Yalnız hatta Yapayalnız” kitabında Özlem Esmersoy işte böyle işaretler, Sait Faik’le Aleksandra’nın ilk kez karşılaştıkları ânı. Sonra da Sait Faik’in kalbi olup, onun iç sesiyle konuşur: “Neyle aklını çelmeye çalışıyorlardı kızın kim bilir… Ayakkabı mı aldılar ona, manto mu, bilezik mi, küpe mi, çanta mı? Yoksa bir öğün yemeğe mi kanmıştı Aleksandra? Karnını doyurup, biraz da gece âlemini seyretmeye mi çıkmıştı bu adamlarla? Güzeller güzeli Aleksandra! Gecenin giderek sabaha döndüğü bu saatlerde ne işin vardı senin bu birahanede, azgın adamların elinde? Hayalleri boyundan büyük güzel çocuk…” Fazla sürmez, İstanbul’daki bütün düşkünlerin ahbabı olan Sait Faik, Aleksandra’yı pazarlayan Mama Katina’nın peşine takılır. Katina, Sait Faik’ten ‘yağlısını mı bulacak’, Aleksandra’yla buluşturur hikâyeciyi. Sait Faik, dokunmaya kıyamadığı bir prenses edasıyla, elini uzatıp parmaklarının ucunu sıkar Aleksandra’nın. Kuş bacağı kadar ince ve kırılgan… Sonrası bildik hikâye: Kızı armağanlara boğar ‘ergen âşık’ Sait Faik. Karidesçi’nin evinde buluşmaya başlarlar. Katina ayarlamıştır her şeyi. Çalgı çengi, yemek içmek, gezmek tozmak gırla gider ilk zamanlar. Ama bir sorun vardır; Aleksandra yaşam güvencesi gözüyle bakmaktadır Sait Faik’e, aşk meşk ona göre değildir. Sait Faik ise, sanatla, yazı çizi işleriyle uğraşan, sevgilisiyle buluşmaya bile yanında biri olmadan gidemeyen biridir. Şıpır şıpır romantiktir. Ürkektir, kendisini lüzumsuz adam olarak gören biridir. Bu da onu sinirli ve saldırgan yapmaktadır. Aleksandra bir süre sonra, sıkıcı bulduğu Sait Faik’le buluşmalarına gelmemeye başlar. Deli âşık Sait Faik çılgına döner. Kızı tehdit etmeye, yolun ortasında taciz etmeye başlar. Az zaman sonra Katina müdahale eder duruma. Ne de olsa Aleksandra ekmek kapısıdır onun. “Okumuş yazmış insanların dünyasından değildir o. Sanat sepet işleri konuşacak değilsin ya onunla. Senden teminat bekler. Ne vaat edeceksin ona? Ev mi tutacaksın? Aylık para mı bağlayacaksın? Dost hayatı mı olacak, evlenecek misin? Yalan da olsa insan biraz umut verir vre. İki terlik, iki metre kumaşla olacak işler değil bunlar. Hediyelerle kandıramazsın onu. Buralarda mevsimler hızlı değişir Sait. Selyatağı kızları için vakit dardır. Genç ve güzelken zengin kapıyı buldular buldular, yoksa halleri harap. Öyle gezip tozacak boş vakitleri yoktur. Kararını ver. Ya düşersin kızın yakasından ya da hayatını kurtarırsın, onu güvenceye alırsın. Bizden soylu kadınlar gibi olmamızı bekleme. Kalbin kırılıyorsa kendi zümrenden okumuş yazmış kızlardan birini bul.” Hiç kimse tarafından savunulamaz gibi görünen bu durumda, Sait Faik’in kafasının karışması beklenirken, hikâyeci, Havada Bulut kitabındaki hikâyelerle yanıt verir edebiyat incelemecisine: “Onda neşeli zengin bir ömrü belki de beraberce tadıldığı için hemen saadet derecesine yükseliveren sefaleti bulurdum. Dilimde şimdiye kadar duymadığım tatlar duyar, gözümde bilmediğim bir insanlık rüyası…” Sait Faik’in bu hastalıklı tutkusu, varlıklı ailesi tarafından da duyulur kısa süre içinde. Aile, şiddetle karşı çıkar bu ilişkiye. Hoş, hiç kimsenin onaylayabileceği bir ilişki de değildir ya bu tuhaf tutku! Ama gel de Sait Faik’e anlat bakalım! Bir yandan Aleksandra tutturmaktadır; “İlla annenle tanıştıracaksın beni” diye. “Annenle tanıştırıp, benimle evleneceğini söyleyene kadar seni görmeyeceğim.” Öte yandan Sait Faik’in arkadaşları, bu niyeti apaçık olan kızın, Sait Faik’in zaten zayıf olan yüreğine ıstıraptan başka bir şey getirmeyeceğini söyleyip dururlar. Ama kime söylüyorsun? Sait Faik’in sözden durdan anlayacak kulakları yoktur ki! O âşıktır. “Aman Makbule Hanım, Sait delidir. Sahip çıkın ona. Ucuz bir Rum kızına tutuldu. Kız, anasının gözü. Gezip tozmadığı adam kalmamış. Geceleri birahanelerde içki içer, adamdan adama gider. Yaşı çocuk ama bildiğin şeytan… Sait’i cendereye almış. Parmağında oynatıyor. Su gibi para harcatıyor. Her akşam içki, yemeler içmeler… Abasıyanık ailesine yakışır mı böyle bir kevaşe?” Sait Faik, Aleksandra’nın baskılarına dayanamaz ve onunla evlenmek istediğini söylemeye karar verir ailesine. Kıyamet de o zaman kopar. “Asla olmaz!” Aleksandra, esmer, ortadan biraz uzun, saçları alagarson ve sert çizgileriyle az çok erkek görünümlü güzel bir kadındır. Aşkından dili tutulacak hale gelen Sait Faik, Aleksandra ile buluşacağı zamanlarda üçüncü birinin yanlarında olmasını, gelen kişinin de Aleksandra ile sohbet etmesini istermiş her zaman. Ah şu kendine güvensizlik! Üçüncü kişi olmak, kolay kolay “hayır” diyemeyen Sabahattin Kudret Aksal’ın asli görevlerinden biri olmuş zamanla. Sabahattin Kudret ortalıklarda yoksa Samim Kocagöz, o da yoksa bu görev Salâh Birsel’e düşermiş. Sait Faik, annesinin şiddetle karşı çıkmasına, kendisini mirasından mahrum edeceğini söylemesine rağmen Aleksandra ile evlenme konusunda kararlıdır. “Vapur, sakin denizi biçerek gidiyor, yıldızlar peşimiz sıra geliyor, vapurda tanıdık çehreler siliniyor… Gidiyoruz. Yol uzasın istiyorum. Sevdiklerimin lâkırdıları kulağıma bile girmiyor.” (Ay Işığı) Şimdi herkes çaresizdir. Arkadaşları arasında bu işi çözmek isteyenler, Sait Faik’in hışmıyla karşılaşırlar. Oysaki herkes bal gibi bilmektedir: Sait’in bu akıl tutulmasının tek nedeni vardır, korku! Bu kadar içkiye tutkun olmasının temelinde de bu korku yatmaktadır. Hırçınlığı da, huysuzluğu da hep korkudan. Güveni o kadar yorgundur ki Sait Faik’in. Kendini hiçbir yere ait hissedememektedir. Korkusu güvensizlik yaratmakta, güvensizlik de korkusunu beslemektedir. Yazmak için yalnızlığa, yaşamak için kalabalığa karışması hep bundan. Ama heyhat, her ikisiyle de anlaşamamaktadır hikâyeci. Yalnızlığın, içini kanatan güvensizlik duvarlarına çarpar durur ömrünce. Çevresindekiler de bu durumun sürmesi için elinden geleni ardına koymaz. Bilerek ya da bilmeden! Bir gün ani bir kararlılıkla kuyumcuya gidip, aylardır yüzünü göremediği ve hasretinden yandığı Aleksandrası için bir alyans yaptırır. Ne pahasına olursa olsun evlenecektir Sait Faik Aleksandra’yla! Yüzüğü Katina’yla gönderir sevgilisine. Ancak 19 yaşında inatçı bir keçidir Aleksandra: “Anan karıyla tanıştıktan sonra evlenme teklifini kabul ederim” cevabını gönderir Katina’yla. “Akıllı kız! Mirastan mahrum bırakılacak bir adamla evlenmeye razı değil tabi” diye düşünmesi için herkes dil döker Sait’e. Aleksandra’nın kalın dudaklarının lezzeti, pamuk gibi yumuşak teni, sihirli parmaklarının hayali bir türü rahat bırakmaz hikâyeciyi… Bir yandan yana yana kömür gibi kararmış bir yürek, bir yanda çıkarlarım da çıkarlarım diye ayak direyen bir sevgili. Aklını başına tutmak için çaba harcamaktadır Sait Faik. Zaten güvensizlikten çıldırma noktasına gelmiş olan hikâyecinin sağlıksız aklı iyiden iyiye uçup gider bugünlerde. Bir çıkış yolu olmalı, olmalı ama ne? Sait Faik, Aleksandra’ya güvenmemektedir. Aleksandra da Sait Faik’e. Anlaşılan o ki; arada ilkel bir cazibe vardır Sait Faik’i çılgına çeviren. Başını göğsüne dayayıp saatlerce gözlerini yummak, ona heyecan içinde armağanlar seçmek ve terli gecelerin ardından birlikte kahvaltı yapmak gibi şeyler… Aleksandra’nın derdiyse baştan beri hep aynı! Arkadaşlarının baskısına direncinin azaldığı bir gün Sait Faik, ‘ortada aşk maşk yok, seni kullanıyor bu kız, hayırsız, uğursuz bir kız bu’ diyenlere inat, bir oyun etmeye karar verir sevgilisinin aşkını sınamak için. Artık onun da sabrı bitmiştir. Koskoca iki yıl, işkence gibi bir sevgililik canından bezdirmiştir hikâyeciyi. Sait Faik yüzünden bu ilişkinin çoğu zaman ‘üçüncüsü’ olmak zorunda kalan Sabahattin Kudret Aksal, Sait Faik’in aşk sınavında oyunculuk edecektir. Sait Faik, Aleksandra’yı Burgazada’ya davet edecek, onun haberi olmadan aynı vapura Sabahattin Kudret de binip, kıza kur yapıp, argo deyimle “iş atacak” ve eğer Aleksandra, Sabahattin Kudret’in teklifini kabul ederse Sait Faik, artık Aleksandra’nın ‘iyi bir sevgili olmadığına’ ikna olup, ondan vazgeçecektir. 1943 yılının 23 Temmuz günü sahnelenmeye başlar oyun. 14:35 vapurunda Aleksandra, en sonunda istediğini alacağını düşünerek, mutlu bir şekilde Burgazada’ya doğru giderken, Sabahattin Kudret dikiliverir karşısına. Daha önce kim bilir kaç kez Sait Faik’le buluştuklarında yanında olan Sabahattin Kudret’i elbette hemen tanır Aleksandra. - Vaaaay Aleksandra, ne tesadüf. Hayırdır adaya mı? - Evet, Sait Faik’in anasıyla tanışacağım. Evleneceğiz de biz Sait’le. Ya sen nereye? Yoksa… - Yok yok, ben Büyükada’ya gidiyordum. Seni görünce bir merhaba diyeyim istedim. Çok heyecanlı görünüyorsun. Yüzünden kuşlar havalanacak sanki. Acaba bunun için mi bu kadar güzelsin? … Hay Allah, benimki de laf mı şimdi, sen her zaman şu İstanbul’un en güzel kızısın. - Teşekkür ederim vre. Böyle dediğini duymasın Sait, ikimizi de Edirne’ye kadar kovalar billahi... Senin de yakında Avrupa’ya gideceğini konuşup duruyorlar. Doğrudur? - Doğru doğru. Avrupa’ya gideceğim. Orada yaşayacağım artık. - Ne güzel. Kim bilir ne güzeldir oralar? - Avrupa güzel olsa ne çıkar? Seni tanıyıp da buralarda bırakıp giden biri için güzellik hep yarımdır. - Ne diyorsun sen vre, yoksam eğleniyorsun benimle? - Ne eğlenmesi Aleksandra, çok güzelsin sen. Sen yanımda olursan Avrupa’yı inletiriz kız… Hadi, gelsene benimle sen de! - Ne? - Gel benimle! Bırakalım bu kokuşmuş İstanbul’u. Paramız var, şükür. Genciz. Ne dersin? - Olmaz vre. Sait duyarsa parçalar ikimizi de. - Nereden duyacak ki? Duysa bile hiçbir halt edemez. - Olmaz dedim, delisin nesin? - Hemen olmaz deme. Hele bir buluşalım seninle, bütün ayrıntıyı konuşuruz. Seni ilk gördüğümden beri aklım hep sende kız. - Bu doğrudur Sabahattin? - Ekmek çarpsın ki doğru. - Nerede buluşacağız ki? Sait herkesi tanıyor. Her semti biliyor. Öldürür beni kıskanç! - Hadi canım sen de! Her yeri de bilmiyor ya! Çamlıca’yı hiç bilmez mesela. Nerede kimi tanıyacak? - Çamlıca? - Orada kim tanır Sait’i? - İyi ya, Çamlıca’da buluşalım zaman. - Harika bir kızsın sen Aleksandra. O zaman ben de seninle Burgaz’a geleyim. Biri bizi konuşurken gördüyse Sait’in kulağına su kaçırmasın şimdi. Bilirsin delidir. - Bak bunu iyi düşündün vre. Tamamdır, Çamlıca’da! Rolünü iyi oynayan Sabahattin Kudret’in vicdanı rahattır bir yanıyla. Arkadaşını böyle kalitesiz bir kızdan kurtardığını düşünmektedir. Ama bunu, buluttan nem kapan Sait Faik’e nasıl anlatacaktır? Vapurdan birlikte inerler. Heyecandan patlamak üzere olan Sait Faik, arkadaşının yüzüne baktığında, her şeyi anlar. Plajda çay içmeye giderler üçü birden. Sinirden zangır zangır titremektedir hikâyeci. Kandırılmanın huzursuzluğu, erkekliğinin aşağılanması, senelerdir ona inanmasının karşılığında yaşadığı hayal kırıklığı yüzünü karmakarışık etmiştir. Gözlerinde öldürme arzusunun kızartısı! Aleksandra, hiçbir şeyden habersiz, mayosunu giymek üzere kabine giderken, Sait Faik de onunla gider. Sonrası rezalet! Saçlarından yerlerde sürüklediği Aleksandra’yı zor alırlar Sait Faik’in elinden. Burgazada Burgazada olalı beri böyle bir tantana görmemiştir. “Ulan kahpe, sen kimsin benim erkekliğimi, benim aşkımı böyle hoyratça çiğnersin? Allah topunuzun belasın versin! Aşkımla düpedüz alay etti orospu! ” Yara bere içinde kalan Aleksandra’yı zar zor Sait Faik’in elinden alıp, vapura bindirir Sabahattin Kudret. Bütün ada halkı için cümbüş o zaman biter. Cümbüş biter ama hikâyecinin içinin ateşi sönmez bir türlü. Hayatından çıksa da içinde yaşamaya devam eder aşkı. Aleksandra’nın yaşadığı Kasımpaşa’yı, Ziba Mahallesi’nde, geneleve paralel kurulmuş olan Selyatağı bölgesini anlatır bazı hikâyelerinde Sait Faik. Sönmez ateşi bir türlü. Tutar bir de şiirinde anar, deli gibi tutkun olduğu Aleksandra’yı. “Bize bir masa ayır Yanakimu /Aleksandramla benim için /Bir masa /Üstü çiçeksiz /Örtüsü gazeteden /Şarabı aşktan /Hem hülyadan /Aleksandra’m mızıka çalsın /Siyaha çalar parmaklarıyla /Güftesi bayağı şarkılar /Adi havalar /Meyhane acı zeytinyağı koksun /Sen hoşnut ol Yanakimu.” Sait Faik, ölümünden sadece 6 gün önce, 5 Mayıs 1954’de Beyoğlu’nda, Aynalı Pasaj’da karşılaşır bir kez daha Aleksandra’yla. Sabahattin Kudret Aksal’la birlikte gittikleri dişçide yardımcı elemandır eski sevgili… Aleksandra’yı son görüşü olur bu. Aynı gün ağzından kan gelmeye başlar. 8 Mayıs’ta, Şişli’de, sonradan Kent Sineması olan yerdeki Marmara Kliniği’ne kaldırılır hikâyeci, 11 Mayıs’ta da hayata veda eder.