Hepimizin elinin altında telefonlar, bilgisayarlar… Hayatımız teknoloji olmuş! Sabah kalktığımda eşime ‘Günaydın’ demeden önce elime telefonumu aldığımı fark ettim bugün ve kendime geldim: Bize ne olu...

Hepimizin elinin altında telefonlar, bilgisayarlar… Hayatımız teknoloji olmuş! Sabah kalktığımda eşime ‘Günaydın’ demeden önce elime telefonumu aldığımı fark ettim bugün ve kendime geldim: Bize ne oluyor? Uzun zamandır her şeyi telefondan yürütüyorum. Maillerimi telefondan okuyor, yemek tariflerini bile telefona kaydediyorum. Fotoğrafları, ‘Nasılsa telefonda var’ diyerek bastırmıyorum. Eskiden en yakınlarımın numaralarını aklımda tutardım, şimdi ‘Nasılsa telefon var!’ Bir yandan çok büyük kolaylık olduğunu düşünürken diğer yandan bu aletin cepteki bir düşman gibi beynimizi jöleye çevirdiğini düşünüyorum. Tabi ya, kullanmaya kullanmaya ne olacak sandınız ki! Nasılsa telefon var diye gidilmeyen ziyaretler, nasılsa telefon var diye yapılmayan alışverişler, edinilmeyen hobiler, sığınılan yalnızlıklar… Bir gün o ‘Nasılsa var’ dediğimiz alet yok olursa neler yaşarız acaba? Düşünsene, yarın sabah uyanıyorsun ve telefon diye bir şey yok. Pardon ‘Sabah uyanıyorsun’ dedim ama eminim ki birçoğumuzun uyanması öğle saatlerini bulurdu. Çünkü ‘Nasılsa var’ olan telefonda kuruyoruz alarmlarımızı, ona güveniyor ve dalıyoruz rüyalara… Öyle böyle uyandık diyelim: Telefonun neden yok olduğunu nasıl öğreneceğiz? Ne Google’dan aratabilir ne sosyal medyaya girebiliriz. Telefon yokken nasıl yakınlarımızla iletişim kuracağız ki! Ola ki akıl ettik ve dışarıya çıktık; gideceğimiz yeri nasıl bulacağız? Telefon olmadan navigasyona girmeden nasıl yer ve yön bulabiliriz ki? Haydi, bulduk diyelim; fotoğrafını çekmeden ne bir kahve içilir ne de ‘Dedikodu keyfisi’ yazılı fotoğraflar olmadan başlar sohbetler… Kim ne giymiş, ne yapmış, ne söylemiş, ne duymuş… Sohbet uzamaz gider, muhabbet koyulaşmaz, değil mi? Değil! Öyle bir koyulaşır ki… Şu anda en çok üzüldüğüm şey birbirini bulmuş ama telefona bakarken diğerinin yüzünü unutmuş çiftler… Bak pencereden dışarıya, ellerinde telefonla gezen insanlar topluluğu… Aklım çıkıyor biri sosyal medyaya bakarken arabanın altında kalacak diye… Çok kişi koluma, omzuma çarpmıştır, kafayı kaldırıp gözlerinin içine bakılmadan dilenen özürlerin hükmü var sanki! Çocukluğumda ne telefon vardı ne de televizyon. Bir sofranın etrafına toplanıp saatlerce sohbet ederdik. Kahkahalar havalarda uçar; günümüzün nasıl geçtiğini, karşılaştığımız tuhaf şeyleri ve çözemediğimiz dertleri birbirimize anlatırdık… Bazen de ağlardık, bir ekrana değil birinin gözlerinin içine bakarak. Duygular akar giderdi birbirine karışırdı… O günler çok güzeldi… Şimdi ise iki sene önce araba, beş sene önce ev aldığımız fiyatlardaki aletleri cebimizde taşıyoruz. Her an model değiştiriyor, birbirimizin kameralarını bir başkasıyla kıyaslıyoruz. ‘Seninkinin fiyatı kaç olmuş?’, ‘Vay be ne zamlanmış’ gün içinde en çok duyduğum cümleler… Bir çarkın içine hapsolmuşuz… Hem cebimiz mağdur hem duygudan yoksun kalplerimiz… Biz o çarktan sence çıkabilir miyiz? Sence biz o çarktan çıkmak ister miyiz?