“Okulda hata yapmanın hile yapmaktan çok daha onurlu olduğunu öğret ona”
”Karakter bir ağaç gibidir, şöhretse onun gölgesi...
Gölge; olduğunu sandığımızdır, ağaçsa gerçeğin ta kendisi...”
Bu gün ed...
“Okulda hata yapmanın hile yapmaktan çok daha onurlu olduğunu öğret ona”
”Karakter bir ağaç gibidir, şöhretse onun gölgesi...
Gölge; olduğunu sandığımızdır, ağaçsa gerçeğin ta kendisi...”
Bu gün edebiyatın dilsiz çocuğu “Mektup” üzerine biraz muhabbet etmek istiyorum sizinle... O mektuptur ki; birçok karanlığı aydınlatan tarihi belgelerdir çoğu zaman. O mektuptur ki; yazanı karşımızda oturtur da aniden, sıcacık bir göz teması kurdurur bize... Bu gün bir iki mektup okuyacağız.
2 Ekim 1861'de,yani Amerikan İç Savaşı sıralarında Washington’dan Başkan Abraham Lincoln imzalı bir mektup gelir Sultan Abdülaziz’e. Mektup, Sultan Abdülaziz’in ağabeyi Sultan Abdülmecid’in ölümü üzerine yazılmış bir taziye mektubudur.
"Aziz ve sevgili dostum; majestelerinin lütfettikleri mektuplarından saygıdeğer biraderleri Abdülmecid Han Hazretlerİ’nin vefat ettiğini ve zât-ı şahanelerinin ecdadınızın tahtına çıktıklarını öğrenmiş bulunuyorum. Heybetli biraderiniz ve Birleşik Devletlerin daimi dostu olan Abdülmecid Han’ın irtihali sebebiyle derinden üzüldüğüne sizi temin ediyor ve tahta çıkışınız vesilesiyle sizi tebrike müsaade isterken saltanatınızın size saadet ve şan-u şeref ve mülkünüze refah getirmesini temenni ediyorum. Yine sizi temin ederim ki iki millet arasında her zaman var olan dostluk ve iyi münasebetin devamını arzu ediyor ve hükümetimde biraderiniz hazretleri arasında da memnuniyetle sürdürülen münasebetlerin terakkisi için hiçbir şeyden kaçınmayacağıma emin olmanızı istirham ediyorum. Nihayet, zât-ı şahanelerini kâdir Allah’a emanet ederim... Sizin sevgili dostunuz Abraham Lincoln"
Ne ilginçtir ki; mektubu yazanın da mektubu alanın da kaderleri çok benzer olmuştur. Abraham Lincoln 1865'te bir suikast sonucu öldürülmüş; Abdülaziz’se bir darbeyle tahttan indirilmiş ve ardından bilekleri kesilmiş bir halde, ölü bulunmuştur.
Bu mektubun yazılma nedenini merak etmiş olabilirsiniz? Anlatayım... Amerika Birleşik Devletleri’nin 16. Başkanı olan Abraham Lincoln, tarih içindeki en güzel mektupları yazan liderlerden biridir. Birçok konuda eşsiz güzellikte kabul edilen birçok mektubunun yanında, bu mektubunu da bir vefadan ve uluslararası ilişkilere duyduğu saygıdan ötürü yazmıştır başkan... Lincoln’ün Kuzeylilerin başında olduğu Amerikan İç Savaşı’nda Osmanlı, Kuzeylileri yani Abraham Lincoln’u desteklemiştir. Dünya pamuk ve tütün piyasasını elinde tutan Güneyliler (Konfederasyon) ihracatı durdurunca; Osmanlı, Kuzeylilere pamuk, tütün ve o yıllarda sadece Osmanlı topraklarından çıkan krom cevheri (Meraklısına not; Silah namlusu yapımında kullanılır) satmıştır ve bunun vefa borcunu unutmayan Lincoln, bu kibar ve yapıcı mektubu kaleme almıştır... Başkan’ın diğer mektubunu incelemeden, o olağanüstü güzellikte mektubu yazdığı günlere ve bilmeyenler için Abraham Lincoln’ün mücadelesine kısacık da olsa bir göz atmak da fayda var bence.
ABD'nin 16. Başkanı olan Abraham Lincoln (1861-1865), Amerika’da köleliğe son vermesi ve Amerika Birleşik Devletleri'nin bütünlüğünü korumak adına 4 yıl süren İç Savaş’daki duruşuyla büyük saygıyla anılan bir başkandır. (Meraklısına not; Aslında Amerika Birleşik Devletleri’nde ilk olarak köleliğin ortadan kaldırılması yönündeki ilk somut hareket, William Lloyd Garrison önderliğinde 1830’larda başlamıştır. O tarihlerde, bu hareket çok büyük muhalefetle karşılaşır. Birçok Amerikalı, kölelik karşıtlarını, birliği yok etme niyetinde olan “anayasa düşmanı fanatikler” olarak görüp, buna karşı bir hareketi desteklerler. Bu uğurda ilk kurban, İllinois Eyaleti’ndeki kölelik karşıtı bir gazetenin editörü olan Elijah Lovejoy’dur. Lovejoy, 1837 yılında öfkeli bir kalabalık tarafından linç edilerek öldürülür.) Yoksul bir ailenin oğlu olan Lincoln, sadece 10 ay okul eğitimi alabilmiştir. Çeşitli işlerde çalışır ve boş zamanlarında kendini geliştirmek için hiç durmadan okur. Onun İngilizceye hakimiyeti, kitleler karşısındaki muhteşem konuşma yeteneği, başarılı politik ve avukatlık kariyeri düşünüldüğünde insan gerçekten hayret içerisinde kalır. Kendi kendini eğitme çalışmalarına, dil dersleri alarak ve Shakespeare okuyarak başlamasının, kuşkusuz etkili bir kimlik olmasında izleri vardır... Ardından politikaya atılıp 1846'da İllinois eyaletinden milletvekili seçilir. Lincoln köleliğe karşı söylevleriyle kısa zamanda ün kazanır; o zamanlar Güney eyaletlerinde el emeğinin büyük bölümünü köle zenciler oluşturmaktadır. Yüzyıllardır, özellikle Güney eyaletlerinde, Afrika’dan getirilen zenciler köle olarak kullanılmakta, insanoğlu bir mal gibi alınıp satılmaktadır. Ağırlıklı olarak pamuk tarlalarında kullanılan bu insanlar, en temel haklardan bile yoksun şekilde çalışırken, aynı zamanda Güney ekonomisinin temelini de oluşturmaktadır. Lincoln’ün 1860 yılında Amerika Birleşik Devletleri başkanlığına seçilmesi, kölelikten yana olan eyaletlerde şiddetli tepkilere yol açar; bu sırada köleliğin varlığını sürdürdüğü 15 eyalete karşılık, 19 özgür eyalet bulunmaktadır. Lincoln, resmen başkanlık görevine başlamadan önce Güney Carolina bağımsızlığını ilan eder. Bundan sonraki bir yıl içinde 10 Güney eyaleti daha bağımsızlığını ilan eder. Bu eyaletler Jefferson Davis'in başkanlığında Amerika Konfederasyonu'nu kurar. Konfederasyon güçlerinin, Güney Carolina'nın Sumter Kalesi'ni kuşatıp ele geçirmesiyle Amerikan İç Savaşı başlar. Bu tehdide rağmen, 1 Ocak 1863'te Lincoln, “Emancipation Proclamation” adlı bildirgesiyle, Güney eyaletlerinde köleliğin kaldırıldığını açıklar. "Kimseye hınç beslemeden (...), milletin yaralarını sarmak için (...) kendi içimizde ve bütün milletler arasında haklı ve sürekli bir barış sağlamak için elimizden geleni yapalım"... Lincoln’un başkanlık süresinin hemen tamamı ayrılıkçı Güney eyaletleriyle savaşmakla geçer. Bunun üzerine Lincoln, ulusal birliği korumak için hiç doğru bulmadığı halde Kuzeylilerin lideri olarak, köleliğin kalkmasını istemeyen Güneylilerle savaşmak zorunda kalır. Dört yıl süren bu kanlı bir iç savaşın sonunda, isyancı Güneyliler kayıtsız şartsız boyun eğerler ve Amerikan topraklarının tamamında kölelik yasaklanır.
Ancak; Lincoln, savaşın sonlarında, Amerika Birleşik Devletleri başkanlığına ikinci defa seçilişinin ardından, 14 Nisan 1865'te karısı ile birlikte, Washington'daki Ford Tiyatrosu'nda, “Amerikalı Kuzenimiz” adlı oyunu izlerken, John Wilkes Booth adında bir Güneylinin silahlı saldırısına uğrar ve kanlı bir suikast sonucu öldürülür.
Oyun programı, oyunun sahneye çıkacağı son gün, 14 Nisan 1865 günü basılır. Programda, “Amerikalı Kuzenimiz” adlı akşamki oyuna, Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Abraham Lincoln’ün de katılacağı bildirilmektedir.
Başkan Lincoln ve eşi Mary Todd’un, o akşam, Laura Keene’in rakibi olan Grover's Theatre'da ‘Alaaddin’ oyununa gidecekleri sanılmaktadır oysaki! Lincoln, -iddiaya göre- Laura Keene yararına düzenlenen ‘Amerikalı Kuzenimiz’ adlı oyuna, merhamet dolu bir yürek taşıyan eşi Mary Todd’un ısrarıyla katılmıştır. Olması gerektiği gibi, sanatçısına sahip çıkan bir yönetici davranışı sergilemiş ve ülke tiyatrosuna sahip çıkmıştır Başkan Lincoln. Gösteriye arkadaşları Binbaşı Henry Rathbone ve nişanlısı Clara Harris'i de davet etmiştir üstelik. Sıra dışı bir gece yaşanmaktadır. Lincoln’ün gösteriye katılacağını duyan herkes, sahneye akın etmiştir. Hınca hınç dolmuştur salon.
Lincoln ve yanındaki konukları biraz geç gelirler oyuna. Katıldıklarında, 20: 00’da başlayan oyunun ilk yarım saati oynanmıştır. Başkan ve yanındakiler geldiğinde, salonda bir uğultu yükselir önce ve ardından oyun kısacık da olsa durdurulup; seyirciler tarafından "Hail to the Chief" (Şefi selamlama) yapılır. O saate kadar sahnesi olmayan Laure Keene, tam o anda sahneye çıkar. Üstünde tek parça, sarı satenden, kırmızı gülleri olan çiçekli bir kostüm vardır. Selamını verdikten sonra oyun, kaldığı yerden akmaya başlar. İlk iki sahne olanca güldürüsüyle seyirciyi kırıp geçirir. Şimdi oyunun en güzel üçüncü sahnesi başlamıştır ve sahnede Amerikalı ve İngiliz kuzenlerin atıştığı bölüm oynanmaktadır. Asa Trenchard rolünde Harry Hawk ve Sir Edward Trenchard rolündeyse T.C. Gourlay seyirciyi gülmekten yere sermektedir. O can alıcı espriyi beklemektedir herkes: “Demek toplumun görgü kurallarını bilmiyorum, ha? Sanırım sizi dışarıda bırakacak kadar çok şey biliyorum, yaşlı bir insanı tuzağa düşürüyorsun sersem!”
Seyirciler, locada oturan Lincoln ve konukları büyük kahkahalarla oyunu izlemektedirler. Ancak bu sahne akarken, bir gariplik olur Lincoln’ün oturduğu locada. Başkan Lincoln’ün kafası locanın pervazına düşer aniden. Tam o sırada birinin; Lincoln’ün oturduğu locadan, elinde bir bıçak olduğu halde, oldukça yüksek locaya kadar uzanan Amerikan bayrağına tutunarak aşağı atladığı görülür. Dizleri üzerine, sertçe yere kapaklanır bu kişi. Sonra topallayarak ve oyundaki replikleri bastıracak kadar yüksek bir sesle bağırarak kaçar: “Sic semper evello mortem tyrannis!” (*İşte hep böyle ölür despotlar!) Amerikan birliğini sağlayan Başkan Lincoln, bir suikast sonucu vurulmuştur. Salon birbirine girer. Bu kargaşadan yararlanarak kaçan suikastçı, 1863 yılından beri Laura Keene Tiyatrosu’nun gişesinde durarak, topluluğa yardım eden, deha aktör Edwin Booth’un kardeşi John Wilkins Boot’tur.
John Wilkins Booth, Amerikalı Kuzenimiz oyununda hiç oynamamasına karşın, oyunu çok iyi bilmektedir. Üçüncü sahnedeki yüksek kahkahanın, silah sesini gizleyeceğini umarak, silahını tam da bu kahkaha anını bekleyerek ateşlemiştir. Herkesin oyuna konsantre olduğu bir zaman, gizlice Lincoln’ün oturduğu şeref locasına girmiş ve saat 22: 15'te Başkan Lincoln'un kafasının arkasından, 44 kalibrelik Derringer tabancasıyla, tek el ateş ederek öldürmüştür Başkan Lincoln’ü. Yoğun gürültüden ötürü silah sesi duyulmamıştır. Mermi, Lincoln başının arkasından, sağ kulağı civarından girip, beyninden geçtikten sonra sağ gözünün üstünde durmuştur. Suikastçı Booth ise, bu kargaşadan yararlanarak tiyatrodan çıkıp, at üzerinde kayıplara karışmıştır. Ancak, on iki gün sonra, Virginia'da bir çiftlikte saklandığı ahırda yakalanarak, Boston Corbett adlı asker tarafından vurularak öldürülmüştür. (Meraklısına Not; Bu on iki gün süresi içinde, Amerika’nın her yerinde aranan John Wilkins Boot, tarihe ‘aranıyor’ diye bildiğimiz duyurumlarda fotoğrafı kullanılan ilk kişi olarak geçer.)
Gösterinin yıldızı Laura Keene, ilk şaşkınlığını attıktan kısa bir süre sonra Lincoln'un locasına gidip, ilk müdahaleyi yapan Doktor Leale’nin izniyle, henüz ölmemiş Lincoln’ün kanlı kafasını kucağına yatırır. O gece giydiği kostüm, Başkan Lincoln’ün kanıyla ıslanır. (Meraklısına not; Başkan Abraham Lincoln, suikasttan bir gün sonra ölür. 15 Nisan 1865 günü, saat 07.22’de... Her ne kadar, Laura Keene’in o gece, Lincoln’un vurulduğu locaya hiç girmediği tartışmaları sürse de, o gece giydiği ve kan lekesi olan kostümün kanlı parçası, şimdi Amerikan Tarihi Ulusal Müzesi’nde koruma altındadır.)
Kısacık da olsa özetlemeye çalıştığım Lincoln’ün yaşadığı sıkıntılı günlerde nasıl da aydınlık bir inanç taşıdığını görmemiz adına şimdi onun (*bir devlet başkanı olduğu halde) oğlunun öğretmenine yazdığı bir mektubu aktaracağım sizlere... İyi yazılmış bir mektubun yüzyıllar geçse de değer kaybetmeyeceğine dair tarihi bir belge gibidir bu mektup bence... Duygusal ve bir o kadar alçakgönüllü...
“Öğrenmesi gerekli biliyorum; tüm insanların dürüst ve adil olmadığını, fakat şunu da öğret ona: “her alçağa karşı bir kahraman, her bencil politikacıya kendini adamış bir lider vardır.” Her düşmana karşı bir dost olduğunu da öğret ona. Zaman alacak biliyorum fakat eğer öğretebilirsen, kazanılan bir doların, bulunan beş dolardan daha değerli olduğunu öğret. Kaybetmeyi öğrenmesini öğret ona ve kazanmaktan neşe duymayı. Kıskançlıktan uzaklara yönelt onu. Eğer yapabilirsen, sessiz kahkahaların gizemini öğret ona. Bırak erken öğrensin, zorbaların görünüşte galip olduklarını...
Eğer yapabilirsen; ona kitapların mucizelerini öğret. Fakat ona; gökyüzündeki kuşların, güneşin yüzü önündeki arıların ve yemyeşil yamaçtaki çiçeklerin sonsuz gizemini düşünebileceği zamanlar da tanı... Okulda hata yapmanın, hile yapmaktan çok daha onurlu olduğunu öğret ona. Ona kendi fikirlerine inanmasını öğret, herkes ona yanlış olduğunu söylediğinde dahi... Nazik insanlara karşı nazik, sert insanlara karşı sert olmasını öğret ona. Herkes birbirine takılmış bir yönde giderken, kitleleri izlemeyecek gücü vermeye çalış oğluma. Tüm insanları dinlemesini öğret ona fakat tüm dinlediklerini gerçeğin eleğinden geçirmesini ve sadece iyi olanları almasını da öğret... Eğer yapabilirsen üzüldüğünde bile nasıl gülümseyebileceğini öğret ona. Gözyaşlarında hiçbir utanç olmadığını öğret. Herkesin sadece kendi iyiliği için çalıştığına inananlara dudak bükmesini öğret ona ve aşırı ilgiye dikkat etmesini... Ona, kuvvetini ve beynini en yüksek fiyata satmasını fakat hiçbir zaman kalbine ve ruhuna fiyat etiketi koymamasını öğret. Uluyan bir insan kalabalığına kulaklarını tıkamasını öğret ona ve eğer kendisinin haklı olduğuna inanıyorsa dimdik dikilip savaşmasını öğret. Ona nazik davran ama onu kucaklama. Çünkü ancak ateş çeliği saflaştırır. Bırak sabırsız olacak kadar cesaretine sahip olsun, bırak cesur olacak kadar sabrı olsun. Ona her zaman kendisine karşı derin bir inanç taşımasını öğret. Böylece insanlığa karşı da derin bir inanç taşıyacaktır...”
Sizde de uzun uzun susmak ve ardından deli gibi bağırmak gibi bir his oluştu mu bu mektuptan sonra yoksa bu sadece bana ait bir şey mi çok merak ediyorum? Aslında şu an tam olarak içimden geçen nedir söyleyeyim mi size? İçimdeki sözcük denizinin kapağını açıp, arkama bile bakmadan buradan uzaklaşmak ve ilk gördüğüm çocuğu şap diye gözünün üstünden öpmek isteği... Ama yazıyı sonlandırana kadar dayanabilirim sanırım?
Meraklısına not ibaresini bu kez parantez içine almadan yazının son bölümüne koyuyorum. Bu günün eğitim sisteminin çocuklarımızı ne hale getirdiğini, bu uğurda benim gibi “çocuğun Tanrı’dan kopmuş bir parça olduğuna inanan“diğer mücadeleci öğretmenleri düşünüp, ellerimi başımın arasına alıyorum. Hızlı hızlı atan kalbimde “daha ne yapabilirim” düşüncesi ve gözlerimden sessizce süzülen yaşlar var şimdi... Yüz yıl önce bir devlet başkanı öğretmenlere böylesine büyük bir saygıyla yaklaşıyor ve benim yaşadığım ülkede, benim yaşadığım çağda, binlerce savunmasız çocuğun geleceğiyle oynanıyor ve ben bunu değiştiremiyorum? Kalbimi hangi dağa-taşa çarpsam acaba? Ama neden bilmem, karışık dalgalı saçlarımda, bilmediğim, bir kere bile konuşmadığım dünyanın bütün çocuklarının görünmez elleri var sanki... Beni affediniz lütfen, çocuklar kafamdayken dünyada daha önemli bir işim yoktur benim... Yazıdan çıkıyorum...
Az sonra günümüzün vahşi günlerinde neyin ne kadar değerli olduğuna dair tarihi bir şaka sandığım bir gazete haberi okuyacağım size... Dünya tarihini kanıyla yazan insanlarından birine layık gördüğümüz neymiş, görün bakalım?
”ABD tarihinin en büyük isimlerinden biri olan eski Başkan Abraham Lincoln'ün hayatını kaybettiği suikast saldırısından birkaç gün önce yazıp imzaladığı bir mektup açık artırmaya sunuldu. Lincoln'ün İçişleri Bakanı John Usher'ın 10 yaşındaki oğlu Linton Usher için kaleme aldığı mektup 2.2 milyon dolara alıcı buldu.”
Bence tüm dünya insanlarına miras bırakılmış bir şeydir bu mektup ya, özel yatırımcının parasının, değer tanımaz devletlerin (ya da değerlerin aşağılanmasına çanak tutan mı deseydim acaba?) dünya değerlerini nasıl da aşağılayabildiğini görmenin utancı içindeyim. Çağımın tutsağı gibi hissediyorum kendimi bazen tanığı değil...