Çeşme Kalesi önünde 2863 e aykırı inşaat faaliyetleri devam ederken, İzmir’de bir sessizlik hakim. UNESCO gibi önemli kazanımlar, bizler dışında kimsenin umurunda değil mi? Tarih kültür miraslarımızın...
Çeşme Kalesi önünde 2863 e aykırı inşaat faaliyetleri devam ederken, İzmir’de bir sessizlik hakim. UNESCO gibi önemli kazanımlar, bizler dışında kimsenin umurunda değil mi? Tarih kültür miraslarımızın başında yer alan, şehir merkezlerinin gözbebeği “Kale Koruma” bölgelerimizi koruyamıyoruz.
Aynı şekilde İzmir’in kalbinde tarihi yerleşkelerin başında yer alan, 110 dönüm arazisi ile birlikte İzmir halkına ait Kadifekale Mülkü, 30.01.2019 tarihinde İzmir halkından alınarak Vakıflar Bölge Müdürlüğüne verildi. Tapu devrinin tek nedeni, Kale içinde yer alan Vakıf mülkü mescidin tapudan ifrazının yapılmamış olmasıdır. İzmir’de ne yazık ki işler böylesi basit ve kolay gerçekleşmektedir.
Büyük İskender’den bu yana İzmir’in kalbinde yer alan kalemiz, küçük bir ifraz işleminin tamamlanmaması yüzünden, İzmirlilere ait tarih emaneti artık İzmir halkının malı değildir. Tarihi değeri kadar emtia değeri bakımından da paha biçilemeyecek bir kayıp üzerinden neredeyse 3 yıl geçtiği halde, bu durum sanki bizler dışında kimseyi kaygılandırmıyor. Oysa alanda çok uzun yıllardır, İzmir halkının bütçesinden harcanan, rekreasyon, restorasyon çalışmaları yapılmaktaydı.
İzmir halkının parası ile tarihi eserin çevre düzenlemesi, seyir terasları, illegal yapıların alandan kaldırılması gibi çok çeşitli çalışmalar devam etmişti. İzmir halkının cebinden harcanan ödeneklerle, Kadifekale Kale Koruma Alanında oldukça yüksek maliyetlerle çalışmalar yürütülmüştü. Bunların hepsiyle beraber mülkiyet hakkını da kaybetmiş durumdayız. Mülkiyet bu kadar kolay şekilde İzmir halkı elinden çıkacaktı, öyleyse neden tüm harcamaları İzmirliler ödemişti?
Arkeolojik sit parsellere verilebilen sınırlı ve denetim altında yapılması gereken inşaatlar da içler acısıdır. Ne tarihi SİT’ler ne de arkeolojik sitler korunabilmektedir. Ildırı gibi “yaşayan tarih” alanlarımız vardır. Böylesi yerlerde, en eski dönemlerden günümüze çağlar boyu yaşam devam etmiş, daha eskisinin üstünde, tarihin farklı devirleri izler bırakmış ve bu iç içe geçmiş, üst üste binmiş dokunun üzerinde yaşam hâlihazırda devam etmektedir. Ne yazık ki, böylesi alanlarda, düzenleme veya yenileme gibi işlemler çok daha zordur. Ildırı sakinleri, yıllar yılı çatılarının çökme tehlikesi ile yaşam savaşı vermişler, ancak doğru müdahalenin nasıl olması gerektiği, kolaylıkla tespit edilemediğinden, bu derme çatma yapılarda yaşamlar ıstıraba dönmüştür.
Yine de başka bir noktada, denetim şartı ile inşaata başlanan arkeolojik SİT parselin üzerinde, 100 metrekare kapalı alan sınırını aşamayacağı belirtilen yapıların, 800 metrekare kapalı alana dönüştüğü örnekler mevcuttur. Yetkili makamların, sabit mevzuat hükümlerinde, kişiden kişiye esneyen, şeklin tümüyle dışına çıkan uygulamalarına şahit olmak bizleri hayrete düşürmeye devam ediyor. Bir yanda aynı kanunla korunan alanda “çivi dahi çakamazsın” denirken, diğer yanda aynı kanunla korunan alanın Disneyland’a çevrildiğini görebiliyoruz. Sermayenin bu kadar açık ve net diğer tüm değerlerin üstüne çıkarılması karşısında kim ne zaman tepki gösterecek?
Kanunların uygulamaların bu denli kişiden kişiye kalıp değiştirdiği olaylar yaşanıyorken, demokratik ve hukuki bir düzlemden söz edilebilir mi? Çeşme Kalemizin, büyük emek ve çabalarla eklendiği, UNESCO Dünya Tarih Mirası listesinden çıkarılması halinde, bu kaybın kefaretini kim tazmin edebilecektir? Ne yazık ki bundan daha acıklısı; 4,5 milyonluk metropolde bu kayıpların hesabını kim soracaktır?