“İmralı’da Vardır Güzel Bir Kuyu”: Köy Enstitüleri Sistemi ve Mutahhar Şerif’in Uyguladığı Cezaevleri Islahının Temelindeki Düşünceler Üzerine /
1. Bölüm
“Korka korka değil, usul usul değil / Elim yüreğimde çarpa çarpa geldim / Aç kapıyı bak ne diyeceğim / Bir senin ellerinden, bir senin gözlerinden / Dişlerinden dudaklarından / Nergisler Ocak ayında açtı / Kendimden bahsetmeyeceğim / Yediveren güllerden / Duvardan sarkan güllerden / Çocuklardan, sabah erken okula giderlerken / Atlardan bahsedeceğim / Kan ter içinde atlardan / Aç kapıyı bak ne diyeceğim / Ne kadar küsülü çocuk varsa barıştırdım, oynuyorlar / Tam kırk çeşit sarmaşık gül buldum / Penceremin dibinde açacak / Ekinleri dolu vurmadı / Çekirge gelmedi / Kurak olmadı / Yorgunum demeyeceğim / Bir evimiz olsa demeyeceğim / Yüreğim daralıyor demeyeceğim / Bir baksan gözlerime / Başını çevirmeyeceksin / Yürüyüp gitmeyeceksin / Elini çekmeyeceksin / Bir baksan gözlerime / Dağda yakılmış ateşler göreceksin / Aç kapıyı kim geldi bak / Bak nasıl havalandı güvercin / Açmam diyemezsin artık / Aç!”
Köy Enstitüleri sistemi ve 1935 yılında Mutahhar Başoğlu eliyle yapılan cezaevleri ıslahı projesi, aynı kaynaktan doğmuş ve aynı yere akan iki çağlayan nehre benzer.
“Toplumların özellikleri değiştikçe, yeni özelliklere uyabilen bireyler yetiştirmek dolayısıyla (…) o bireylere uygulanması gereken metodlar da değişir (…) 1908’de Kerschensteiner “Geleceğin okulu iş okulu olacaktır” der. Çünkü tekniğe, deneysel bilime, özgür düşünce, eşitlik ve demokrasiye dayanan modern toplumlarda bireyler yapılması gerekeni (…) deneyler ve uygulamalarla kavrayabilirlerse, bu modern toplulukların etkin vatandaşları olabilirler. Eski bilgi okulu ise deney ve uygulamadan uzak, gerçek hayatla ilgisi olmayan bir çevrede, bilgi diye sunulanı denemeden, tartışmadan ve uygulamadan kabullenen, yukarıdan verilen emirlerle yönetilen, en ilkel teknik araç ve gereçleri kullanamayan, kısacası modern demokratik toplumların değil, kişi ve zümre egemenliğine dayanan, gücünü vatandaşların eşitsizliğinden, özgürsüzlüğünden alan Ortaçağ toplumlarının bireylerini yetiştirir.” (Engin Tonguç, “Neden Köy Enstitüsü?” başlıklı yazısından alıntı, Yön Haftalık Fikir ve Sanat Dergisi, Yıl: 1, Sayı: 8, 7 Şubat 1962, s. 12)
Yazısının ilerleyen bölümlerinde, daha açık konuşur Engin Tonguç:
“Köy Enstitüleri çağında, sistemli olarak bu yoldan yürünmüş, gizli ulusal kültür potansiyeli harekete geçirildiği zaman, kültür ve sanat alanından nasıl bir çığın yuvarlanmaya başladığı görülmüştür. Ama geleneksel bilgi sistematiğinin donuk kalıpları içerisinde duymaya ve düşünmeye alışmış aydın, bu dinamizmden ürkmüştür. Kişi ve zümre egemenliği ile bu yurdu rahatça yönetme alışkanlığından kurtulamayanlar, bu yeni uygulama okullarında ulusal oyunların, halk türkülerinin, el sanatlarının gün ışığına kavuşturulması, yepyeni bir ulusal edebiyatın doğması için yapılan sistemli çalışmalardan söz etmek istemezler. Çünkü bu ulusal değerlerini bilinçli olarak kavrayan ve ortak bir kültüre sahip olmaya başlayan bir ulus, kişi ve zümre egemenliğini kabul etmez, sadece halk için ve halk tarafından yönetilir.”
9 Mayıs 1935 Perşembe günü saat 15’te CHP, Ankara’da, 4. Büyük Kurultayı’nı gerçekleştirir. Kurultayın açılış konuşmasında Mustafa Kemal, toplumsal hamlenin, başka bir deyişle Türk devriminin özgün kimliğini anlatırken şöyle konuşur:
“Yeni harfleri, ulusal tarihi, öz dili, güzel sanatlar, bilim, müzik ve teknik kurumlarıyla, kadını erkeği her hakta eşit modern Türk sosyetesi son yılların eseridir. Türk ulusu, ancak varlığını derin ve sağlam kültür sınırları ile çevreledikten sonradır ki, onun yüksek kapasitesi ve erdemi uluslararasında tanınır.”
Atatürk böyle seslenirken; CHP Genel Sekreteri Recep Peker’in, 8 Mayıs 1935’teki radyo konuşmasında söyledikleri de pek farklı değildir:
“Programımızın yeni şekli, Türk ulusunun taze hayat içindeki yolunu ve yerini daha ziyade açacak ve aydınlatacaktır. Âmme haklarında anarşiyi besleyen, ekonomide ulusal çalışmayı yıpratan ve ulus yığınını istismar eden liberalizme karşı cephemizi daha da sıklaştırıyoruz. Başka bir kültür, başka bir kuram! Biz, yeni zamanların devletiyiz.”
Çünkü; 1935 yılında Türkiye’deki köylerde okuma yazma bilenlerin oranı yüzde 3’tür.
Mutahhar Şerif’in cezaevleri ıslahını hayal bile edilemeyecek hızda gerçekleştirmeye çabaladığı böylesi zor günlerde, devlete yük olmayacak bir eğitim sistemi kurmak için de bazıları kafa patlatmaktadır. Dönemin Milli Eğitim Bakanı Saffet Arıkan ya da İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç gibi… Ama çok ilginçtir; her iki ıslah programının özü de aynı kaynaktan beslenmektedir: Üretime dayalı bir yapılanmadan!
Önce Köy Enstitüleri’nin çıkış nedenleri ve ilk uygulamalarına bakalım. Sonra da Mutahhar Şerif’in cezaevleri ıslah programında izlediği yolları karşılaştırmayı deneyelim, bakalım yol bizi nereye çıkaracak?
Mustafa Kemal, dönemin Milli Eğitim Bakanı Saffet Arıkan’a, askerliğini çavuş, onbaşı olarak yapan askerlerin, köylerde eğitmen olarak kullanılmasını önermiş; ancak bu görüşün kurumsallaşması CHP’nin, 1935 yılındaki 4. Büyük Kurultayı’nda sağlanabilmiştir. Sözü edilen gençler kısa bir süre kurstan geçirilecek ve üstlerine kara bir örtü gibi çullanan bin yıllık karanlığı yırtmak için köylere eğitmen olarak gönderilecektir.
İvedi olarak köy öğretmeni ihtiyacını karşılamak üzere 1936 yılının Temmuz ayında ilk adım atılır. Eskişehir Mahmudiye’de (Çifteler), Köy Enstitüleri’nin öncüsü sayılan ve 84 adayın katıldığı bir Eğitmen Kursu açılır. 6 Temmuz 1936’da! Katılanlardan 79’u Ankara köylerinden, 5 tanesi de Tunceli köylerinden gelmişlerdir kursa.
İmralı Sosyal Sanatoryumu ne zaman hayata geçirildi, hatırlayalım mı? Kasım 1935’te! Resmi açılışı ne zamandır peki? 1 Ekim 1936… Peki adada kaç mahkûm vardır o tarihte? 80!..
Sizce de tuhaf bir benzerlik yok mu her iki ulusal hamlenin gerçekleşme hikâyelerinde?
Her ne kadar, adı o gün için Eğitmen Kursu olarak konmamışsa da; kurultaydan çıkan bu kararın, İzmir’in Ödemiş, Bozdağ, Kiraz gibi bazı ilçelerindeki köylere yansımalarını gösteren bir kitap basılır. Köy Enstitüleri kitapları arşivimizde bulunan bu kitabın baskı yılı yoktur üzerinde ancak kitabı hazırlayan E. Hamdi Akman’ın yazdığı önsözün altında 19 Haziran 1936 tarihi görülmektedir. Bilgi Basımevi’nde basılan “Türk Köylüsünün Kalkınma Yolları” adlı 124 sayfalık bu kitapta, doğrudan konumuzu ilgilendiren oldukça ilginç yazı ve fotoğraflar vardır. Sanki enstitülerde uygulanacak eğitim sisteminin muştusunu vermektedir Ödemişli Hamdi Akman’ın kitabı!
Kitaptaki önerilerin 43. maddesi bizi büyük bir şaşkınlığa uğratır. Sözü edilen maddede harfi harfine şöyle denmektedir:
“Eğitim sözden ziyade iş, oydamdan (*Anlatmak, telkin etmek) ziyade yapma ve yaşama meselesidir. Çocuklarımızı, yaratıcı hareketlerine geniş imkânlarla dolu bir çevre içerisinde müsbet hayata hazırlayalım.”
Sanki Köy Enstitüsü üretici eğitim mantığını ve onun içindeki çocuğu tanımlamaktadır yazar. Cezaevleri ıslah programını uygulamakla görevlendirilen Mutahhar Şerif’i anlatırken, dönemin Adalet Bakanı Şükrü Saraçoğlu konu hakkında ne diyordu peki, bakalım mı?
“Müfettiş Muttahar Şerif’in büyük bir titizlikle yaptığı tetkikler sonucunda birçok açıdan cezaevleri ıslah konusunu inceledik ve şöyle düşündük: Sadece bütçe tetkiki münasebetiyle bile olsa, hapishanelerimizin sıhhat, ahlâk, iktisat noktasından çok fena bir vaziyette olduğunu ve buraya giren mücrimlerin terbiye edilerek çıkmaları şöyle dursun, daha çok cürüm kabiliyeti artarak çıktıklarını söylemek mümkün! Diğer taraftan hapishaneler bize senede 1 buçuk milyon liraya mal oluyordu. Hariçten ailelerin mahkûmlara yaptıkları yardım da 2 buçuk milyon liraya kadar tahmin edilebilir. Yani sadece iktisat bakımından baksak bile, hapishanelerin millete senede 4 milyon liraya patladığını biliyoruz. Senede 4 milyona mal olan bu muazzam istihlâk makinesinin ıslahı gerekiyordu. Buna bilhassa iktisat bakımından bir çare bulmak gerekiyordu. Her şeyden evvel mahkûmu kendi elinin emeğiyle geçinir bir hale sokmak icap ediyordu. Çünkü sadece bunu yapmak bile onun ahlâkının da muhtelif sebeplerden iyileşmesi demekti.” (Akşam gazetesi, 27 Eylül 1936, Pazar, Gazete Yayın no: 6446, Sene: 19, ss. 1 ve 4)
Daha sonraki yıllarda İzmir Kızılçullu Köy Enstitüsü Müdürü olacak olan Hamdi Akman’ın kitabının 61. sayfasında yer alan “Demokrasi ve Eğitim” başlıklı uzun yazıyı okuduğumuzda ise artık hiçbir kuşkumuz kalmaz ki; duyduklarımız, gümbür gümbür gelen yeni bir yaşamsal sisteminin ayak sesleridir.
“Demokratik eğitim her genç için kapasitelerine göre en tabii gelişme yolları arar, bulur ve gösterir. (…) Demokrasi ulusun bütün enerjilerinin müsbet, yaratıcı, verimli bir hale getirmeye çabalar; çünkü demokrat hayat doğrudan doğruya işe, kapasite ve emeğe dayanır. Onun için demokrat bir ulusun fertlerinin çalışkan, hayatsal gerçekler üzerinde aydınlanmış, ödevlerini lâyıkıyla kavramış birer hayat adamı olarak yetişmeleri zarurîdir (…) Demokratsi bireyi sosyal ve siyasal hayata hazırlar, ona çevresini tanıtır, onu sağlam bir vücut (…) duygulu bir vicdan, kuvvetli bir irade ile hayat adamı olarak yetiştirmeye çabalar (…) Demokrat devlet yalnız bilen değil, bildikleriyle müsbet iş gören, yaratan, bilmediklerini kendi enerjilerini kullanarak bulan müsbet, başarıcı fertler istiyor. Onun için demokratik eğitim; kendiliğinden girişme ve çalışma, pratik eğitim ve öğretim, kendi kendini eğitme, kendi kendine öğrenme, belirgin ereklere doğru bilerek, istekle, el birliğiyle çalışmaları ileri sürer. Demokratik eğitim sistemini benimseyen okulların, atölye, laboratuvar, bahçe, didaktik mataryellerle konferans, söyleni, toplantı salonları gibi geniş imkânlarla gereçlendirilmesinin hikmeti de budur.”
Bu özetleyerek aktardığımız bilgiler, Mutahhar Şerif’in duvarsız cezaevi sisteminde de çok farklı işlemez. Orada da iş esasına dayalı, üreten / ürettiği kadar güzelleşen mahkûmlar vardır. Orada da müzik dinlenir, orada da kütüphane ve işlikler yan yanadır. Orada da tiyatro yapar mahkûmlar.
“Yemekten sonra küçük bir istirahat ve ardından çalışma kampanası! Bütün mahkûmlar dağıldı. Kimi toprağa, kimi zeytin ağacına, kimi balığa, kimi marangozhaneye, kimi demirhaneye… Demirhanede her türlü şey yapılıyor; baltalar, kazmalar… Yalnız bir tek şey yapılmıyor: Kelepçe!
Adada bir tek zincir yoktur ve tek bir kelepçe bulamazsınız. Hakikaten adada değil ama adaya gittiğimiz motorda bir kelepçe görmüştüm. Sonradan öğrendim ki, bu kelepçe o gece mahkûmların vereceği müsamere için lâzım olduğundan İstanbul’dan getirtilmişti.” ((Akşam gazetesi, 27 Eylül 1936, Pazar, Gazete Yayın no: 6446, Sene: 19, s. 4)
Hayli ilginç bir ayrıntıyı da söylemeden geçmek istemiyoruz. Yaptığımız araştırma yolculuğunda, İmralı Sosyal Sanatoryumu’nda sahnelenen ilk oyunun, Köy Enstitüleri’ne giden yolda, Eğitmen Kursları’nda sahnelenen ilk oyunla aynı olduğunu saptadık: Reşat Nuri Güntekin’in “İstiklâl” isimli oyunu!
Eski adı Maarif Vekâleti Mecmuası olan Kültür Bakanlığı Dergisi’nin, Sonkânun (*Ocak) 1937’de yayımlanan (20-1) numaralı sayısında, Mahmudiye Eğitmen Kursu’yla ilgili oldukça kapsamlı bir dosya yayımlanır. Eğitmen Kursu’nun güncesi niteliğindeki bu raporların içinde, konumuzu ilgilendiren bilgiler de vardır. Sahne sanatları ya da ön tiyatro çalışmaları kabul edebileceğimiz ilk girişimleri; “Eskişehir Çifteler Kursu Faaliyetine Ait Raporlar” başlığıyla yayımlanan bölümün, 18 Temmuz 1936 tarihli raporunda görürüz:
Çifteler Eğitmen Kursu faaliyetine ait raporların 6 Ekim 1936 tarihli bölümünde, köy halkına bir müsamere verildiği ve bu program kapsamında eğitmenlerin aktör olarak sahneye çıktıklarını görürüz. Hem de bir değil, iki değil, üç değil, küçük büyük dört oyunla birden!
“4 / 10 / 1936 akşamı köy halkına bir müsamere verildi. Müsamere bir köylünün evinin avlusunda kurduğumuz sahnede yapıldı. Programı şudur:
1- Halka birkaç söz (Talebe tarafından)
2- Manzume (Usta inşaat talebesi tarafından)
3- Türklük Manzumesi (Usta inşaat talebesi tarafından)
4- Çoban oyunu (Kurs talebeleri tarafından)
5- A. Kırat türküsü, B. Sepetçioğlu, C. Zeybek oyunu
6- Reşat Nuri’nin İstiklâl piyesi (Kurs ve inşaat talebeleri müştereken)
7- Zenci dansı ve Helvacı oyunu (Kurs talebesi tarafından)
8- Komedi (İnşaat talebeleri tarafından)
9- Alafranga güreş (İnşaat talebeleri tarafından)
10- Çuval yarışı (Kurs talebeleri tarafından)
Temsile gece saat yirmide başlandı. 23’e kadar devam olundu. Köylülerin hemen çoğu gelmişti. Bilhassa İstiklâl piyesi ve çuval oyunu muvaffakiyetle temsil edildi. İstiklâl piyesinde ihtiyar köylü rolünü alan Tunceli grubundan Yunus, adını söylememe hak kazanacak derecede istidat ve muvaffakiyet gösterdi. Onun konuşması, jestleri dinleyici ve duygulu seyircileri ağlattı.” (Kültür Bakanlığı Dergisi, Sonkânun (*Ocak) 1937, Sayı: 20-1, ss. 106-107)
Anlaşıldığı üzre; Köy Enstitüleri kültürünün temelini oluşturan Eğitmen Kursları’nda oynanmış ve kayıt altına alınmış ilk oyun, 4 Ekim 1936 gecesi sahnelenen Reşat Nuri Güntekin’in “İstiklâl” adlı tek perdelik oyunudur. “Çoban”, “Çuval oyunu” ya da sadece “Komedi” diye anılan çalışmalarsa hem belirgin değildir, hem de bazı puslu bilgiler içerdiği için “İstiklâl” adlı oyunun, Köy Enstitüleri kültürü tarihinin, sahne almış “ilk” oyunu olduğuna inanıyoruz.
İsterseniz bir de İmralı mahkûmlarının oynadığı “İstiklâl” oyununa dair notlarımıza bir göz atalım:
“Gece bize İstiklâl adlı güzel bir piyes temsil ettiler. Hep birden İstiklâl Marşı’nı söylediler. “Telefonun” adlı bir komedi daha oynadılar. Vekil bilhassa çocukların temsil kudretine hayran oldu. Temsil salonundan çıkarken sordu:
- Bu gördüklerimden çok memnunum, ya siz nasılsınız?
- Biz de çok memnunuz bakanım.
Emre isminde gayet güzel sesli bir genç bağlama çalarak vekile hapishane şarkıları okudu:
“Ey müstantik müstantik / Benim cezam kaç sene / Bir hayırsız yâr için idam dediler bana / Ben verem oldum, sararıp soldum / Mapustayım mapusta / Beni buradan alsınlar / Ayşe ile Fadime / Günlerimi saysınlar”
Asıl şaşkınlık, bin senelerdir hapislerde söylenegelen bir Anadolu türküsüne İmralı mahkûmlarının yaptığı düzenlemeden sonra gözlere hücum eden yaşlarla birlikte gelir:
“Akşam olur koğuşların kapıları kapanır / Kimimiz barbut oynar, kimimiz bitlenir” dendikten sonra, bütün mahkûmlar ve mahkûm babası Mutahhar Şerif, hep bir ağızdan türküye devam ederler:
“İmralı’da vardır güzel bir kuyu / Ne kumar vardır, ne tütün / Önce huzurla çalış, sonra vur kafayı, yat uyu!”
(Belki daha güçlü ve kalıcı izlenimler yaratır diye Köy Enstitüleri ve İmralı Sosyal Sanatoryumu’nda çekilmiş fotoğraflardan oluşan minicik bir albümü de yazımızın arasına serpiştirerek görüşlerinize sunuyoruz.)
(DEVAM EDECEK)