Beşeri dünyamız, hem uluslararası anlaşmalar hem de Anayasamız temelli kanunlarla düzenlenmiştir. Çoğumuz için günlük yaşantımızda kullanmadığımız kağıt üstünde kalmış sayılar haline gelmiştir. Çoğu e...
Beşeri dünyamız, hem uluslararası anlaşmalar hem de Anayasamız temelli kanunlarla düzenlenmiştir. Çoğumuz için günlük yaşantımızda kullanmadığımız kağıt üstünde kalmış sayılar haline gelmiştir. Çoğu eğitimli insan bile bunların birçoğundan haberdar olmadan ömrünü sürdürmekte, hayatın akışında hiç yolu kesişmeden, bu yasaların farkında olmadan yaşamaktadır. Öncelikle Anayasamız kurucu hükümleri arasında 56’ncı maddede tanımlı “Herkes sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir” ifadeleri yer alır. Bunu sağlama görevi devlete, devletin kurumlarına ve her bir vatandaşın bizzat kendisine verilmiş, hem hak hem de ödev olarak tanımlanmıştır. 2872 sayılı Çevre Kanunu, Anayasamız’a olduğu kadar Uluslararası anlaşmalara dayandırılmıştır.
Bununla beraber, günümüzü, geleceğimizi, özvarlıklarımız olan coğrafyamız değerlerini korumak amaçlı kanunlarımız bulunur. 3621 sayılı Kıyı Kanunu, ülkemiz toprakları bakımından hayati önem arz eden üç yanımızdaki denizlere açılan sahillerimizi, iç denizimiz Marmara kıyılarını, dere yataklarını, göl ve akarsuları korumak, onlardan halkımızın eşit oranda istifade edebilmesini sağlamak için yapılandırılmıştır. 6831 sayılı Orman Kanunu, toprağımızı, ağacımızı, habitatımızı ve doğal dengenin her bir unsurunu korumak ve gelecek nesillere aktarabilmek için tesis edilmiştir. 5403 sayılı Tarım Arazileri Koruma Kanunu, binlerce yıldır tarım coğrafyası olan, hatta yerleşik düzene geçen ilk insanlardan bu yana ekilip dikilen üretim yapılan bereketli topraklarımızda ilelebet üretebilir kılmak için kanunlaştırılmıştır. 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kanunu, sadece tarih miraslarımızı güvence altına almakla kalmamış, doğal alanları da korumak üzere yine hem Anayasamız’a hem de ülkemizin akitte imzası bulunan uluslararası, beynelmilel yasalara istinaden 1983 yılında şekillendirilmiştir.
Her ne kadar, sonradan tabiat varlıkları tanımlı alanlar Çevre Bakanlığı’na, tarih ile ilgili alanlar Turizm Bakanlığı sorumluluğuna bırakılmışsa da müşterek yasanın temeli 2863 olarak kalmıştır. Elbet ki bir de halkımızın giderek daha fazlasına ev sahipliği yapan şehirlerimizi kurduğumuz alanları yönetmek, sağlıklı şehirleşmek için yasalaştırılmış 3194 sayılı İmar Kanunumuz bulunmakta. Bu yasaları düzenleyen çok sayıda ve hiç bilmediğimiz hatta kullanmadığımız mevzuat hükmü var. Ne ailelerde ne de okullarda temel eğitim olarak verilmemiş, çoğumuzun hiç adını duymadan yaşayıp yine hiç kullanmadan aramızdan ayrıldığı kavramlar haline gelmiş. Çoğu kimsenin, bir yasa ile ancak onu çiğnemiş ve yakalanmış olursa tanıştığı anlaşılması zor bir gerçeklik olduğu doğrudur. Suç tanımlı ihlallerde “Öyle olduğunu bilmiyordum” demek, kişiyi cezai yaptırımdan muaf tutmadığı halde! Oysa tüm bu kanunlar, en başta mal ve can emniyetimiz, bugünümüz ve geleceğimiz için hayati önem taşıyor. Bugün ülkemiz yakın tarih olan son yüzyılda dünyada emsali görülmemiş felaketlerden birini yaşıyor. Bu felaketin bilançosu elbet ki çok yönlü incelenecek, belki de tam anlamıyla büyüklüğünü görmemiz yıllar alacak. Sosyoloji, psikoloji, ekonomi gibi çok alanda depremin yankıları, uzun yıllar bizleri sallamaya devam edecektir. Elbet ki güçlü bir toplum olan bizler, bir yürek olup yaralarımızı sarmayı başaracağız. Fakat öncelikle yaramızı sarmak için hastalığımızın teşhis ve tanısını ortaya koymamız, kaynağına bakmamız, tedavi olmaya gönüllü olmamız şarttır. Yukarıda saydığımız, çiğnemeyi alışkanlık edindiğimiz yasalara göz gezdirmekle başlamak, yasaları çiğneme alışkanlığını bırakmak, şimdi hiç olmadığı kadar önem arz ediyor!
Başak Yasemin Kumaş