Önceki yazımızda bahsettiğimiz üzere, hiçbir kanun düzenlemesi, daha büyük kurucu yasalara aykırı şekilde yapılamaz. 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 2018 yılında yürürlüğe konan geçici 16. maddesi kapsamındaki imar barışı da, kendinden önce var olan pek çok koruma yasalarına aykırı düşmüş, aykırı düştüğü alanlarda geçerliliğini yitirmişti. 2863 sayılı kültür ve tabiat varlıklarını koruma kanunu ve 5403 sayılı tarım arazileri koruma kanunu kapsamındaki korumaya alınmış alanlarda yapılmış kaçak yapıların yapı kayıt belgeleri de iptal edilmişti. Önceki yazılarımızda bahsettiğimiz 2014 yılında yürürlüğe konan Büyükşehir Yasası, büyükşehirlerin imar düzenlemelerinde Çevre Şehircilik Bakanlığı’na bağlı il müdürlüklerine de yetki vermiştir. Çevre Şehircilik Bakanlığı, öncesinde Bayındırlık ve İskan Bakanlığı olarak görev yapıyordu. Daha sonra 2003'de de Orman Bakanlığı ile birleştirilerek yerini Çevre ve Orman Bakanlığı'na bırakmıştır. 2011'de önce Çevre, Orman ve Şehircilik Bakanlığı oluşturulmuş, devam eden kanun ve mevzuat düzenlemelerine göre, Tarım ve Orman Bakanlığı sorumluluk alanları, çevre ve şehircilik yasalarından ayrılmıştı. 

KARARNAME

29 Ekim 2021 yılında güncellenen yeni tüm kanun maddeleri ile son halini almış, Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı tanımı ile son halini almıştır. 2011 yılında mevzuat hükümlerinde yapılan düzenlemeler neticesinde, 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma kanunu yetkilendirmeleri, Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Çevre ve Şehircilik Bakanlığı arasında tanzim edilmişti. Kültür varlıkları, tarihi alanlar Kültür ve turizm Bakanlığı’na bağlı yüksek kurul ve bölge kurullarına bırakılmış, yine 2863 sayılı yasa tarafından korunan doğal sit kapsamındaki koruma alanları ise Çevre ve Şehircilik Bakanlığı nezdindeki Tabiat Varlıkları Koruma Bölge kurullarının sorumluluğuna geçmiştir. 5403 sayılı yasa kapsamında kalan pek çok tarım ve orman alanı da yine çevre kurullarının yetki alanları ile örtüşmekte Doğal Sit alanları dahilinde yer almaktadır. Bu nedenle büyükşehir, il ve ilçe belediyeleri, mücavir alanları içinde kalan pek çok tarımsal ve doğal bölgenin korunmasında ve düzenlenmesinde, diğer pek çok bakanlıkla ve bakanlıkların ilgili birimleri ile birlikte çalışmak durumunda kalmıştır. Köylerde, şehirlerde, mahallelerde, kırsal alanlarda yaşayan insanlar, bir hukukçunun veya kamu bürokratının dahi takibini yapmakta güçlük çekeceği bu kadar geniş kapsamlı yasal düzenlemeyi bilmesi, günden güne oluşan değişiklikleri takip edebilmesi, çevrenin hakkına ve hukukuna vakıf olabilmesi düşünülemez. Yine de, kültür seviyesi yüksek bölgelerde, iyi eğitimli, bilgili insanların, çevre bilinci oluşmasında öncü olması, koruma ilkeleri ve koruma yöntemlerini aşılaması gereklidir. Sürekli devinim halindeki binlerce yasa ve alt bentleri oluşturan mevzuatlara hiç kimsenin tümden hakim olması beklenemez. Bilgi paylaşıldıkça işlevseldir. Çevreyi korumanın aslında çok basit algıları benimsemek ve yanlış olana tepki vermek olduğunu öğrenmemiz gerekir. Doğal bir alana, kepçe sokmak, toprak zemini beton ile kaplamak, tarım yapılabilir bir arazinin büyük bölümünü beton zeminle örterek tarım vasfını yok etmek, ağaç kesmek, ağaçlık bir alanı betonlu bir alana çevirmek çevre suçudur.  Doğal bir bölgenin tüm doğasını yok edecek derecede topoğrafyasını ve ekosistemini yok edecek ölçüde yapılaşmasına göz yummak çevre katliamıdır. Bu gibi durumlarda çevre refleksinin toplum tarafından devreye sokulması şarttır.