Eko-kırım suçlarının tanımlanarak bu suçlarda bulunan devletler ve şirketler için yargılama ve yaptırım süreçlerini tayin edecek bir mahkemenin kurulmasını ve uluslararası yargı/yaptırım mekanizmaları...
Eko-kırım suçlarının tanımlanarak bu suçlarda bulunan devletler ve şirketler için yargılama ve yaptırım süreçlerini tayin edecek bir mahkemenin kurulmasını ve uluslararası yargı/yaptırım mekanizmaları oluşturulmasını, bunun için uluslararası koalisyonun anayasası niteliğinde olan bir ‘Ekoloji Hakları Sözleşmesi’ hazırlanmasının savunuculuğunu yapmalı; eko-kırım suçlarını hafızalaştırılmalı ve bu suçlara karşı mücadeleyi uluslararasılaştırmalıyız.
- Her yerel mücadelenin uluslararası dayanışma ağlarınca desteklenmesini sağlamalıyız.
- Tüm dünyada eş-zamanlı eylem ve etkinlikler için strateji geliştirip dünya eylem takvimi oluşturmalıyız.
- Yaban hayatı koruma ve geliştirme alanları ile en önemli karbon yutak alanları olan ormanların tümünün devletler ile şirketlerin enerji ve maden projelerinden korunması için birlikte mücadele etmeliyiz.
- İklim krizinden en çok etkilenen kadınların, yaşlıların, çocukların, gençlerin, engellilerin, yerli hakların ve yoksulların desteklendiği, tüm dezavantajlı grupların temel hak ve ihtiyaçlarını da dile getiren bir mücadele hattı geliştirmeliyiz.
- İklim krizi ya da savaş kaynaklı yaşanan/yaşanabilecek olan göçler için göçmen/mülteci/sığınmacılara yönelik yaşam hakkı da dahil olmak üzere tüm hak gasplarına karşı sınır güvenlik politikalarına karşı politikalar üretmeli, göçmen düşmanlığına karşı çalışmalar yürütmeliyiz.
- İklim değişikliğinin önemli nedenlerinden biri olan kapitalist kentleşmeye ve megakent planlamalarına karşı politikalar geliştirmeli; “yeşil/akıllı binalar” adına yeni “kentsel dönüşüm” furyasına karşı uyanık olmalı; konut sorununun kar ve rant odaklı çözümlerine karşı mücadele etmeliyiz.
- Endüstriyel tarım politikalarına karşı sömürü ve kar döngüsünü ortadan kaldıran gıda egemenliği ile birlikte hayvan özgürlüğünü gözeterek agroekolojik üretimi destekleyerek yaygınlaştırmalı; sadece tarım değil tüm alanlarda endüstriyalizmi sorunlaştırıp alternatif geliştirmek için mücadele etmeliyiz.
- Suyun ticarileştirildiği tüm projelere karşı çıkmalı; yeraltı ve yerüstü sularının kirletilmesine engel olmalıyız.
- Doğalgaz arama, boru hattı ve tesis inşaatları, termik santral yatırımları, Türkiye’de iktidarın yapmak istediği Kanal İstanbul Projesi gibi mega inşaat projeleri başta olmak üzere yeni fosil ve eko-kırım projelerini durdurmak için işbirliği yapmalıyız.
TÜRKİYE NE DURUMDA?
COP26 Türkiye Koalisyonu olarak, Türkiye’nin iklim krizinden en çok etkilenen (bundan sonra da etkilenecek olan) bölgelerden birinde yer aldığını biliyoruz. Bu gerçekliğe rağmen, hükümet, Paris Anlaşması’na taraf olmak için verdiği “Ulusal katkı beyanı”nda azaltmak bir yana 2030’da 2012’nin iki katından fazla karbon emisyonu yapma “sözü verdi”. Ayrıca bu anlaşmaya taraf olan hiçbir ülkenin bugüne kadar sözünü tutmadığını biliyoruz.
Bu durum, “Halkların İklim Taahhüdü”nü gerçek kılmaya ne kadar mecbur olduğumuzu bir kez daha bize hatırlattı.
Madencilik faaliyetleri, Türkiye’de tüm bölgeleri kapsayacak şekilde çoğalıyor. Buralar, yerli ya da uluslararası sermayenin yatırım alanları olarak görülüyor, tarım arazileri imara açılıyor, yeraltı ve yerüstü sularının ve canlı yaşamının üzerindeki etkileri dikkate alınmıyor.
Göller ve nehirler kuruyor, henüz kurumamış olanlar da inşaat projelerinin tehditleriyle karşı karşıya. 2021 yılında Türkiye’de ortaya çıkan yangınlar, uzun zamandır süren kuraklık ve seller, iklim krizine karşı verilecek mücadele için yarının çok geç olacağını yakıcı bir şekilde bize söylüyor.
‘Yenilenebilir’ adı altında enerji yatırımları, tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de artıyor. Kuş göç yolları, tarım arazileri, ormanlık alanlar, köyler bu JES, RES ve GES “yenilenebilir enerji” yatırımlarının tehdidi altında. Bu enerji akışının ekonomisi de yeni rant alanları yaratıyor.
Mevcut termik santraller faaliyetlerine devam ederken yeni fosil yakıt yatırımları yapılıyor; bir yandan Akkuyu Nükleer Santrali inşaatı devam ediyorken kabul edilen yasalarla Türkiye’nin nükleer çöplüğe dönüşmesinin temelleri atılmış durumda. Sinop’ta yapılması planlanan ikinci bir nükleer santral planı için şimdiden ormansızlaştırma yapıldı bile.
Yüzyıldır egemenlik ve savaş bölgesi olagelen Ortadoğu’da ve Akdeniz havzasında devletlerin savaş ve savunma yatırımları, suyun savaş aracı gibi silah olarak kullanılması, fosil yakıt boru hatları vb. hem halkları hem de ekosistemleri yok etti, etmeye de devam ediyor. Savaşlar ve iklim krizi nedeniyle göçler sürüyor. Göçmenlere yönelik yaşam hakkını yok eden hukuksuzluklarsa ortak geleceğimizi tehdit ederek derinleşip kalıcılşıyor.
NE YAPACAĞIZ?
COP26 Türkiye Koalisyonu -tıpkı uluslararası COP 26 Koalisyonu ve Halkların İklim Anlaşması Hareketi gibi- çeşitli düşünce ve yönelime sahip insanlardan, kurumlardan ve inisiyatiflerden oluşuyor.
“İklim Adaleti İçin Halkların Zirvesi”ne katılmak üzere Türkiye’de bir araya gelenler olarak, COP26 Türkiye Koalisyonu’nu, farklılıklarımızı yadsımadan ortak paydalarımız üzerinden birlikte mücadele yürütecek bir ağ imkanı olarak görüyoruz.
COP26 Türkiye Koalisyonu olarak deneyimlerimizden hareketle ekoloji özelinde mücadele eden öznelerin büyük bir potansiyel taşıdığına inanıyoruz. Mücadelemizi ortaklaştırarak kazanımlarımızı çoğaltmak için Türkiye’de yapacaklarımızı şöyle sıralayabiliriz:
- Türkiye’deki bütün ana sektörlerin, altyapıların ve mega projelerin envanteri ile işe başlamak; ülkede gerçekleşen tüm eko-kırımın envanterlerini oluşturmak
- Yerel yönetimlerin kent politikalarını ekolojik yaklaşımla hayata geçirmeleri için baskı araçları geliştirmek, sonuç almak için takip etmek
- Yerel yönetimlerin seçimle belirlenen yöneticilerinin yerine gelen atanmış kayyumlar döneminde yapılan eko-kırımların kayıt altına alınmasını sağlamak
- Kömürlü termik santrallerin kapatılmasına ve yenilerini engellemeye yönelik çalışmaları hızlandırmak
- Kanal İstanbul gibi mega yıkıcı projeleri durdurmaya yönelik çalışmalarına hız vermek
- Doğa talanını hızlandıran savaş stratejilerine karşı barış taleplerinin sesini yükseltmek amacıyla emek, ekoloji, kadın ve diğer toplumsal hareketlerle birlikte yaşamı savunmak için ortak eylemlilikler örgütlemek
- 2022 devlet bütçesi için yapılan görüşmelerde ekolojik tahribatı doğuracak ve iklim krizini daha da artıracak savaş, maden vb. yatırımları engellemek için mücadele etmek
- Akkuyu Nükleer Santrali’nin, nükleer çöplük yatırımlarının ve Sinop’ta açılması planlanan yeni santralin durdurulması için etkin çalışmalar yapmak
- Ortadoğu özelinde iklim krizi mücadelesini büyütmek ve ortaklaştırmak için mücadele etmek
İklim kriziyle mücadelede iklim adaletinin ancak krizin gerçek mağdurlarının birleşik mücadelesiyle sağlanabileceğine inanıyor; bu inancımızın rehberliğinde yan yana gelip birbirimizi duyarak çalışmalarımızı sürdürüyoruz.
İklimi değil, sistemi değiştirmek için halkların öz gücüne güveniyoruz; gezegenimizin ortak geleceğine inanıyoruz.
THUNBERG’İN MEKTUBU
Çocuk yaşında iklim mücadelesinin sembolü haline gelen İsveçli Greta Thunberg, Glasgow İklim Zirvesi öncesinde yazdığı bir mektupla sorumlu hükümetleri suçluyor, daha geç olmadan harekete geçmeleri gereğini bir defa daha hatırlatıyor.
Greta Thunberg, bunun bir alarm sayılması gerekirken hiçbir karşılık bulmadığını, ekoloji ve iklim krizinin inkâr edildiğini söylüyor. “Gezegeni kurtarmak istiyoruz ama sürdürülemez yaşam tarzını değiştirmeye yanaşmıyoruz. CO2 emisyonunun acilen ve radikal olarak azaltılması gerekiyor, kısa vadede sorunun üstesinden gelecek teknolojik bir çözüm de mümkün olmadığına göre, toplumu radikal olarak değiştirmekten başka çare yok,” diyor…
Aslında durum kötüleşmeye devam ediyor. Yapılan tahminlere göre, 2021’in ikinci en yüksek emisyon yılı olacağı ve gaz emisyonunun 2030’a kadar, 2010 yılına göre %16 artacağı belirtiliyor. Durum çok vahim; tüm ülkeler vaat ettiklerini yapsalar bile, XXI’inci yüzyılın sonuna kadar sıcaklık 2,7 derece yükselecek… 2030’a kadar fosil yakıt üretimi ikiye katlanacak ki bu, atmosfer ısısını 1.5 derecenin altında tutma hedefinin iki katı… Bu da sistemi değiştirmeden hedefe ulaşmak imkânsız demek… (BİTTİ)