Kendinizi hiç savaştan yeni çıkmış, yara bere almış ama hayatta kaldığınıza sevinmiş gibi hissettiğiniz oldu mu? Cevabınız evetse, doğru yazıdasınız demektir.  Bazen, siz ne kadar iyi olursanız olun, bulunduğunuz ortam ya da insanlar size ait olmayabilir. O ortam sizi bir şekilde içine çekmez, orayla bütünleşemezsiniz ve sanki bir elbisenin üstüne yama yapılmış gibi, oradan farklı olduğunuz belli olur. Ne siz, orayla bütünleşebilirsiniz, ne de oradaki insanlar sizi kabullenebilir. Bu tarz ortamdan uzaklaşınca işte, savaştan yara bere içinde çıkmış ama hayatta kaldığınıza sevinmiş gibi olursunuz. 

Fakat bilinmelidir ki, insan ömrü sevmediği şeyi idare edemeyecek ve hayatını buna adamaya gerektirmeyecek kadar kısadır. Dünyaya bir kere geliyoruz, yani, bir tane hayatımız var. O bir tane hayatı da aidiyetimizin olmadığı bir ortama harcamak ve emek vermek, bizim hayatımızdan, kişiliğimizden ve iç huzurumuzdan çok şey götürür. 

Gerek var mı böyle bir şeye? Sevmediğimiz bir insanla vaktimizi boşa harcamaya ya da sevilmediğimiz bir ortama emek verip sonra kıymetimizin olmadığını anlayınca değersizlik hissi yaşamaya?

Bence gerek yok. Bazen insan mecburiyetten durumu idare etmek zorunda da kalır. Bunlar istisnai durumlardır ve kısa süreli olduğu sürece sorun yoktur. Fakat uzun süreli olursa içimizde huzurumuz için inşa ettiğimiz kalelerimiz teker teker çökmeye başlar ve biz, mutsuzluk içinde yaşamımıza devam etmek zorunda kalırız. 

Öyle kötü bir histir ki bu, etrafımızda mutlu olan insanlara bakıp imrenir, iç çekeriz. Neden onlar gibi mutlu olmadığımızı düşünür, hatayı kendimizde arar, sürekli kendimizi suçlarız. 

Oysaki belki de hata bizde değildir. Sadece doğru yerde değilizdir. Unutmayalım ki, her bitki, kendisine uygun olan iklimde çiçek açar. Belki de bizim için doğru iklim koşulları henüz oluşmamıştır, kat etmemiz gereken yollar vardır. 

Huzur, dinginlik, gönül rahatlığı… adına ne derseniz deyin. İnsana bir sakinlik, mutluluk, dinçlik verdiği kesindir. Bir insana hayatındaki en mutlu günün ne olduğunu sorarsanız eğer, size iç huzurunun doruk noktasına ulaştığı, yaşamaktan keyif aldığı günleri sayacaktır. Huzur, adeta insanı efsunlar, zamanı durdurur. Zaman, kendinizi huzurlu hissettiğiniz anın içine hapsolur. 

Huzurlu günler yaşamak söylenildiğinin aksine o kadar da zor değildir. Ait olmadığınız ortamlardan uzaklaşınca huzuru yakaladığınızı fark edersiniz. Adeta nefes aldığınızı hissedersiniz. Nefes almak, yaşamakla eş değerdir. Nefes alamayacağımız ortamlarda durmamamız gerekir. 

Vazgeçmeyi bilmek, burada devreye girer. Tabi ki, doğru zamanda, doğru noktada, doğru insandan, doğru ortamdan vazgeçmeyi bilmek… Bir durumu, nesneyi, bir insanı hayatımızda sonsuza dek tutmayı istemek her zaman doğru olmayabilir. Eğer iç huzurumuzu bozuyorsa bir insan, bir ortam, ya da verdiğimiz bir karar, ondan vazgeçmek, hayatımızda huzurlu günlerin başlangıcı olacaktır.