Türkiye, Selçuk'tan gelen 5 kardeşinin trajik ölümüyle derin bir üzüntüye boğuldu. Yalnızca 1, 2, 3, 4 ve 5 yaşlarındaki bu masum insanların alevler içinde yaşama veda edişi, akıllara ağır sorular getirdi. Bu vahşetin sorumlusu kim?
Devlet mi? Yerel yönetimler mi? Yoksa komşular mı? Çocuklarını koruyamayan aile mi?
Bu bilgileri, sorumlu aramadan çok kendimize birer uyarı olarak sormamalıyız. Hepimiz suçluyuz, çünkü bir toplumsal olarak bir çocuk, hele ki beş çocuğun korunmasız, gözetimsiz bir şekilde yaşamasına izin verdik.
Olayın özeti kadar basit: Baba hırsızlık suçundan cezaevinde. Anne, hayatını çöp toplayarak kazanmaya çalışıyor. Yoksulluk sarmalında kaybolmuş, kendi ayakları üzerinde durmayı sağlayamayacak bir durumda kalıyordu. Beş küçük çocuk, devrilen bir elektrik sobasının kurbanı oldu. Çocukların evde yalnız kalmaması için, yerel yönetimlerin, komşuların ve tüm toplulukların katılımı gerekmedi mi?
Bu olay, Anayasa'nın bize yüklediği “Sosyal Devlet” ilkesini yeniden düşünmemizi gerektirmez. Sosyal devlet, yalnızca kâğıt üzerinde mi kalmalı? Devlet, yalnızca suçlu ya da mağdur olarak var olduklarında bir alan yapılmamalıdır; aksine, onları her türlü olumsuzluğa karşı bir yapı sunmalı.
ÇÖZÜM NEREDE?
Yoksulluk, yalnızca ekonomik bir sorun değil, aynı zamanda sosyal bir risk unsurudur. Bu çocuklar, devlet himayesi altına alındı mı? Görünüşe göre, ailenin özel koşulları ve annenin izin vermemesi gibi sebepler buna engel olmuş. Ancak annenin kararlarına bağlı olarak çocukların güvenliği esas alınmalıydı. Bu durumda durum ve sosyal hizmetler birimleri, onların koruması daha aktif bir şekilde üstlenebilirdi.
Bir ülkenin komşuları, muhtarı, belediye başkanı, kaymakam ve sosyal hizmetler gibi kişilerin insanların güvenliğinden sorumludur. Bu sorumluluğun yalnızca yasal olarak değil, vicdani bir beyan olarak da görülmesi gerekir.
Bu acıyı kaybettikten sonra yalnızca ders çıkarabiliriz. Hem devlet olarak hem toplum olarak zayıflamış, korunmaz insanların varlığına daha kapsamlı bakmalıyız. Yoksulluk içinde büyüyen çocukların eğitim, sağlık ve güvenlik gibi temel hizmetleri sağlanmalı. Gözümüzü kapattığımız her çocuk, gelecekte benzer bir yaşamanın kurbanı olabilir.
Hepimizin suçluyuz. Ama aynı zamanda bu acının ardından bir değişim yaratma gücü de mevcuttur. Sosyal devleti, tamamen kâğıdın üzerinde değil, yaşam alanını hayatta geçirmeli ve bundan böyle benzerlerin yaşamasına izin vermemeliyiz. Bu olay, tüm toplumun bir uyanış çağıdır; çünkü yalnızca beş çocuk değil, bir toplum olarak hepimiz ateşin içinde gömdü.
"İÇKİ ÖLDÜRÜR, KUMAR SÖNDÜRÜR"
Son yıllarda yasa dışı bahis ve kumar, özellikle gençler ve toplumun hassas kesimleri üzerinde ciddi tehlikeler yaratıyor. “İçki öldürür, kumar söndürür” sözü, alkolün sağlık üzerindeki yıkıcı etkisi kadar, kumarın da kişisel ve toplumsal hayat üzerinde derin yaralar açabileceğini ifade ediyor. Kumar alışkanlığı, sadece kişilerin maddi varlıklarını değil, mevcut, sosyal statülerini ve ruhsal dengelerini de zedeler.
Ünlü sanatçı Serdar Ortaç, kumarla ilgili üzüntülerini dile getirmiş ve bu alışkanlıkların değişiminin nasıl olumsuz etkileri anlatmıştır. Mehmet Ali gibi ünlü isimlerin hayatlarının farklı değişkenlik gösterebildiği bu tip kategorilerden zarar görebildiği biliniyor. Ünlülerin yaşadıkları bu zorluklar, kumarın yaşadığı yerlerde daha ortaya çıkmakta ve bu gibi ortaya çıkanların zararlı oldukları gözlenmektedir.