Elçin Sevgi Suçin, “51. Bölge” adlı şiir kitabında günümüz dünyasının savaşlarına, acılarına, özlemlerine ve zorluklara karşı mücadelesine dair soluğu güçlü dizelerle okuyucuya sesleniyor
Elçin Sevgi Suçin’in Everest Yayınları’ndan çıkan “51. Bölge” kitabı imge ve simge birlikteliğinin çarpıcı bir çalışması. İktidarı sorgulayan, savaşların yıkıcılığına işaret eden, insanlığın çaresizliğini ama bir o kadar da umudu anlatan şiirlerden oluşuyor. “Hayat” şiirinde okuyucuya “buğulanmış camda kuş resmi/üfledim geçti hayat/hepsi bu hepsi bu” dizeleriyle seslenen şairle kitabını, şiirini ve şiirinin günümüz dünyasının keşmekeşliğine dair konuştuk. Suçin, “Kapının önünde iseniz o uzak ülkeyi bilmekten mahrumsunuz. Kapının ardına geçtiğinizde bilme ihtimaliniz var fakat bu sefer de bildiğinizi, bildirme ihtimaliniz ortadan kalkıyor. Tanıklık edilmeyen bir bilginin varlığı ise müphemdir” diyor.
-Kitaba ad olan şiirinizde "iktidar her yerde tek kişilik" diyorsunuz. Dörtlüğün sonunda ise "zayıf her yerde iki kere" dizesi var. Zayıfla güçlüyü değil de iktidar kavramını aynı şiirde bağlamanız dikkatimi çekti. Neler söylersiniz?
Bütün iktidarlar, zayıflıklar üzerine kuruludur. Burada kastedilen demokratik sistemler üzerine kurulu, her bireye eşit uzaklıkta, adaleti tesis eden ve sürekliliğini sağlayan iktidar değildir. Kastedilen iktidarı dar bir zümreye hasreden ve o dar zümrenin çıkarları için geri kalanı yok sayan, yok etmekten çekinmeyen ve bu adaletsizliği, zulmü sürekli kılan iktidarlardır. Fakat iktidarlar yalnızca devletler düzeyinde değil daha küçük topluluklar, bireyler düzeyinde de kurulabilmektedir. Bu tür iktidarlaşmalar küçük yerleşim birimleri, toplum içi çeşitli örgütleşmeler, sülale, aile hatta arkadaşlık düzeyinde kurulabilmektedir. Dolayısıyla iktidar kavramı negatif anlamda güçlü ile özdeşleştirilmiş ve bu negatiflikten kaynaklanan zulme ve sürekliliğine dikkat çekilmiştir.
-Aynı şiirde "kavalın incinmesi bundan" dizesinden önce masala atıfta bulunduğunu düşündüğüm bir dörtlük var. Kavalın incinmesini oradan kopuk tek başına bir dize olarak almanızın nedeni nedir?
Tek başına alınmasının nedeni önceki dörtlükte açık edilen anlamın, yaşamın daha geniş alanlarına yaygın olduğunu vurgulamak. Çünkü genel olarak dünyada özel olarak Doğu toplumlarında bireylerin, en çok da kadınların kendilerini ifade etmeleri, tebessümleri, kahkahaları kişinin o anki ruh halinin, hislerinin bir yansıması olduğunun kabul edilmesi yerine başka mesajlar verdiği şeklinde yanlış ve aşırı yorumlanması sakatlığı var. Bu yanlış ve aşırı yorumlama, çoğu zaman bireylere uygunsuz davranışlar ve beklentiler şeklinde yöneltilebiliyor ve birey bundan zarar görebiliyor. Kavalın temsil ettiği bireyin çarpıtılarak algılanan davranışlarının, tepkilerinin asıl hali yani masum ve saf halidir. Birey bir şeye sevinmiş ya da eğlenceli bulmuş tebessüm etmiş ya da gülmüştür. Bunun başka bir açılımı yoktur. Yani bu tebessüm yahut gülüş ne bir başkasının ilgisine davettir ne de karşıdakine bir beğenidir. Fakat pek çokları tıpkı masaldaki kaval sesinin peşine düşen fareler gibi bireylerin günlük, sıradan tepkilerinin peşine düşmekte ve hem bireyin hem de kendilerinin uçuruma sürüklenmelerine neden olabilmektedirler.
HİÇLEŞEN VAROLUŞ EVRENİ
-"Bulimia" şiirinde "ileri tarihli işlemler menüsünü" işaretlerle şiire aktarmışsınız. İşaretlerin şifresini çözemedim. Şiirin sözünü işaretle söyletmek ilginç bir tarz. Anlaşılması adına ipucu verir misiniz?
Oradaki işaretler şiir boyunca gösterilen bazı anlamsızlıkları, insanların olaylar karşısında gösterdikleri tutarsızlıkları, acıya karşı duyarsızlıklarını fakat her düzeyde tüketmeye karşı gösterdikleri fütursuzca iştahlarını pekiştirmek için rastgele seçilmiş işaretlerdir. Bireysel, toplumsal, yönetsel ve uluslararası düzeyde çıkar/çıkarlar girdabı çerçevesinde şekillenen, şekillendirilen olaylara, ölümlere, haksızlıklara, zulümlere ve her şeyin eni sonu “hiç”leştiği bir varoluş evreninde bütün bunların anlamsızlığını simgeler.
YERYÜZÜ TAMLAMASI
-Aynı şiirdeki "dehşet ormanı" tamlamanız çarpıcı. Önceki şiirlerinize bakarak soracak olursak, bu sizin yeryüzü-dünya tamlamanız mı?
Evet, çok doğru bir tespit. Bizler yani insanlar bugünün dünyasında oldukça ileri düzey teknolojilere sahibiz ve yeryüzü dışındaki gezegenler, uzay hakkındaki bilgimiz hâlâ çok sınırlı ve büyük oranda çıkarımlardan ibaret. Başka bir gezegende yaşam olması olasılığı bile koca uzayda yalnız olan insana iyi geliyor. İnsanın anlam arayışının yeryüzünde çeşitli tezahürleri var. Mistisizm, mitoloji, din insanın burada olmasının ve varlığına bir anlam aramasının farklı düzeyde sonuçları. Yine de tüm kanıtlarıyla varoluş ve bozuluşu açıklayamıyor. Evet, varsayımlarımız/çıkarımlarımız var fakat apaçık kanıtlarımız yok. Böyle olunca da şiirsel düzeyde sormak, sorgulamak kaçınılmaz oluyor. Yıldızlara bakmayı sürdürüyoruz.
-"Yaz uzak ülke" şiirinizde köşeli paranteze aldığınız "o uzak ülkeye" dizesi şiirin adı olmasına rağmen farklı bir muamele görmüş. Bir dizeyi daha bu şekilde tercih etmişsiniz. Bu sözler bize köşeli parantez içinde bir şeyler söylüyor. Merak ediyoruz!
Bakır kapılar ardındaki o uzak ülke! Yine mistik bir sınırdan geçilerek varılan, varıldığında ise geri dönülmeyen bir ülkeye işaret ediyor. Kapının önünde iseniz o uzak ülkeyi bilmekten mahrumsunuz. Kapının ardına geçtiğinizde bilme ihtimaliniz var fakat bu sefer de bildiğinizi, bildirme ihtimaliniz ortadan kalkıyor. Tanıklık edilmeyen bir bilginin varlığı ise müphemdir. Belki de bu çift bilinmezlik halini vurguluyordur o köşeli parantezler. Varlığı bilinen ama kapıları açılamayan bir ülkeyi.
BİLGELİĞİN ŞÖVALYESİ
-"Yenik şövalye" bence özel bir şiir. Don Kişot ve onun eylemsel varlığı çokça dolaştı durdu metinlerde ama "değirmenciye selam söyleyin ben savaşı bıraktım" diye biteni okumadım. Bir şövalyenin vazgeçişinin umutsuzluğa dair tutum olacağını düşünüyorum. Şövalye umuda daha fazla tutunamaz mıydı?
Elbette, şövalyelik içerdiği anlamlar itibariyle hareket halinde, akın halinde olanı; fethedeni, koruyanı temsil etmeye daha uygun. Don Kişot’da tam da bu nedenle defalarca saldırıyor zaten yel değirmenlerine fakat her seferinde yere seriliyor. Sisifos’un başka bir hali. Taş her seferinde geriye yuvarlanıyor. Her ikisi de bize insanın bu dünyadaki yapıp etmelerini ve en nihayetinde ölüme yenik düşerek yapıp ettiği her şeyi geride bırakması gerçeğini gösteriyor. Yani anlamsızlığı, “hiç”liği. Burada şair, bu bilgiye sahip olmanın yorgunluğunu ve bilgeliğini taşıyor. “değirmenciye selam söyleyin ben savaşı bıraktım” dizesi, bu bilgelik ve kabullenmişlik halinin sonucu.
YAŞADIĞIMIZ COĞRAFYAYA BAKIN!
-Şiirlerinizde acı, kan gibi ifadeler epeyce fazla. Son bölümde "sevgili" seslenişi artıyor. Sayfalar arası yoğun bir ruh hali değişkenliği görüyorum. Bu bir soru değilse de yorumum hakkında bir şey söylemek ister misiniz?
İnsan, derim. Yaşadığımız coğrafyaya bakın. Her şey iç içe. Savaş, barış, acı, aşk, ayrılık, sevgi, nefret. Dünyanın genelinde de bu böyle fakat bizim coğrafyamızda kesintisiz bir hal bu. Düşünün bir ülke başka bir ülkenin halkını ince-uzun bir şeride kıstırmış, her gün öldürüyor. Bizler ve dünyanın geri kalanındaki sıradan insanlar ne yapıyor? Görüyoruz, kızıyoruz, yazıyoruz, söylüyoruz ya da söyleniyoruz ama günlük hayatımıza devam ediyoruz. Çalışmaktan, kazanmaktan, sevmekten, nefret etmekten, mutlu olmaktan, üzülmekten vazgeçmiyoruz. Adalet sağlaması gereken büyük, örgütlü güçler ise hiçbir şey yapmayarak ya da cılız kınama laflarıyla kendi çıkarlarının sunağında bu insanları kurban etmeye devam ediyorlar. Sokaklar da böyle. Aynı sokakta her gün her duyguyu ve eylemi görebilirsiniz. Şiiri de yazan insan. Rengini, duygusunu insandan alıyor.
-Kitabın "sır" şiiriyle bitmesi anlamlı. Bu okuduklarımız da bir sırrı söylüyorsa bize... Yani şiirle sırrı anlatmak en zor yol değil midir?
“sır sevgilinin dilinde/ ilikli kaldı…” diyor son iki dize. Yani şiir de sırrı açık edememiştir. Varoluş ve bozuluşun muamma hali sürmektedir. Şair, en güzel kelimelerin kanını dökmüş fakat sırra erişememiştir. Sevgili, tasavvufi olarak kullanılmıştır burada ve sırdır. Sır ise sır olanda gizlidir.
Elçin Sevgi Suçin, 51. Bölge, Everest Yayınları, 2024