Altın madenciliği, arama için yapılan sondajlardan maden işletmesinin kapatılması sonrasındaki sürece kadar her aşamada doğaya ve insan yaşamına ağır yıkımlar vermektedir.
13 Şubat 2024 tarihinde İliç’te yığın liçin kayması sonucu 9 işçinin ölümüne yol açan katliam ve yığın liçin içerisinde siyanürle birlikte ağır metaller bulunduran çözeltinin Fırat Nehri’ne karışmasıyla oluşacak ekokırım, altın madenciliğin ne kadar tehlikeli ve yaşam için ne büyük bir tehdit olduğunu bir defa daha ülke gündemine getirdi.
Bursa’nın İnegöl ilçesinin Eymür, Sülüklügöl, Kurşunlu, Süpürtü, Babaoğlu, Küçükyenice mahallelerini etkileyecek altın madenine karşı Doğader’in organize ettiği, 30.06.2024 tarihinde bölge halkı tarafından yapılan basın açıklamasında ,
“Öncelikle sizlere bu bölgede yapılanların tarihçesini anlatmak isterim.
Bizlerinde her zaman değerli gördüğü ülkemizin önemli kurumlarından MTA tarafından, 70'li yıllarda 2 ayrı araştırma ve sonrasında 89 ve 90 yıllarında kapsamlı bir araştırma daha yapılıyor. Son olarakta 3 buçuk yıl önce bir çalışma yapıldı ve bugün yine ormanlarımızda araştırma yapılmaya devam ediliyor.
Ancak bizler, alanın köyümüze yakınlığı sebebiyle her zaman ihtiyaç duyduğumuz ormanlarımızı ve de verimli topraklarımızı korumak için her seferinde bu araştırmaların yapılmasına itiraz ettik.
İTİRAZA DEVAM
Yüzlerce yıldır bu bölgede yaşayan vatandaşlar olarak , geniş - verimli topraklara ve meralara sahip bu alanda, yaşamımızı sürdürebilmemiz ve çocuklarımızın geleceği için çiftçilik ve hayvancılık yapmaya devam etmek istiyoruz.
Toprağımıza suyumuza siyanür bulaşacak, zehir bulaşacak, bizler halkımıza Siyanürlü sebze - meyve üretmek ve yedirmek istemiyoruz.
Bizler halkımızın sağlığının, çıkartılmak istenen altından daha kıymetli olduğunun bilincindeyiz.
Yani kısacası sevgili dostlar, toprağimizin üstü altindan daha kıymetlidir...
Köyümüzde bu maden faaliyetleri iptal edilene kadar, çoluğumuzla - çocuğumuzla, gencimizle - yaşımızla, kadınımızla -erkeğimizle ve tabiki herzaman yanımızda olan siz değerli dostlarımızla, bu mücadeleyi kazanana kadar sürdüreceğimize söz veriyoruz....”
diyerek tepkilerini dile getirmişlerdir.
Altın madenciliğinin insan hayatına ve doğaya yıkıcı etkileri açıkça bilinirken, atıksu barajları etrafında ve civardaki yerleşim yerlerinde serbest hidrojen siyanür ölçümü yapılmaması, yapılsa bile halka bilgi verilmemesi, madende çalışan emekçilerin ‘yavaş şiddet/ölüme (19) maruz bırakıldıklarını göstermektedir. Yine maden işletmeleri yakınındaki meralarda hayvanlarını otlatan, tarlalarında tarım yapan köylülere siyanürün zararlarına yönelik bilgi verilmemektedir.
26 MİLYON TON
TÜİK’in maden işletmeleri atık istatistiklerine (3,4) göre 2018 yılında 11 milyon ton civarında olan tehlikeli atık miktarı 2020’de 26 milyon tona çıkmış, 2022’de ise 23 milyon tonun üzerinde olarak belirtilmiştir. 2018’den günümüze tehlikeli maden atıklarının 2 mislinden fazla artmış olması başlı başına açıklanması gereken endişe verici bir durumdur.
DOĞADAKİ YIKIM
Altın madenciliği, arama için yapılan sondajlardan maden işletmesinin kapatılması sonrasındaki sürece kadar her aşamada doğaya ve insan yaşamına ağır yıkımlar vermektedir.
Öncelikle proje alanı olmak üzere, geniş bir ruhsat alanı madeni işletecek firmanın kullanımına verilir: Çevresel Etki Değerlendirme sürecinde ‘ÇED olumlu’ kararı verilen proje alanlarının çoğu doğal ormanları, yaban hayatı koruma alanlarını, meraları, tarım alanlarını kapsamakta ve su havzalarının, insanların yaşam alanlarının çok yakınında madenciliğe izin verilmektedir.
Yığın liç yöntemi, düşük tenörlü altın rezervlerinde az ekipman gerektirdiği, ekonomik yönden düşük maliyetli olduğu ve kolay adapte edilebilirliği nedenleriyle tercih edilmekle birlikte siyanür kullanımı, yüksek su tüketimi, asit maden drenajı gibi ciddi tehditler ve riskler taşımaktadır. 5 gram altın elde etmek için 1 ton civarında toprak kazılır.
Siyanür liçi uygulanan altın ve gümüş zenginleştirme tesislerinde (dünyadaki tesislerin yüzde 80’inde siyanür liçi uygulanır) işlenen cevherin hemen hemen yüzde 99’u atık olarak çıkmakta ve bu atıklar genellikle önemli oranlarda siyanür içermektedir. Çünkü altın ve gümüş madenlerinde değerli mineral yüzdesi yüzde 0.1’den bile çok daha azdır.
Toprağın kazılması ve dinamitle patlatmalar sırasında çıkan tozlar etrafa yayılarak insanlarda akciğer kanseri, solunum yolu hastalıklarına neden olur. Tozlar ayrıca toprağı ve meraları kirleterek tarım ürünlerini ve otlanan hayvanları tehdit eder. Sadece toprağın kazılmasında değil, cevherin nakliyesi sırasında da yoğun toz oluşur. Açığa çıkan toz öncelikle madende çalışan işleri tehdit eder: çalışanların ciğerlerine yapışarak pnömokonyoz, silikozis ve kanser yapabilir.
Altın madeni tespit edilen toprak, işlenmek üzere bantlarla yığın liç alanına taşınır. Toprağa sızmaları önlemek için siyanür uygulanmadan önce toprağın üzeri jeomembran adı verilen bir izolasyon malzemesiyle kaplanır. Ancak ne kadar iyi izolasyon malzemesi kullanılırsa kullanılsın, uzun vadede toprağa sızma riskleri her zaman mevcuttur: tüm izolasyon malzemeleri belli oranda altlarına sızdırırlar. Altın madenciliğinde siyanürün ve ağır metallerin toprağa ve su varlıklarına karışması bazı durumlarda maden kapatıldıktan yıllar sonra fark edilebilir.
Yığın liçine siyanür uygulaması kontrollü yapılsa dahi yığın üzerine aşırı yağışların gelmesi sonucunda kontrolsüz akışlar ve taşmalar meydana gelebilmektedir. Bu taşmaların çevreye yayılma riski vardır. Yığın liçi işlemi bittiğinde ise siyanürle kirletilmiş atıklar olduğu gibi kalmakta, yığındaki siyanür konsantrasyonu düşük de olsa yağışlarla çevreye yayılma riski bulunmaktadır.
Altın ve gümüş liç yöntemi ile kazanıldıktan sonra, yığının içerisinde çeşitli ağır metalleri de içeren siyanürlü bir çözelti kalır. Zamanla ortamın pH’ı düştüğü için sodyum siyanür bozunur ve hidrojen siyanür oluşur. Son derece zehirli ve öldürücü bir gaz olan hidrojen siyanür (HCN) civarda yaşayan insanlarda kanser ve solunum yolu hastalıkları ile diğer canlı türlerinin doğrudan ölümlerine yol açan bir etkendir. siyanür içeren tüm atık su havuzları doğru yönetilmezse, insan, bitki ve hayvanlar için son derece tehlikelidir. Özellikle göçmen su kuşları siyanürlü havuzlardan su içmeye meyillidir ve bu nedenle binlerce su kuşunun öldüğü bilinmektedir.
Böyle kazaların yaşanmaması için siyanürlü havuzların üstü kuş topları ile kapatılmalıdır. Atık maden barajı, altın madenciliği prosesinin en riskli yerlerinden biridir: depremler, patlatmalar, su taşkınları sonrası barajın çökmesi, ağır metaller ve siyanür bulunduran atıksuların su varlıklarına ve toprağa karışmasına neden olarak çok geniş bir coğrafyada ekokırıma yol açabilir. yığın liçle altın madenciliği, bir yandan ‘cehennem çukuru’ olarak coğrafyayı distopik bir görüntü verecek şekilde tamamen değiştirerek ekosisteme geri adlandırılabilecek devasa çukurları, diğer yandan atık toprak tepeleri oluşturur ve dönüşü olmayan yıkımlar getirir. Maden işletmesi kapandıktan sonra bu şekilde bırakılan toksik tepeler zamanla toprağı ve suyu zehirlemeye, canlı yaşamını tehdit etmeye devam etmektedir.
Bölge bazında altın madenciliği
*Akdeniz Bölgesi: Adana, Osmaniye
* Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi: Ağrı, Ardahan, Bingöl, Elazığ, Erzincan, Erzurum, Hakkari, Malatya, Şırnak
* Ege Bölgesi: Balıkesir, Çanakkale İzmir, Kütahya, Manisa, Uşak
* İç Anadolu Bölgesi: Eskişehir, Kayseri, Kırşehir, Konya, Nevşehir, Niğde, Yozgat
* Karadeniz Bölgesi: Amasya, Artvin, Giresun, Gümüşhane, Ordu, Rize, Tokat, Trabzon
* Marmara ve Trakya Bölgesi: Bilecik, Bursa, Kırklareli
Coğrafi bölgelerden bir fikir vermesi amacıyla sadece Ege bölgesinden sadece İzmir İl’i ayrıntılı yazılmıştır. Diğer bölgelere ve illere ait ayrıntılar raporda mevcuttur.
Ege Bölgesi :
İzmir :
İzmir’de üç adet mevcut Altın İşletmesi, üç adet ÇED süreci devam eden Altın Madeni projesi vardır. Mevcut Altın İşletmeleri, Ovacık’ta Newmont- Koza, Dikili-Çukuralan’da Koza Altın İşletmeleri ve Efemçukuru’nda TÜPRAG tarafından işletilmektedir.
ÇED sürecinde olan 3 Altın Madeni projesi olup, her üç projenin sahibi de Koza Altın İşletmeleri’dir. Bunlardan;
*İkisi Dikili ilçesinde olup 04.06.2021 tarihli Çukuralan Altın Madeni İşletmesi 3. Kapasite Artırımı projesi hakkında “ÇED Olumlu” kararı verilmiştir, 23.06.2023 tarihli Altın-Gümüş Madeni Açık Ocak İşletmesi projesi ise “ÇED Süreci Başlayan” aşamasındadır.
* Ödemiş ilçesinde yer alan üçüncü proje ise 23.10.2023 tarihli Altın Madeni Açık Ocak İşletmesi projesi olup, bu proje hakkında “ÇED Gerekli” kararı verilmiştir.
* Sonuncusu ise Demirci ilçesinde olup, proje sahibi Koza Altın İşletmeleri’dir. Bu proje17.08.2023 tarihli olup, Altın Madeni Açık Ocak İşletmesi projesidir. Bu proje hakkında “ÇED Gerekli Değildir” kararı verilmiştir.
SONUÇ
Raporda farklı yönleriyle doğada ve insan hayatında sebep olduğu yıkımları açıklanan altın madenciliği, kamu yararı olduğu, ekonomik kalkınmaya önemli katkı sağladığı, istihdamı artırdığı gibi söylemlerle siyasi iktidar tarafından savunulmakta, yasal mevzuat maden şirketlerinin menfaatleri doğrultusunda sürekli değiştirilmekte ve sonuç olarak halkın onayını almak yerine şirket çıkarları yönünde rıza üretilmeye çalışılmaktadır.
Tarım alanları, meralar, diğer canlı türleri büyük zarar görmekte, maden kapatıldıktan sonra da yerel halk, rehabilitasyonu mümkün olmayan cehennem çukurları ve toksik atık tepeleriyle baş başa bırakılmakta, çevresel yıkımların bedelini yine halk ödemektedir. Sağlığını ilk yitiren, emeği yoğun olarak sömürülen maden işçileridir. Ardından maden işletmelerinin çevresel ve sosyal yıkımların bedelini üzerlerine yıktığı kadınlar gelmektedir. Bunlara maden ruhsat kamulaştırmalarla yerlerinden edilen, mülksüzleştirilen köylülerin yaşadıkları travmaları, geleneksel yaşamın, somut olmayan kültürün yok edilmesini ve yüksek miktarda salımını yaptıkları sera gazları nedeniyle maden işletmelerinin iklim krizini ağırlaştırıcı etkilerini de eklemek gerekir.
Halen mevcut 22 altın madeni işletmesine, 2020 yılı başından itibaren Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’na başvurusu yapılan 123 adet yeni projenin eklenmiş ve bunların dışında muhtemelen pek çok yeni alanda sondaj çalışmalarının devam ediyor olması durumun vahameti hakkında yeterli delil vermektedir. Yeni altın madenlerinin açılması demek, sosyal cinayetlerin yaygınlaşması, ekosistemlerin ağır tahribata uğraması, İliç’tekine benzer yeni katliamlar ve ekokırımlar yaşanması demektir.
Kampanyanın hedefine ulaşması ve etkili bir mücadelenin yayılarak örgütlenebilmesi için tüm sorumluluk çevre örgütlerinin üzerinde olmamalıdır. Demokrasi mücadelesi veren meslek odaları, akademisyenler, demokratik kurumlar, sendikalar, feminist hareketler… bu mücadelenin aktif öğeleri olmalı, sadece kuramsal bilgi üretmekle kalmamalı, üretilen bilginin sahada örgütlenmesinde de aktif sorumluluk almalıdırlar.
Türkiye’de işletme halindeki tüm altın madenleri kapatılmalı, yeni projeler durdurulmalıdır. İliç katliamının gerçek sorumlularından hesap sorulmalı ve emekçilerin yaşamlarını yitirecekleri yeni katliamlara izin verilmemelidir.
Tıbbi Jeoloji Uzmanı Dr. Eşref Atabey Türkiye’deki gerçek 'beka meselesi'nin ne olduğunu bir röportajında ortaya koydu: "Yabancı şirketler, başka bir ülkede maden işletip, cevher elde ediyorsa ve büyük payını kendi ülkesine götürüyorsa bunun adı sömürge madenciliğidir. Türkiye'de şu anda sömürge madenciliği var" dedi. Atabey toplum sağlığına ise şu ifadelerle dikkat çekti: "Eğer bir 'beka meselesi'nden söz edilecekse, bizim yaptığımız madencilik, ülkemiz için çok büyük bir beka meselesidir. Gelir yok, zarar ediyoruz. Sağılığımız ve geleceğimiz büyük tehlike altında” diyerek bitirdi.
Kaynak : POLEN EKOLOJİ ENSTİTÜSÜ- Tıbbi Jeoloji Uzmanı Dr. Eşref Atabey